GURBETİN DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ

Yard. Doç. Dr. Harun ÖĞMÜŞ ogmusharun@yahoo.com

Gurbet denilince herkesin söyleyeceği bir söz vardır. Herkes hayatta az veya çok gurbeti yaşamıştır. Kimi doğup büyüdüğü memleketinden uzakta okumaya veya çalışmaya gitmiş, ana-babasından ve sevdiklerinden ayrı düşmüştür. Kimi siyasî sebeplerle yurdunu terk edip menfâlarda kalmış, yıllarca bir daha dönememiştir. Kimi aynı acıyı vatan borcunu öderken tatmıştır.

Bedelli askerliğin yine gündeme geldiği günümüzde, askerlik mükellefiyeti; şartların değişmesi ve asker ihtiyacının azalması sebebiyle eskiye göre oldukça kısaldı. Balkan Harbi’nde silâhaltına alınan ve on yıl boyunca hizmet ettikten sonra ancak İstiklâl Harbi’nden sonra terhis edilen, seferberlikte esir düşüp yıllarca esâret hayatı yaşayan, kurtulup vatanına döndüğünde yakınlarınca tanınamayan kimselerin acı ama gerçek hikâyelerini hiç mevzubahis etmiyorum.

Ancak bu nesil içerisinde İngilizler’e esir düşüp Hindistan’ın doğusunda bulunan adını bile duymadığımız Burma adındaki bir ülkeye götürülen ve orada hayatının sonuna kadar demiryolu inşaatı gibi ağır işlerde çalıştırılan, çoğunun mezarı bile bilinmeyen esir askerlerimizi ve onların ailelerine yazdıkları çoğu cevapsız kalmış mektupları ele alan TRT tarafından hazırlanmış «Cevapsız Mektup» adındaki belgeselin -tekrarı varsa- izlenmesini hararetle tavsiye etmeden geçemeyeceğim.

Küçüklüğümde İkinci Dünya Savaşı yıllarında askerlik yapmış olan rahmetli dedemin ve akranlarının birçok hâtırasını dinlemişimdir. İki yıl olan normal askerlik hizmetleri bittikten sonra ihtiyaten iki yıl daha silâhaltına alındıkları için -bir önceki kadar olmasa da- bu nesil de gurbet duygusunu dolu dolu yaşamıştır. Dört yıl süren uzun askerlik hizmetinin ülkenin demografisi ve dolayısıyla ekonomisi üzerinde bıraktığı tesir, o yıllarda nüfus artışının durduğunu gösteren istatistiklerden anlaşılmaktadır. Merhum Sâdi HOŞSES’in meşhur «Sabret gönül!» şarkısı da bu uzun gurbet yıllarının terennümüdür.

Gurbeti çekmek elbette zordur. İnsan, doğup büyüdüğü yerin her şeyini özler. Siyasî sebeplerle uzun süre yurt dışında yaşamak zorunda kalan bir vatandaşımız, verdiği bir mülâkatta;

“Gurbette Türkiye’yi o kadar özlemiştim ki, Haliç’in suyu üstünde biriken çöpler dahî gözümün önünden gitmiyordu.” demişti. Gurbet bahsi geçtiğinde ilk aklıma gelen sözlerden biri budur.

Elbette bu sözde Haliç’in zikredilmesinin ayrı bir önemi vardır. Zira İstanbul’dan ayrı olmanın hicranı, ülkeden ayrı olmanın hicranını ikiye katlamaktadır. İstanbul’da hiç yaşamaksızın vatanın herhangi bir yerinden yurt dışına çıkmak da hicrandır elbette. Ancak İstanbul’da yaşayıp ona alıştıktan sonra gurbete düşmenin acısı çok daha büyüktür. Çünkü İstanbul, bütün ülkenin muhassalasını oluşturur. Bakınız memleket şairimiz Faruk Nafiz, 27 Mayıs darbesinden sonra DP mebusu olduğu için hapsedildiği Yassıada’da söylediği bir dörtlükte ne diyor:

Şimdiden çöktü garip gönlüme hicrân acısı,
Geçecek senden uzaklarda Boğaz’sız bir yaz…
Gam değil, şâire cânan bulunur her yerde
Gâm odur; her iki dünyâda bulunmaz şu Boğaz!

