GÖNÜL SIZLATAN BİR ZİYARET

İrfan ÖZTÜRK

Takrîben beş-altı yıl önce yapmış olduğum Avrupa seyahatinde, bir kardeşimizin evinde idik. Ev sahibi kardeşimiz izzet ve ikramda bulunduktan sonra, Fransa’da yaşadığı acı-tatlı bir hayli hâtıralarından bahsetti:

“–Hocam, bir seneliğine geldim ama 35 yıl oldu «ha bugün ha yarın döneceğim» derken, bir türlü dönemedik. Allah, yardımcımız olsun.

Burada çok güzel işverenlerimiz, iyi arkadaşlarımız da var. Hele bir işverenim var, çok samimîyiz. Birbirimize ailece gider geliriz. İsterseniz, beraber ziyaretine gidebiliriz. İslâm’a çok yakın. Dînimiz hakkında çok şey biliyor. Yarın için randevu alayım, müsaitse gideriz.” dedi.

Kardeşimiz, görüşüp randevu aldı. Ertesi gün ziyarete gittik. Bizleri bahçe kapısında karşıladı, içeri buyur etti. Fakat bizler, hava sıcak olduğu için bahçede oturmayı tercih ettik. Çay ve kahve ikram etti, meşrubatlar içildi. Ev sahibi, Fransa’ya gelişimizin sebebini ve kimliğimizi sordu.

Fransa’ya gelişimin seyahat amaçlı olduğunu, orada bir kızımın bulunduğunu; dolayısıyla esas itibarıyla onu ziyaret etmeye geldiğimi, aynı zamanda bir din adamı olduğumu söyledim:

“–Din görevlilerinin; Hakk’ı halka anlatmak, İslâm’ı tebliğ etmek, zulmü ve kötü şeyleri ortadan kaldırmak, insanları zararlı şeylerden korumak için ilmen, fikren izahlar yapmak; insanlara, yanlış ve doğruyu tanıtarak dünya ve âhiret saâdetini kazandırmak, din ve ırk farkı gözetmeden, insanlara birbirlerini sevmeyi ve saymayı öğretmek, aralarındaki anlaşmazlıkları Allah rızâsı için gidermek gibi vazifeler yaptıklarını…” anlattım ve şöyle devam ettim:

“Bunlar, İslâm dîninin biz müslümanlara verdiği mukaddes görevlerdir. Biz bunları seve seve yaparız ve bundan zevk duyarız.

Şu an biz, sizin evinize, bahçenize değil, gönlünüze misafiriz. Siz, bu bahçeyi değil, gönül bahçenizi açtınız, çok teşekkür ederiz.

İnsanın üç şeyi daima açık olacak:

a. Evi açık olacak, sohbet için;

b. Eli açık olacak, hizmet için;

c. Gönlü açık olacak, muhabbet için.

Bu üç şeyi; yani evini, elini, gönlünü kapatmış olan kimseye insan bile denmez. Çünkü böyle bir insandan, kimseye fayda gelmez. Çok şükür işte siz bu üçünü de açtınız, imtihanı kazandınız.

İşte biz, böyle bir nesil, böyle bir toplum inşa etmek için buralardayız. «İslâm’ı tebliğ etmek, kabul edenlere de İslâm’ı telkin etmek» çünkü Allâh’ın emri bu!”

Gayemi ve kimliğimi de ifade etmiş olduğum sözlerimi dikkatle dinledi, etkilendiği belli idi… Söz alarak şunları anlattı:

“–Muhterem efendim! Size çok teşekkür ederim.

Vaktiyle sebebini izah edemeyeceğim bir şekilde, gönlümde İslâm’a karşı tatlı bir duygu hâsıl oldu. Merak edip, Fransızca mealli bir Kur’ân temin ettim. Altını çize çize üç defa okudum, çok duygulandığım anlar oldu.”

Bu sözü duyunca içimden bir muhâsebe geçti:

“Ey kardeş! Bir Fransız, müslüman olmadığı hâlde Kur’ân-ı Kerim mealini üç defa okumuş. Biz, müslüman olduğumuz hâlde, kaç defa Kur’ân-ı Kerîm’in mealini okuyup istifade ettik? Allah, şuur ve gayret versin, gafletimizi gayrete çevirsin inşâallah …”

Ev sahibi Fransız, sözlerine devam etti:

“Kur’ân’ın gerçekten Allah kelâmı olduğuna şahit oldum. Onda; akla, mantığa aykırı hiçbir kelâma rastlamadım. Onda anlatılanların hepsinin altına imzamı atar ve doğruluğunu kabul ederim…

Amma!..

Benim, bu arkadaşımla tam yirmi beş senelik dostluğumuz var. Gördüğünüz gibi; işte-güçte beraberiz. Fakat yirmi beş senede bir defa olsun bana İslâm’dan, İslâm’ın ve Kur’ân’ın güzelliğinden bahsetmedi. İslâm’ın ahlâkî kural ve kaidelerinden hiç bahsetmedi. Kusura bakmayın ama; bazı müstesnâ şahsiyetler dışında; Fransa’daki müslümanların işi-gücü para kazanmak, mal edinmek. Ben, buraya müslüman gelip, gâvur olanlarına bile şahit oldum!

