SIHHAT VE HASTALIK NİÇİN?

M. Ali EŞMELİ seyri@seyri.com seyri@yuzaki.com

Gazetelere yansımıştı.

Dış dünyada yaşanmış bir hâdise.

Annesinin kötü bir hastalığa yakalandığını duyunca çıldırdı. Bunu kendisine haber veren doktoru öldürdü. Sonra annesini öldürdü. Sonra da intihar etti.

Daha nice vak’alar.

Her şeyi modern rahata göre, insana empoze eden isyancı bir anlayışın acı faturaları.

Oysa hayatın bir gerçeği de; hastalıklar.

İnsana fânîliğini her vesileyle hatırlatma vazifesini deruhte eden iptilâlar.

Hayat terazisinin bir kefesinde mutlaka hastalık vardır, bir kefesinde de sıhhat. Bu gerçek etrafında ayar tutturamayanlar, daha büyük bir hastalığın ruh daralması ve bunalmasının girdabında perişan olurlar.

Hastahâne odaları, bu hakikatlerin sayısız örneklerine şahittir.

O odalara kulaklarımızı dayasak duyacağız.

İşte her odadan ayrı bir ses yükselmekte.

İşte işitiyoruz;

Birisi feryâdı bastı:

–Hasta değilim. Zorla hasta ediyorsunuz!

Bir başkası burnundan soludu:

–Göz göre göre öleceğim. Daha iyi bir doktor yok mu?

Bir başka odada isyan patladı:

–Canıma yetti yahu! Nereye kadar sabır?

Çaresiz biri inledi:

–Ne yapacağımı bilemiyorum. Şaşırdım kaldım.

Bir başkası köpürdü:

–Hep beni mi bulur belâlar?

Karşı odadaki sadece suçladı:

–Doktorların hiçbiri anlamıyor derdimi. Beni kadavraya çevirdiler. Hepsi cahil ve acemî bunların.

Birinin de canına tak etmişti:

–Ölsem de kurtulsam.

Biri ümit yitirdi:

–Buna yaşamak mı denir?

Birisi de her şeye rağmen teslîmiyet gösterdi:

–Sen verdin yâ Rabbî, ecre vesile eyle.

Bir diğeri sabrı seçti:

–Günahlarımın keffâreti olsun Allâh’ım. Bana dayanma gücü ver!

Biri de hikmetlere daldı:

–Bu dert içinde kim bilir Rabbim’in nice muradı vardır! Bu sayede kimbilir nice âfetlerden beni muhafaza etmektedir!

Zor nefes alan biri ise hâline şükretti:

–Beterin beteri var, ey Mevlâ’m, Sana hamdolsun…

Bu konuşmaların ortasına konan eğitim bülbülü, derin bir iç çekti. Bütün hastalara geçmiş olsun dileklerini iletti. Sonra da onlara ilâç misali şakımaya başladı:

“Ey hastalar!

Sancılarınıza bakarak tefekkür etmeyin. Hastalığın hikmet ve sırlarını fark ederek düşünün.

O zaman;

Rûhunuz, hastalıksız bir sıhhate kavuşacaktır. Ruh; sıhhatli olduktan sonra, bedenin ne hükmü var? O; zaten ne kadar sıhhatli yaşasa da, toprağa kurban gitmeyecek mi?

Bu gerçeği unutup rûhu ıstıraba sürüklemek, teni iyileştirmek için rûhu hastalıktan hastalığa bulaştırmak, hele isyan ve itiraz mikroplarına yem etmek; ne kadar doğru?!.

Aman ey hastalar!

Unutmayın ki;

Cenâb-ı Hak, insana hastalık da takdir etmiş sıhhat de. Hayat boyu herkes; bu sebeple, çeşit çeşit hastalıklara yakalanıyor…

Niçin?

1. Rabbimiz’in bize yüce isimlerini öğretmesi için. O isimlerle kendini tanıtmak ve insanı böylece daha yakın ve özel bir kul hâline getirmesi için. Allâh’ın Şâfî ismi, Rahmân ismi, Rahîm ismi var. Bu isimlerin tecellîlerini; en güzel şekilde, ancak hasta kullar idrak eder. İnsan hasta olunca bu isimler etrafında «mârifetullâh»ı, sıhhatlilere nisbetle kat kat artar. Mârifetullah arttıkça da, Hakk’a yakınlık artar. Hakk’a yakınlık artınca ise, kul fânîlikten sıyrılır bâkîlik tecellîleri ile dolmaya başlar. Gurbete düşmüş insan için şu hasret yurdunda bundan daha büyük sıhhat var mıdır?

