FÂNÎ OYUNCAKLARIN FÂNÎ BABASI…

H. Kübra ERGİN hkubraergin@hotmail.com

Geçtiğimiz aylarda bir bilgisayar firmasının yönetim kurulu başkanı kanser sebebiyle 56 yaşında hayata gözlerini yumdu. Ancak her gün binlerce insanın fânî hayata vedâ ettiği bir dünyada bu ölümün de sıradan bir hâdise olarak görülmesi beklenirken tahmin edilenden daha büyük bir gürültü koptu.

Günlerce haberlerde, hayranlarının onun bu erken ölümüne nasıl sitem ettiğinden bahsedildi. Kitabını satın almak için kuyruğa girenler, arkasından hâtıra mesajı yazmaya koşanlar… Cenazenin arkasından söylenmesi âdet olan sözlerden çok, neredeyse bir çeşit modern tapınmaya dönüşen bir dil gelişiverdi.

Sanki insanlar onun da sıradan bir insan gibi ölümlü olduğuna şaşırmış gibiydiler. Acaba Steve JOBS’un; antik çağların efsanelerindeki ilâhlaştırılmış kahramanlar gibi, ölümsüz olacağını mı umuyorlardı?

Paranın, başarının, şöhret ve makamın insanı mutlak sondan kurtaramayışı mı acıtıyordu modern insanın canını?..

Öyle ya… Milyonlarca insan, iş hayatında onun gibi başarılı olmayı hayatına en büyük gaye olarak seçmişti. Binlerce kitabın, derginin, seminerin, seansın, iş hayatına atılan herkese hedef olarak gösterdiği zirvede, o vardı. O; dünyevî başarının anahtarı olarak gösterilen vasıfları üstünde taşımak bakımından, âdeta «model insan»dı. Ama bunca servet, bir sağlıklı pankreas edememişti. Organ nakli için ihtiyaç duyulan karaciğeri bir an önce bulabilmek için, Amerika’nın bütün eyaletlerinde ev alabilecek kadar serveti vardı ama bu onun sağlığına kavuşmasına yetmedi. Tedavisi için görevinin başından ayrılmak üzere izin isterken; «Kısa bir süre aranızda olamayacağım.» demişti ama umutlar boşa çıktı.

Onun ölüm haberi sürpriz değildi aslında. Son zamanlardaki fotoğrafları, hastalığının iyiye gitmediğini gösteriyordu. Ama onu kendilerine mürşid-i kâmil ittihaz edenler hayatının böyle noktalanmasını ona yakıştıramıyorlardı nedense…

İnsanlar, onu neden böylesine gözlerinde büyütmüşlerdi? Bu adam ne yapmıştı da iddiaya göre; «Hayatlarımızı değiştiren adam.» unvanını hak etmişti?

Doğrusu ben de merak ettim, hayatını araştırdım. Bulduğum bilgilere göre bahse mevzu olan şahıs, bilgisayarların ferdî istekler için kullanılmasına öncülük eden kişilerin başında geliyormuş. Önceleri bilgisayarlar, üniversitelerin ve benzeri müesseselerin ihtiyaçları için üretilir ve geliştirilirken; onun zamanla çoluk çocuğun elinde gezen bir nesne olmasının sebebi, pazarlama stratejileriymiş. Her yerde müzik dinlemeyi, oyun oynamayı, iletişim kurmayı mümkün kılan, ekranına dokunarak kullanılabilen, ince ve küçük bilgisayarlar tasarlamak ve daha doğrusu piyasaya sürmek onun fikriymiş. Anlaşılan arkasından söylenen «elinizden düşürmediğiniz aygıtların yaratıcısı(!)» gibi sözlerle kastedilen buymuş. Ayrıca dijital teknolojinin medya ve film endüstrisinde kullanılmasını sağlayarak devâsâ Amerikan eğlence sektöründen büyük bir pay kapmış.

