BUGÜN NİÇİN YETİŞMİYOR?
YAZAR : Mehmet Ali VAR varoglu5@gmail.com
Muhteşem mâzîmizde müthiş özelliklere sahip şahsiyetler yetiştirmiş bir milletiz…
Bugün niçin üstün vasıflara sahip, yüksek vasıflı insan yetiştiremiyoruz?
Hep devri, dönemi suçluyoruz.
Hakikaten her türlü imkânın olduğu zamanımızda, aklı çelen pek çok tuzak var. Televizyon, telefon, internet…
Oysa bunlar aynı zamanda eğitim ve öğretimin de istifade edebileceği malzemelerden ibaret… Onları engel değil, yardımcı yapabildiğimizde büyük bir problem olmadıkları anlaşılacaktır…
O hâlde problem başka bir yerde:
Disiplinsizlikte…
Zorlukları göze alamamakta…
Derinlik yerine sathîliğe kaçmakta…
Örnek olamamakta…
Çocuklarımız zorluğa katlanmak, gayret ve mücadele etmek yerine; işin kolayına kaçıp ileriye yönelik ciddî çalışmalarda bulunmuyor. Veli, öğretmen ve okul da zorluklara göğüs germeye yanaşmıyor.
Başta ebeveynlerimiz, yavrularını kolaycılığa alıştırıyor. Aileler çocuklarının hep mutlu yaşamasını istiyor, oysa hayat sadece güzelliklerden ibaret değil. İnsan, hayatta birtakım sıkıntılara, güçlüklere katlanacak ki maddeten ve mânen olgunlaşabilsin. Acı çekmeyen, zorluk görmeyen bir çocuk; en başta sabır denilen vasfı kazanamıyor. Zorlukla karşılaşmadığı için mücadele nedir bilmiyor. Mücadele etmediği için kuvvet geliştiremiyor. Cesarete, özgüvene ihtiyaç bile duymuyor. Âtıl, sönük, istîdat ve kabiliyetlerinden habersiz kalıyor.
Günümüzde eskiden olduğu gibi maddî sıkıntılar pek yok. Çocuklara tarlada çalışmak, çarşı-pazarda bir şeyler satmak, ailenin geçimine yardımcı olmak gibi işler eskisi kadar düşmüyor. Onların işi sadece ders çalışmak. Ancak belli bir süre çalışan çocuk, canı sıkılınca ya televizyonun, ya da bilgisayarın ağlarına takılıyor. Aile de şuurlu değilse, çocukların günleri çoğu zaman boşa harcanıyor. Okullardaki kadar yavruların evde de plân ve programa ihtiyacı var.
Kolaycılık, günü kurtarma; görünürde iyi görünse bile ileride başarı açısından büyük problemler doğurur. Çalışma azmi olmayan, güçlüklerden çekinen, kişiliği tekâmül etmeyen insan; hayatın âfetleri karşısında bocalar. Bunun için Necip Fazıl bir beytinde ne güzel söyler:
Kolay mı Kaf Dağı’nı çevirmek dolay dolay?
Var ol ey ulvî zorluk, yere bat sefil kolay!
Çocuk yetiştirmek, ilmek ilmek kilim dokur gibi itina isteyen, fedâkârlık gerektiren bir iş. Çünkü; «Çocuk büyütmek başka, çocuk yetiştirmek ise çok daha başkadır. Çocuğu okula göndermek, yedirip içirmek, giydirip gezdirmek asla onu yetiştirmek değildir.»1
Hep kolaylık, daima öğrenci merkezli, öğrencinin kolayına gelen yaklaşımlar, disiplinden, öğretmene hürmet duygusundan uzaklık, en ufak bir müdahalede «psikolojisi bozulan» çocuklar… Sonuçta egoist, saygısız millî ve mânevî değerlere uzak yetişen bir nesil…
Bunun yanında itibarı, haysiyeti her geçen gün azalan öğretmenlik…
Hâlbuki öğretmen; eğitimin eskilerin deyişiyle «lâzım-ı gayr-ı mufârıkı» yani olmazsa olmazı. Bugün çeşitli kaynaklardan bilgiye ulaşmak mümkün… Belki öğretim; robotlarla, ekranlarla, cihazlarla yürütülebilir. Ya eğitim? Ya terbiye? Ya şahsiyet?.. İnsanî tecrübeler… Bakış… Konuşma… Duruş…
Öğretmen dün olduğu gibi yarın da toplumun rehberi, gönülleri aydınlatan ışığı olmalı.
Ebû Ali Dekkāk; ilim ve irfanı, üstadından öğrenmenin lüzumu hakkında şöyle der;
“Bir eğitimcinin yetiştirmediği kimse, çölde kendi kendine yetişen meyvesiz bir ağaç gibidir. Bu ağaç meyve verse dahî lezzeti olmaz.”
Dolayısıyla eğitimde vasıflı neticeler alabilmemizin bir şartı da öğretmeni; liyakatli, şahsiyetli yetiştirmek ve ona gerekli saygı ve itibarı iade etmek…
Çünkü verilen eğitimin kalıcı olabilmesi, öğrenciye model olmakla mümkündür.