Gurbet elbette zordur. Ancak zorluk çekilen her şey gibi o da insanı eğitir, olgunlaştırır. Gurbete çıkmadan ne ticaret yapılabilir ne de ilim elde edilebilir. Bu sebeple eski âlimlerimiz uzun yolculuklara çıkmışlar, ömürlerinin büyük bir kısmını böyle geçirmişlerdir. Gurbetin zorluklarına göğüs germeden âlimlerle görüşmek ve onlardan istifade etmek mümkün değildir çünkü. Gelişen teknolojiye rağmen bu durum, bugün bile böyledir. Üniversiteyi okumak için her genç; genellikle doğduğu şehirden, başka bir şehre gitmek zorunda kalır, memur olduktan sonra da hemen hemen tekāüde ayrılana kadar şehir şehir gezer. Okumak, bir bakıma gurbetleri vatan tutmaktır. Evet, zordur; ancak bu zorluk sayesinde ülkede sirkülâsyon ve dolayısıyla kaynaşma gerçekleşir.

Günümüzde gelişen teknoloji sayesinde haberleşme ve ulaşımın gelişmesi, gurbetin zorluklarını biraz tahfif etmiştir. Geçenlerde bir arkadaşım sevinme ve yakınma arasında tereddüt eden bir ses tonuyla şöyle deyivermişti:

“Kardeşim, günümüzde hasret çekmek falan kalmadı. Yeni doğan yeğenimin gelişmesini memleketteki babaannesi her gün internet vasıtasıyla izliyor!”

Evet, gerçekten de havaalanına yakın bir yerde iseniz -bekleme ve gecikmeleri de dikkate alırsak- en geç 3-4 saat içinde İstanbul’a veya Ankara’ya uçabiliyorsunuz. Bu arada karayolu ulaşımında da büyük bir gelişme olduğunu söylemek bir kadirşinaslık gereğidir. Eskiden gurbet şiirlerinde bol bol yakınılan dağların, birçok yerde artık bir anlamı yok. Köroğlu’nun Bolu Beyi ile çatıştığı Bolu Dağı köstebek deliği gibi oyuldu. Eski İpek Yolu üzerinde bulunan Şanlıurfa-Ulukışla arasındaki otoyolun (eski ismiyle Gâvur Dağı, yeni adıyla) Nur Dağı’na düşen kısmında ve özellikle de Pozantı’dan sonraki kısmında tünelden çıkıp viyadüğe giriyor, viyadükten çıkıp tünele giriyorsunuz. Yani benim sayabildiğim kadarıyla buradaki sekiz tünel sayesinde artık Toros Dağları’nı tırmanma zahmetine girmeden altından kolayca geçiveriyorsunuz. Hâlbuki bu dağlar, gurbet ve ayrılık çeken eski şair ve âşıklara neler söyletmemişti! Han Duvarları şairi Faruk Nafiz, vaktiyle yolu dağlarda kesilmiş bir gurbetzedeye nasıl seslenmişti bakınız:

Bir kitâbe kokusu duyuluyor yazında,
Korkarım, yaya kaldın bu gurbet çıkmazında.
Ey Maraşlı Şeyhoğlu, evliyâlar adağı!
Bahtına lânet olsun aşmadınsa bu dağı!
Az değildir, varmadan senin gibi yurduna,
Post verenler yabanın hayduduna, kurduna!..

Gurbet acısı, gurbet çekenin kapasitesi, hasretini çektiği sevdiklerine verdiği değer ve sevdiklerinin gerçekteki değerine göre değişir. Fuzûlî’nin;

Her kimin takdîrden maksûdu öz kadrincedir,
Ehl-i ışk ister zülâl-i vasl, zâhid selsebîl…

“Hak âşıkları Allâh’a kavuşma iştiyâkı çekerken, softalar da -kabiliyetleri gereği- ancak cennette içecekleri pınarları özler.” dediği gibi herkesin gurbeti istîdâdına göredir. Yukarıda saydığımız gurbetlerden daha önemli ve daha temel bir gurbet daha vardır. Üstelik hepimiz o gurbette yaşamaktayız. Yazık ki buna rağmen çoğumuz farkında bile değiliz. O gurbet de, bu dünya hayatıdır. Çünkü Kur’ân’da belirtildiği gibi hepimiz Allâh’a aitiz ve bir gün O’na döndürüleceğiz. Allah bizleri, bu gurbetin farkında olarak gerçek sılamız olan Rabbimiz’e ve O’nun cemâline kavuşmanın iştiyakıyla yanıp tutuşan kullarından eylesin!