Peki hastalık, başka niçin?

2. İnsanın kıymet bilmesi için. Çünkü varlığın kıymeti yoklukta meydana çıkar. Sıhhatin kıymeti de, hastalıkla idrak edilir. Hastalık olmasa insanlar, sıhhatli olmanın şükrünü akıllarına bile getiremezlerdi. Nankör olurlardı. Bundan daha beter bir hastalık olmazdı.

Başka niçin?

3. İnsanın haddini bilmesi ve aczini de iyice idrak etmesi için. Hiçbir acziyet tatmayan kimse, ancak gurur ve kibir bataklığına saplanır; şeytan gibi boğulur, helâk olur gider. Ömrü boyunca ne başı ne dişi ağrıyan Firavun, bu yüzden aldandı ve ebediyyen perişan oldu.

Başka niçin?

4. İnsanın fânîliği anlaması ve hissetmesi için. Yani fânî dünyaya aldanıp da âhireti unutmaması için. Hastalık olmasa ölüm gerçeğini görmek ve ona göre hayatı tanzim etmek mümkün değil. Hastalık sayesinde ölümü unutmamak, aslında hayatı unutmamaktır. Zira ölümü unutan herkes, hayatı da unutmaktadır.

Başka niçin?

5. Her kulun yaşayış dengesini öğrenip gerçekleştirebilmesi için. Çünkü yaşayış dengesi olmadan insan, bu çetrefilli hayatı doğru temeller üzerine oturtamaz. Hastalık ve şifâ gerçeği, insana muazzam bir denge öğretiyor. Güzel ve çirkin, doğru ve yanlış, zulüm ve adâlet ne demekmiş, böylelikle insan daha iyi kavrıyor.

Başka niçin?

6. Kendine faydalı ve zararlı olanları fark etmek için. Zararlı olanların başa neler açtığını görmek için. Çünkü hastalığın zararını gören ve yaşayan kimsenin bilgisi ayne’l-yakîn bir malûmat hâline gelir ve attığı adımları hayalî değil, şuurla gerçekleştirir.

Başka niçin?

7. Gizli düşmanları tanımak ve tedbir almak için. Tedbir alınmadığı takdirde neler yaşanacağına uygulamalı şahit olmak için. Yani gizli olanı; «Aman boş ver!» diye inkâr edip geçiştirmek bir tarafa, canla-başla onu arayıp bulmak, görme olmasa da mutlaka var olduğunu acı acı haykırmak için. Hangi hasta; «Göremiyorum!» diye mikrobu inkâr edebilir? Hangi doktor bunu kabullenebilir? Öyleyse gizli olan her hakikat, görünenden daha zâhir. O gizli hakikat olmasa, görünen diye bir şey kalmaz. Ruh çıkınca, vücut diye bir şey kalıyor mu? Sadece vücut mu, her şey ortadan kalkıyor, zâhirden siliniyor. Kişinin ismi de kalmıyor; faaliyeti de, hayatı da.

Başka niçin?

8. Çare ve çözüm arayıcı olmak; hem tıkanmak hem de tıkanmamak için. Üretici ve zinde yaşamasını bilmek için. Çünkü hasta, içine düştüğü hastalığın verdiği acıların şiddeti ve zorlaması ile çare üstüne çare arar. Hem de gerçekçi çare arar. Sahte çarelere hiç dönüp bakmaz. Bu özellik, onun hayatına yansıdığı an; o kimse, artık neler neler başarabilecek bir kimsedir. Çünkü çözümcü, ama doğru bir çözümcü mantığı kazanmıştır.

Başka niçin?

9. Tembellik ve rastgeleciliğe alışmamak için. Canı ve ciğeri ıstırapla parçalanan kimse, doktora gitmek hususunda tembellik yapabilir mi? Asla. Yedikleri yüzünden ölümcül dertler çeken kimse, rastgele yiyebilir mi? Asla!

