Ey İnsan, ANLA DA İSTE!

M. Ali EŞMELİ seyri@seyri.com seyri@yuzaki.com

Bir çocuk vitrinde bir oyuncak görür, feryâdı basar:

–Ben bunu istiyorum!

Aldırana kadar ağlar. Eline geçirip de iki dakika oynadıktan sonra bu defa;

–Ben bunu istemiyorum, ötekini istiyorum; diye tutturur.

Çocuktur;

Fakat kafasına koymuştur. Basit ve değersiz bir oyuncak bile olsa, onu elde etmekte diretir. Diretme noktasına geldiği isteklerde de, kendisine çok daha kıymetli alternatifler sunulsa bile, gözü bir türlü görmez. İnatla, ancak istediğini tercih eder. Tercihi eğer naylon bir araba ise, onun yanında Mercedes gibi bir alternatif de olsa, nafile. O ille naylon arabanın peşindedir.

Niye?

Çünkü isteği; kıymet ve değerli oluşa göre değil, içindeki çocukça hevese göredir. İhtiyacı da o an için oyuncak arabadır.

Onun bu yönü;

Büyüdüğünde de devam eder. Dikkatsiz istekleri bir türlü bitip tükenmek bilmez. Hayata atılırken karşısında bulduğu yığınla meslekten derhâl hevesine en uygun olanı talep eder:

–Ben şunu seçeceğim.

–Niye? Senin fıtratına uygun değil ki!

–Hevesim bu.

–O dediğin, gelip geçici bir şey. Sen gerçeği dikkate al.

–Olsun, en azından parası çok.

–Ya gönül huzuru?

–Biliyorsun, para olmadan huzur olmaz.

–Para elbette gerekli de, hayatı ona göre şekillendirmek ne kadar doğru?

–Benim için en doğrusu bu.

–?!.

Zaman geçer. Heves hâline getirdiği isteğine göre bir rota tutar ve gayesine ulaşır. Ancak fıtratına ters olduğu için ıstıraplı bir yaşayışın kıskacında kıvranır durur:

–Bu konumu değiştireceğim.

–Niye? Kendin seçmedin mi?

–Seçtim de, çekemiyorum artık.

–Huzuru böyle bulacağını sen söylememiş miydin?

–Yanılmışım. Yaşayacaklarımı bilseydim, hiç ister miydim?

–Fakat belliydi.

–Meğer belirsizmiş!

–?!.

Bazen toplumda bir rüzgâr eser. Yoğun reklâmların ardından moda olmuş bir fikre kapılır. Kolay bir yaşayışı tercih eder. Her şeyin rahatına kaçar:

–Oh be, dünya varmış!

–Var da, hayat her zaman tozpembe bahar değil, kış vakti de var.

–Bana zordan bahsetme. Kafana takmazsan, hayatta kış diye bir şey yaşamazsın.

–Olur mu? Sıkıntılar da hayatın bir gerçeği.

–Çok ince düşünenler için öyle.

–Ya senin için?

–Umurumda değil. Ha öyle, ha böyle. Nasılsa geçip gidiyor. Keyfime bakarım.

–Fakat ömrün her tarafı otoban değil ki. Keskin virajlar, uçurumlar dolu.

–Çoğu kuruntulardan ibaret.

–?!.

Böylece aylar geçer, mevsimler yer değiştirir. Çok acı bir hakikatin girdabına yakalanır:

–Dünya değil, cehennem.

–Daha önce böyle demiyordun?

–Nereden bilebilirdim bu yaşayacağım dertleri?

–Hani her şey kolaydı?

–Değilmiş işte. Her şey, zorun da zoruymuş.

–Fakat sen istedin.

–İstedim de, ne yapayım, tam bilemeden istemişim.

–Nasıl yani?

–Basbayağı, baksana istemediğim hâldeyim.

–?!.

Ancak yine de akıllanmamıştır. Pek çok şeyi erteler de erteler. Üzerine düşen vazifeleri, tevbeyi, kulluğu, düzgün yaşamayı, daha nice şeyleri habire tehir eder:

–Ne acelesi var? Yavaş yavaş toparlayacağım.

–Zaman hızlı akıyor ama.

–Aksın. Benim niyetim sağlam. Zaten vakit geçmeden doğru olanı yapacağım.

–Yarına bırakıyorsun yani düzgünlüğü?

–Nasılsa yanlışımın farkındayım. Gerisi kolay.

–Yeter mi yaklaşım?

–Bence yeter!

–Hiç sanmam. Sadece vebâlin daha da artar.

–Bence artmaz. Sadece içimdeki masum bir gayeyi gerçekleştiriyorum, neticede bütün veballerimi temizleyeceğim.

–?!.

Fakat devran eski devrandır. Felek eski felek. Vebâlini temizleme fırsatı kalmaz:

–Eyvah!

–Sus artık! Ecel kapısındaki eyvahlar boşuna!