Vasıflı insan yetiştiremememizin bir sebebi de derinlik kaybıdır.
Birçok keşif ve icadıyla batıya örnek olan ecdadının yazdığı eserleri okumaktan dahî âciz olan bir nesilden ne beklenebilir? Bugün eğitim ve öğretimde derinlik yerine tam aksine; sathîlik, sığlık üzerinde durulmakta, öğrenciler kimsenin okumayacağı, kopyala-yapıştır ödevler hazırlamaya, hattâ onları büyüklerine yaptırtmaya teşvik edilmektedir. Böyle yetişen bir nesil, gelecekte de intihallerle karşımıza çıkmaktadır.
Dünya çapında meşhur, insanlığa yön verici adam yetiştirebilmek için ufkumuz geniş olmalı. Mâlâyânî şeyleri bırakarak, kahve köşelerinde, televizyon karşılarında vakit öldürmek yerine, kütüphanelerde, lâboratuvarlarda aklımızı; kâmil insanların sohbetlerinde de gönlümüzü aydınlatmalıyız. Vasıflı insan yetiştirememenin acısını yüreğinde hisseden Necip Fazıl bu konuda şöyle der:
“Viyana bozgunundan «Nizâm-ı Cedid»e kadar ve Tanzimat’tan Cumhuriyet’e kadar içimizle dışımız ve köklerimizle dallarımız arasındaki mahsup sırrına erecek, içi muhasebe, murakabe ve çile dolu, dünya çapında tek bir kafa bile yetiştiremedik ve hep onbaşı kültürlü basit aksiyon adamlarının itiş kakışlarına uyduk ve onları kahramanlaştırdık.”2
Bütün bunların üstünde tamamlayıcı bir şart da mâneviyattır…
Çocuklarımızın liyakatli ve kâmil bir şahsiyete kavuşması için maddî imkânlarının sağlanması kadar, mânevî yönlerine de önem verilmesi gerekir. Onların hayatın bin bir zorluğu ile baş edebilmesi, önlerine çıkan tuzaklardan emin olabilmeleri, çift kanatlı olarak yetişmelerine bağlı. Midelerin doyması kadar, akılların, gönüllerin de mânevî hasletlerle bezenmesi şart. Yani günümüzdeki gibi dünyaya ağırlık veren bir eğitim anlayışı yerine, dengeli eğitim yapılmalı.
“Eğitim hizmetleri, insandaki beden-ruh ve akıl-kalp arasındaki hassas dengeye dikkat edilerek plânlanmalıdır.
Şayet insanın sadece aklına hitap edilirse menfaat, makam, dünyevî hevâ ve hevesler ağır basar ve rûhî tekâmül ihmal edilmiş olur. Böyle yetiştirilen insan; neticede servet, şöhret ve şehvetin kulu hâline gelir. Fakat aklıyla birlikte onun kalbi de eğitilebilirse, fıtratında mevcut olan temâyüllerin Hak yoluna yönlendirilmesi ancak o zaman mümkün olabilir.”3
“Kişinin hem kendine hem topluma yararlı bir insan hâline gelebilmesi için yalnız aklının değil gönlünün de eğitilmesi lâzım. Batıdaki birçok bilim adamı gibi yalnız bilim teknik-teknikte ilerleyip gönlü gelişmeden kalan, insanlık anlayışı olmayan bilim adamından fayda değil, zarar gelir. Bir iş adamı veya onların topluluğu olan bir şirket için de böyledir.”4
Peki o zaman nasıl bir eğitim uygulayacağız ki insanımız dört başı mâmur bir şekilde yetişsin. Özlenen gençliğe kavuşup, geleceğimizi emin ellere teslim edeceğiz:
“Doğru olanı, güzel olanı, inancı, ilmi, irfanı ve ahlâkı merkeze almış bir eğitim… Dört başı mâmur dedikleri kabilde, dört tarafı da eğitici; yani hem çocuğu, hem öğretmeni, hem aileyi, hem de çevreyi eğitici bir vasıfta olur…”5
Memleketimizin geleceği, milletimizin umudu, sağlam bir nesil yetiştirmek; fedâkârlık isteyen ve mukaddes bir vazife. Bu işi ne kadar iyi başarırsak o kadar bahtiyarlığa erer ve yurdumuzu emin ellere teslim etmiş oluruz. «Âsım’ın nesli» veya «altın nesil»ler ancak böyle olur.
Gayret bizden, başarı Allah’tan.
____________________
1 Ahmet MARAŞLI, Evde Okul Okulda Kalite, s. 17.
2 N. F. Kısakürek, İdeolocya Örgüsü, Büyük Doğu Yay., İstanbul-2008, 17. Baskı, s. 11.
3 Osman Nûri TOPBAŞ, Ebedî Fecre Doğru Muhabbet ve Mârifet, Yüzakı Yay., İst. 2006, s. 223.
4 Oktay SİNANOĞLU, Bir New-York Rüyası «BYE-BYE TÜRKÇE», 9. baskı, Otopsi Yay., İst. 2002, s. 146.
5 M. Ali EŞMELİ, Çocuklarımız Kimin Evlâdı, Yüzakı, 2009, sa. 52, s. 10.