Başka niçin?

10. Merhamet ve şefkat terbiyesi için. Hastaların hâlinden anlamak için. Çünkü çeken bilir. Bilen de çekeni gözetir.

Başka niçin?

11. Hayat ölçülerinin dışına çıkmamak için. Çıkıldığı an, başa neler geleceğini görmek için. İnsan vücudu, belli şartlar altında yaşayabilen sınırlı bir ölçüye tâbî. Artı ve eksi sıcaklık arası belli oranları aşamaz. Artı iki yüz derece sıcaklıkta hangi insan yaşayabilir? Hiçbir insan! Ekside de böyle. İnsan, hastalık sayesinde bedenî sınırlarını idrak eder. Acziyetini kavrar. Sınırları ihlâl etmemeyi öğrenir.

Başka niçin?

12. Şunu düşündürmek için: Doktor da ilâç da mutlaka gerekli vesile, ancak put değil. Şifâ; her zaman, şüphesiz ki, bir şekilde Allah’tan. O zaman doktora ve ilâca ne gerek mi, var? Bal gibi gerek var. Cenâb-ı Hakk’ın kesret tecellîlerini ve fertlerin toplum olma mecburiyeti gerçeğini idrak, her insan için şart. Peki, bu şart sebebiyle doktorlar ve ilâçlar put olmaz mı? Olmaz, olamaz. Çünkü hastalığın ve şifânın niçin ve nasıl olduğu, sayısız hakikatiyle malûm. Bu işi put hâline getirenler iyice görmeli: Hastalıktan iyileşme imkân ve sebepleri ile insanı plânlayan kudret; onu iyileşmeme eksenli plânlasaydı, kim ne yapabilir, hangi çareyi bulabilirdi? O kudret; hayatı ölüm ile noktalamayı plânlamış, kim bunun dışına çıkabiliyor? Hiç kimse! Cenâb-ı Hakk’ın insanoğlu hakkında hastalıktan iyileşme eksenli plânlamasına abanıp da tıbbı putlaştırmak, büyük bir hastalık olur. Bu hastalık, aklı da kalbi de öldürür.

Düşünmeli:

Hastalığa çare olacak ilâcı yapmaya malzemeyi Allah yaratmamış olsa, yarattığını bulacak aklı ve ilmi vermemiş olsa, ya da hastalığı doğru teşhisi nasip etmese; tıp ne çare, doktor ne çare, ilâç ne çare!

Peki, hastalık başka niçin?

13. Gücümüzün yetmediği hususlarda Cenâb-ı Hakk’ın devreye girip bizzat yardım etmesi için. Şifâsı olmayanlar bir tarafa, şifâsı olan hastalıklarda da aslında kul da âciz, doktor da âciz, ilâç da. Her zaman bizzat Allâh’ın lutfu devrede. Çünkü elindeki ilâçla doktor, toprağa tohum eken bahçıvan gibi. Ekilen her tohumun kaderi Yaratan’ın elinde. Eğer O dilemezse, tohumlar çürür gider. Dilerse, yeşerip meyve verir.

Başka niçin?

14. Eldeki mevcut sevaplar ile ulaşamayacağımız derecelere nâil olmak ve cennette daha üst mertebelere kavuşmak için. Sıhhat şartlarında kul daha fazla nimet borcu altına girmekte iken, hastalık ânında bu tam tersidir. Allah; her sancıya, kul gücünün üstünde mükâfatlar ihsan etmektedir.

Başka niçin?

15. Affedilmek için. Kulun hastalık sebebiyle çektiği sıkıntılar, günahlarına keffâret. En içli tevbelerin bile açamadığı af kapıları, hastalık anahtarı ile ânında açılmakta ve yüce Rahman, hastalardaki en ağır suçları bile bağışlamaktadır.

Başka niçin?

16. Hakk’ın hediye izhârı için. Hediye kime verilir? Sevilen kimselere. Yani Cenâb-ı Hak, hastalığı sevdiği kullara lütfeder. Elbette, sevmediği kullara da verir, ancak onlarınki belâ ve azap kabîlinden olur.

Başka niçin?