–Biraz müsaade olsa!

–Niye?

–Gördüğüm şu korkunç neticeleri istemiyorum.

–Olur mu, sen ömür boyu onları istedin durdun. Hattâ onlar için mücadele ettin, kavgalara daldın.

–Böyle olacağını bilemedim.

–Hiç konuşma, belliydi…

–?!.

O çaresiz pişmanı, toprağa gömerlerken mezar taşı üzerine bir bülbül kondu. Kabre toprak atanlara mânidar mânidar baktı ve tane tane şakımaya başladı:

“Ey yaşayanlar!

Ölmeden önce ibret alın. Gaflet elinde can vermeden önce idrak edin.

Mezara düşen şu kurbanın hâline bakın!

Hayattaki onca bilgiye ve gerçeğe rağmen cehâlet pençesinde can veren ve faydasız bir pişmanlıkla şimdi feryatlara boğulan şu zavallı mevtâya bakın!

Size neler neler anlatıyor!

Ey yaşayanlar!

Mezarları ve eğitim hayatındaki mezar gibi neticeleri görün de;

Kalpleriyle veya bedenleriyle kötü bir şekilde ölenlerin çaresizce idrak ettiğini, ölmeden önce kavrama gayretini gösterin. Gaflet ve cehâlet kurbanı olanların perişan vaziyetini anlayın. Şeytana ve nefsine uyarak yalan dünyanın jantında hebâ ve ziyan olanları ibretle temâşâ edin.

Bilesiniz ki;

Hepsinin düştüğü hata aynı.

Hepsi, bu hayatı ve sonrasını anlamadan istediler. Akılları, gönülleri ve yaşayışları da, maalesef yanlış heves ve isteklerini besledi. Hepsi de anlamadan istemenin zebûnu oldular.

Bu sebeple;

Herkes kendini bilhassa istekleri itibarıyla daha iyi tanımalı.

Çünkü;

İnsan, ne görse isteyen bir varlık. Bir şey; insanın gözünü kuşatınca, özünü de ânında kuşatıyor. Bu durum, sonraları dayanılmaz bir istek hâline dönüşüyor. Neticede öyle bir hâl alıyor ki, artık doğru veya yanlış ayırımı diye bir hakikat kalmıyor. Sadece istekler öne çıkıyor. Bütün ağırlığıyla sadece istekler devrede oluyor. Üstelik hiçbir şekilde tahlil edilmeden, herhangi bir değerlendirmeye ve tasnife tâbî tutulmadan.

Oysa;

İsteklerde mutlaka doğru-yanlış ayırımı şart. Çünkü hayatın içine en güçlü dâhil oluşlar, istekler etrafında yaşanıyor. Gücü nisbetinde istek devreye girdiği an; insan köle de oluyor, ahmak da oluyor, kötü de oluyor, katil de oluyor, cahil de oluyor, arsız da oluyor, hattâ hayvanat gibi de oluyor. Ne olduğuna değil, sadece ne isteğine bakıyor. Kendi istediğini yapıyor ve kendi istediğini yaşıyor ya, gerisi onu hiç ilgilendirmiyor.

İşte insanın infilâk ettiği tuzak burası.

Ve;

Bu tuzağı kullanma mühendisleri de, insanlığı her türlü güdüyor, perişan ediyor. İnsanı eğitim sıralarına oturtsanız bile o tuzağın mühendislerinin estirmiş olduğu duman duman istek rüzgârları, nice taze dimağları dört bir yana savuruyor.

Dolayısıyla;

Ne olursa olsun, her şeyde;

Önce eğitimde, sonra hayatın bütün sahalarında, ailede, toplumda, ticarette;

Mutlaka;

İstek öncesi ciddî bir ayar gerekli.

Hakk’ın ve hakikatin onayladığı istekler, doğru biliş ve doğru anlayışın ardından devreye girmeli.

Yani;

Bütün istekler, ayarlı olmalı.

Çünkü;

İnsanı dünyada da âhirette de hüsrana sürükleyen istekler, hep ayarsız istekler.

Ayarsız istekler, insanları helâk ediyor, yuvaları yıkıyor, toplumları sarsıyor, medeniyetleri yok ediyor.

Görmeli:

Ayarsız istekle eğitim, cehâlet harmanı. Ayarsız istekle aile, felâket meydanı. Ayarsız istekle maddî imkânlar ve makamlar, insanı yerin dibine geçiren dipsiz kuyular.

Ayarsız istekler; çünkü insanı sağır yapıyor, kör yapıyor, dengesiz yapıyor. Bir kaşık suda bile boğuyor, helâk ediyor.

Her meselede böyle.

Ayarsız istekle, âhireti talep bile fecaat. Ancak ayarlı istek olursa bu dünya, rahmet vesilesi, âhiret tarlası.