Doğrusu bu kadar yüceltilen kişinin başarılarının (!) bu tür tüketim ve eğlenceyi körüklemekten ibaret olması karşısında hayal kırıklığına uğradım. Beklerdim ki, bu adam; bu kadar övüldüğüne göre, dünyadaki beslenme ve sağlık meselelerine bir çözüm getirmiş olsun. Yahut dünyanın enerji problemine çözüm getiren bir teknik geliştirerek, her geçen gün enerji kaynaklarının paylaşımı üzerinde kutuplaşmaya ve belki dünyanın en büyük savaşına doğru giden cihanı büyük bir felâketten kurtarmış olsun. Hiç değilse zenginle yoksulun arasındaki uçurumu biraz olsun kapatacak bir çare bulup, insanları sokaklara döken adaletsizliğin çözümüne katkı yapsın.

Hayır, Steve JOBS bunların hiçbirini yapmamıştı. Aksine onun yaptığı şeylerin hemen hepsi kapitalizme hizmet etmekten ibaretken insanoğlunun kendine yabancılaşmasına biraz daha katkıda bulunmuştu.

Evet, gerçekten de bugün gençler; onun üretimine ön ayak olduğu âlet-edevâtı ellerinden düşürmüyorlar. Bilhassa ürünlerin reklâmı ve pazarlanma stratejisinde eğlence unsurunun öne çıkarılmasının da etkisiyle çocuk ve gençler bu âletlerle yatıp kalkar oldular. Bu sebeple de korkarım ki bu neslin içinden birçok gencimiz tıpkı JOBS gibi kansere yakalanacak ve eğlenceyle israf ettiği hayatına erkenden vedâ edecek. Amerika’da beyin kanserlerinde artışın sebep olduğu korku sebebiyle idareciler cep telefonlarının üzerine «Sağlığa zararlıdır!» yazmaya hazırlanıyor.

Üstelik bu ürünler sadece, beden sıhhatine zarar vermekle kalmıyor; internet bağımlılığı, dikkatini yoğunlaştırma güçlüğü, hızlı ve eğlenceli olmayan hiçbir şeye dayanamaz hâle gelme gibi psikolojik bozuklukları da tetikliyor ve azdırıyor. Böylece hem ferdin, hem de ailevî ve içtimâî bünyenin sıhhatini bozarak istikbâlimiz nâmına endişe uyandırıyor.

Bu ürünlerin üretimi, pazarlanması ve kullanılması sırasında lüzumsuz yere sarf olunan para ve enerji ise iktisadî ve tabiî (ekolojik) dengesizliği büsbütün azdırıyor. Zaten dünyadaki iktisadî düzen; kitleler hâlinde insanların sınırlı servetini büyük şirketlere pompalıyor, bu gibi tüketim maddelerini -lüzumlu olduğu için değil, eğlence ve gösteriş için- satın almak, gelir dağılımını daha da fazla bozuyor. Bu cihazlardan bir tanesinin, birkaç tane asgarî ücrete tekabül ettiğini söylemek ne demek istediğimizi yeterince açıklayacaktır.

Kısacası, batıda yayımlanan karikatürlerde, güya cennette meleklere dahî akıl verdiği tahayyül edilen ve eşi bulunmaz bir «dâhî» olduğundan dem vurulan bu şahıs, insanların hiçbir derdini çözmemiş, sadece sürüklenmekte olduğumuz felâketi unutacak şekilde uyuşturma yoluna gitmişti, eğlendirici filmler, oyunlar ve oyuncaklarla…

Bütün bu sözlerden, bu cep ve tablet bilgisayarlarının faydasını inkâr ettiğimiz anlaşılmasın. Bilâkis bir insanın kütüphaneler dolusu kitabı çantasında taşımasını ve istediği zaman, istediği yerde okumasını, araştırma yapmasını sağlayan bu âletler; gayeli bir şekilde kullananlar için çok faydalı…

Hem bu haber alma vasıtaları;

“Dünyanın hangi köşesinde müslüman kardeşinin uzatacağı yardım elini bekleyen ihtiyaç sahipleri var?”