17. Sevginin ispatı için. Gerçekten seven kimse, dosttan gelen hastalık cefâsına, asla cefâ demez, büyük bir vefâ olarak bakar. Kendisinin dost tarafından hatırlanması olarak görür ve bundan sarhoşluk derecesinde memnun olur. Sevgileri sahte olanlar ise bu durumda patır patır dökülür. İşte hastalık, bu noktada gerçekle sahteyi birbirinden ayırmak ve hakikî sevgiyi ispat etmek bakımından özel bir imtihandır.

Başka niçin?

18. Elbette bütün maddelerin özü sadedinde; Allâh’a daha yakın olmak için. Çünkü Allah; kalbi kırıklarla beraberdir, zayıflarla beraberdir, hastalarla beraberdir. Eyyûb -aleyhisselâm-, bu beraberliği şöyle anlatır:

“Hastalığım esnasında her gün hâtifden beni mest eden şu sadâyı duyardım:

«–Eyyûb kulumuz bugün nasıl?»

Fakat sıhhat bulduktan sonra bu sadâ kesildi. Hastalığım hakkında yalnız bu sadâyı özledim. Fakat bir daha duyamadım. Demek ki, hastalık esnasında kul, sıhhatli hâline göre Allâh’a daha yakın.”

Sancılar bu hakikatlere perde çekmediği müddetçe;

İdrak etmek gayet kolay ki, hastalık ne kadar faydalı ve hikmetli. Fark edilse, daha nice sırlı maddeler âşikâr olur.

O hâlde;

Hastalık mı daha faydalı, sıhhat mi?

Niçin?

Bunun cevabı, şartlara bağlı.

Çünkü;

Rûhu ve aklı iradesiz ve şuursuz kimselere, önce idraki açacak bir anahtar, hastalık. Sağlam olanlara da daha derin ve şükürde daha incelik ve çokluk sağlayacak vasıta, yine hastalık.

Lâkin;

Bunlar gerçekleştikten sonra, yapılası bütün her şey ancak sıhhat ile. İbâdet sıhhat ile. Hizmet sıhhat ile.

Nisbeten;

Hastalık esnasında da bunlar yapılabilir, ancak sıhhatli iken çok daha kapsamlı ve fazla fazla yapma imkânı vardır her zaman. Bu bakımdan gencin ibâdeti yaşlınınkinden kat kat hayırlı. Çünkü yaşlının ibâdeti, özürlerle ve aksaklıklarla doludur. İdrarını tutamaz, rükûu yarımdır, secdeye gidemez. Ama yaşlılığı dolayısıyla bunları yapmış gibidir. Lâkin yapmak, tabiî ki yapmış gibi olmaktan daha kıymetli. Bu sebeple gencin ibâdeti efdal. Bu sebeple sıhhat, hastalıktan daha kıymetli. Ancak bu kıymeti bilmeyenler bakımından da, ne çare, hastalık daha faydalı.

Bunların yüzdeleri tam çıkarılırsa hangisinin genel mânâda daha faydalı olduğu da ortaya çıkar. Çünkü özel mânâda bazıları için hastalık daha faydalı çıkıyor, bazıları için sıhhat.

Bir de hastalık, kişinin ferdî ve sosyal durumuna göre değişir. Ferdî durum mevzubahis ise farklı, sosyal durum mevzubahis ise farklı değerlendirmek gerek.

Fakat;

Her hâlükârda;

Hastalıkta da sıhhatte de bin bir hikmet var. Kula düşen, Hak’tan rızâ, hâline şükür. O zaman fânî hastalıklar, ebedî bir hastalığa dönüşmez. Aksi hâlde tersi olur. Fânî hastalıklar dünyada kalması gerekirken ebediyeti batıran sonsuz bir hastalığa dönüşür. Bu tehlikeli tuzağa yem olmamak için ârif gönüllerin Hakk’a ilticâsı, şöyle olmuştur:

Hoştur bana Sen’den gelen,
Ya gonca gül yâhud diken!
Ya hil’at ü yâhud kefen,
Kahrın da hoş, lutfun da hoş…
Bu bahiste son sözümüz şu:

Hudâ verir de musîbet, belâ ve hastalığı,
Yolunda böyle verir ehl-i sabra ustalığı… (Seyrî)