Ayarlı istekle hareket etmeyi bilen Süleyman oldu, Ebûbekir oldu, cennet saraylarına mazhar kılındı. Ayarsız istekle davranan da Kārûn kesildi, Sâlebe kesildi, yerin dibine geçti.

Kısacası;

Ayarlı istek çok mühim!

Ancak;

Bu ayar, beşer ayarı değil; ilâhî ayardır, nebevî ayardır.

Aksi hâlde;

Yine bütün istekler, ayarsızlıktan ibaret olur.

Çünkü;

İlâhî ve nebevî olmayan bütün ayarların arkasında, sadece isteğin kendisi var, onun ardında da nefsâniyet ve iblis var. Perde perde ardında hepsi. Görüntüde zâhir değil. Onun için, ayar dikkati çok ince gerek.

En tutarlı ayar da;

Onun ne olduğunu tam olarak idrak ettikten sonra terazi hâline getirilen ayar.

İsteklerde bu husus, dirâyet, liyâkat, gayret ve olgunluğa bağlı.

Gerçekleştirenlere ne mutlu!

Çok zarurî ve gerekli.

Tabiî, oldukça da zor.

Hep bu yüzden insanoğlu, istekleri itibarıyla dikkatsiz ve aceleci.

Dikkat şart.

İnsanlardaki isteklerin % 90’ı, bazen de % 100’e yakını, anlamadan oluşan istekler. Yoksa, acı neticeleri kim ister ki? Hiç kimse. Cehennem alevlerini kim ister ki? Hiç kimse. Yazık ki, o alevleri anlamadığı için istekleri cehennemde noktalanacak nice gafiller var.

Onlara ölmeden sorsanız, anlayarak istediklerini söyler hepsi. Öldükten sonra sorsanız; «Böyle olacağını kavrayamadık!» demekten başka çareleri olmaz.

Yani, yaşarken, daima;

İstekleri hususunda anlayarak ve bilerek hareket ettiğini iddia ederler.

Oysa bu yanılgı; yüzde bir, yüzde iki oranında bir anlayışın şaşırtmacası.

Yahu;

Bir kimse; basit bir fânî çile karşısında, tutup da niçin ölmeyi ister? Elbette ki; intihar neticesi yaşayacağı çilenin, hayatta iken râzı olmadığı çileden milyarlarca kat daha beter olduğunu bilmediği ve anlamadığı için. Yani; bir gramın altında ezilen zayıf bir insanın, buna tepki olarak on milyar tonun altına girmesinin sebebi;

Anlamadan istek!

Altına girdiği yükün on milyar ton olduğunu anlasa, bir anda iş değişir. Bir gram yükten değil on tondan bile şikâyetçi olmaz.

Öyleyse;

Cehennemi isteyen onu ne kadar anlamıştır? Hiç!

Cenneti istemeyen onu ne kadar anlamıştır? Hiç!

Bu şekilde maalesef;

İnsanoğlu, hiç anlamadan o kadar istekler peşinde koşuyor ki, saymakla bitmez. Anladığı an ise o isteklerden öyle kaçıyor, öyle kaçıyor ki, o kadar olur.

Diğer taraftan;

İnsanın isteksizlikleri de umumiyetle anlamadan gerçekleşiyor. Çünkü insan, iki cihanda da kendisinin faydasına olan o kadar çok hususta isteksizliklerin zebûnu oluyor ki, yine o kadar olur. Meselâ; namaz kılmayan kimse, niçin kılmayı istemez? Belli ki, namazı tam anlamamıştır. Anlasaydı, o mîrâcı edâ için can verirdi.

Aslında;

İnsanlar ancak anlayarak hareket etmeye uygun yaratılmışlardır. Hep böyle refleks gösterirler. Fakat acelecilikleri yüzünden tam anlamadan bir sürü ayarsız isteklere kapılırlar. Durmadan acelecilikleri, doğru dürüst anlamadan istemeye sevk eder ve büyük yanılgılara düşürür.

İşte bu gerçekleri gör de;

Ey insanoğlu!

Hayatta ne istersen, mutlaka;

Anla da iste!..

Hayatı mı istiyorsun, ölümle birlikte anla. Çünkü ölümü anlamayan diriliğin sırrına eremez.

Af mı istiyorsun, kendin de affetmeyi tat. Zira affetmeyen kimse, hangi yüzle Allah’tan af isteyebilir?

Başarı mı istiyorsun, çalışarak anla. Çünkü insana ancak kendi gayreti çaredir.

Gülmek mi istiyorsun, ağlayarak anla.

Unutma;

Ateşi anlarsan, cehennemden vazgeçersin. İlâhî cezayı idrâk edersen, günaha ve suça dair içinde hiçbir istek kalmaz. Fânî lezzetler, azaptan daha acı gelir.

Ne kadar;

Anlarsan, o kadar illâ cennet dersin. Çileler, ıstıraplar hiçleşir, bala döner.

Yeter ki;

Doğru anla da iste!

O zaman;

Pişman olmazsın…