Bu nasıl müslümanlık hocam!..

Bazı şeyleri anlayamıyorum. Meselâ;

Kur’ân’da içki haram, bunlar içiyorlar.

Kumar haram, bunlar oynuyorlar.

Kadınların açık saçık gezmeleri haram, bunların hanımları açık geziyorlar.

Kur’ân’da, en çok altını çizerek not ettiğim bir husus olarak insan hak ve hukukuna saygı emrediliyor. İnsanı gerçek insan edici daha nice birbirinden güzel nasihat ve vasıflar var. Fakat buradaki müslümanlar, Kur’ân’ın emirlerini hiçe sayan bir hâl içindeler.

Hocam, bu nasıl müslümanlık, bu nasıl kulluk?!.

Kur’ân’da namaz var. Kur’ân’da fakir-fukarâyı korumak için sadaka ve zekât var. Fakat bu dediğim kişiler, Allâh’ın bu emirlerini de yerine getirmiyorlar.

Size bir hâtıramı da anlatayım.

Bir gün on kişi ile bir haftada görülecek bir işim vardı. Müslümanları severim, bu sebeple bu iş için on müslüman işçiyi çağırdım. Pazartesi başlamışlardı. Perşembe olunca, sabah işe başlamadan önce onları topladım ciddî bir şekilde şöyle dedim:

«–Arkadaşlar! Dört gündür çalışıyorsunuz, yarın günlerden Cuma. Sizin büyük namaz gününüz. Yarınki o büyük namaza gidecek olanlar akşamüstü malzemelerini toplayıp yanıma öyle gelsinler, dört günlük ücretlerini verip göndereyim. Çünkü yarınki büyük namazı kılmak isteyenlere izin vermeyeceğim!»

Maksadım ne yapacaklarını görmek… Başka bir şey söylemeden ofisime çekildim.

İş bitiminde on işçiden dört tanesi, malzemelerini toplayıp;

«–Patron, kusura bakmayın. Siz; ‘yarınki namaza gitmek isteyenlere müsaade etmem. Gitmek isteyenler, akşam malzemelerini toplayıp gelsinler.’ dediğiniz için geldik. Biz yarın işe gelmeyeceğiz. Biz müslümanız, namazsız çalışamayız.» dediler.

Sordum:

«–Öteki arkadaşlarınız, ne dediler?»

«–Onlar; ‘Biz, Fransa’ya çalışmaya geldik namaz kılmaya değil. Biz, işimize devam edeceğiz.’ dediler.”

Bunun üzerine onları da çağırttım ve;

«–Arkadaşlar! Siz, namaz için işi terk ettiniz. Bunlar iş için namazı terk ettiler. Size teşekkür ederim. Siz, işinize devam edin…

İş için namazı terk eden şu zavallılara yazıklar olsun, onların işine ihtiyacım yok! Onlara paydos!» dedim. Onların ücretlerini vererek işten çıkardım.

Ah hocam ah!.. Yaşım ilerledi. «Müslümanım.» deyip dîninin gereklerini yaşamayan müslümanların yanlış hareketleri sebebiyle bir türlü müslüman olamadım!

Müslüman olmayı düşündüm ama, müslüman olmak için kendisine tâbî olabileceğim, sözünü dinleyip, nasihatlerinden istifade edebileceğim; daha doğrusu beni, Allah yoluna irşad edecek birini bulamadım.

Yaş 60 oldu hocam, vah bana!.. Farkındayım, çok geç kaldım. Ama bir dahaki gelişinizde konuyu daha derinlemesine görüşürüz. Şu an kendimi hazır hissetmiyorum. Yani size, İslâm’a lâyık bir hâlim yok. İslâm’ı doğru yaşamayıp, o nezih dîne zarar verenlerden olmak istemiyorum. Bana şimdilik duâ edin.”

Adamcağız bizi bu şekilde uğurladı.

İçim sızladı, gözlerim yaşardı.

“Acaba ben de gereklerini yerine getirmeyerek dînime zarar veren müslümanlardan biri miyim?” diye kalbim çarpıyor, gönlüm ağlıyor ve gözlerim yaşarıyordu.

Allâh’ım, cümlemizi affeyle!

Affınla şâdeyle, nevm-i gafletten ikaz eyle!

Âmîn …

Bir dahaki gidişimizde bu güzel İslâm namzedini adresinde aradık; fakat başka bir şehre taşındığı için kendisine ulaşamadık.

Allâh’ım, bu insana bulunduğu yere kadar gidip İslâm’ın nûrunu kendisine ulaştırmayı, ya yeniden bu âciz kuluna veya müslüman bir kardeşimize nasip eyle.

Hidâyet Sen’den, inâyet Sen’den yâ Rabbî …

Rabbimiz cümlemizi iş için namazı değil, namaz için işini terk edebilen azîmet ehli kullarından eylesin. Kapısında «Bu iş yerinde namaz kılmak yasaktır.» diye yazılı olan kişilerin kapısında iş için bekleyip, Allâh’ın kapısından ve rahmetinden mahrum olanlardan etmesin …

Yaşamadın dînini,
Oldun gâvurdan beter.
Terk ettiğin namazın,
Günahı sana yeter!.. (Gülzâr-ı İrfan)
Devamı gelecek sayıda…