“Hangi müessese bu muhtaçların derdine merhem olmaya koşuyor? Böylece hayır işlemek isteyenlere hayır hizmetlerini ayağına getiriyor?” diye haberdar olmak isteyenlere dünyanın her köşesinden manzaralar getiriyor.

Bu âletler, hayatın idâmesi için zarurî işleri yaparken bir yandan da Kur’ân veya sohbet dinlemek isteyenler için de büyük bir imkân. Bilhassa Nakşibendî yolunun «el kârda, gönül yârda» prensibine de çok uygun…

Zaten bu gibi teknik âletlerin de Allâh’ın zekâ ve yetenekle donattığı insanlar eliyle mü’min kullarına verdiği nimetler olduğuna yakînen inanıyoruz. Bu kolaylıklar, Mevlâmız’ın âhirzamanın zayıf ve ömrü bereketsiz kullarına yardımı hiç şüphesiz.

Hem bütün bu teknik nimetlerin kimin eliyle yapılmış olursa olsun, bilhassa mü’minlere verildiğini söylemek yanlış olmaz. Çünkü diğer insanların ya fânî hayatın menfaati için yahut da tamamen faydasız bir oyalanma için kullandığı bu vasıtaları, yüksek gayeler için kullanmak asıl mü’minlere nasip olabilir…

Mü’minler Allâh’ın yerden verdiği nimetleri, gökten indirdiği hidâyete uygun kullandıkları takdirde; bu nimetleri, sonsuz bir mükâfatın vasıtası olarak değerlendirebilirler. Böylece araçlara sevinen, bu araçları buldu, keşfetti, îmal etti diye birtakım fânîlere tapınan ama; bu araçlarla ulaşacakları bir amaçları olmayan kitlelerden üstün olabilirler.

Bu sebeple biz mü’minler bal için arıya değil, arıyı yaratana şükrettiğimiz gibi; fânî adamlara değil, onlara verdiği zekâ ve ilhamlarla bizlerin hayatına kolaylıkları ihsan eden Rabbimize minnet duyarız. Ayrıca arının balını yerken iğnesinden sakındığımız gibi bu araçlardan faydalanırken onların oyalayıcı ve gayemizi unutturucu fitnesinden de sakınmaya çalışır, bunun için yine Rabbimizden irade kuvveti niyaz ederiz.

Bizim inancımız verilene ve veren ele değil, asıl ihsan edene ve veriş gayesine bakmayı gerektirdiği için olsa gerek biz bir fânînin böylesine yüceltilmesine akıl erdiremiyoruz. Aksine, icat edenine bile bir faydası olmamış oyuncaklarla lüzumundan fazla oyalanmayıp onun başına gelen bizim de başımıza gelmeden önce sonumuzu düşünelim, diyoruz.

Bir konuşması esnasında hayat felsefesinden bahsederken; bir zamanlar okuduğu, ‘her günü hayatının son günü gibi yaşa, bir gün mutlaka haklı çıkarsın,’ cümlesinden çok etkilendiğini söylemiş. Konuşmasında ölüme de epey geniş bir yer ayıran iş adamının ardından Budist çevreler onun Hindistan seyahatinden ve et yemediğinden bahsederek dinlerinin propagandasına alet etmeye çalıştılar.

Suriyeli, Abdulfettah isimli bir müslümanın oğlu olarak dünyaya gelip, Amerikalı, Ermeni bir anneye evlatlık verilen Jobs, bu dünyadan hangi itikat üzere ayrıldı bilmiyoruz. Ama onun gibi nice akıllı ve becerikli evladımızın batı medeniyetine hizmet ederek hayatlarını ziyan etmesine hüzünleniyoruz.