NE MÜBÂREK BİR AY!..

İrfan ÖZTÜRK

Ey kardeş! Ayların sultanı mübârek Ramazan geldi, kadrini bil! Çok çabuk geçer. Ömür de böyle çok çabuk geçer. Namaz vakti de böyle çabuk geçer.

«Ramazan yine gelir.» deme, giden Ramazan bir daha gelmez. Gelecek Ramazan başka bir Ramazan’dır. Belki Ramazan kıyâmete kadar gelecek, fakat bu Ramazan belki senin son Ramazan’ındır.

«Namaz geçti, yine gelir.» deme. Belki bu senin son namazındır.

«Emekli olayım da sonra ibâdete başlayayım.» deme. Belki, seni emekli olmadan cansız ata bindirirler. Dikişsiz gömlek giydirirler. Urgansız, zincirsiz bağlayıverirler. Hemen gayret kuşağını bağla; günahına çokça ağla; seherlerde ciğer dağla. Rabbine kıyâm et, kıraat et. Huzûrunda el bağla…

Fânîliğini düşün. O Bâkî…

Zayıflığını düşün. O Kavî…

Ne güzel şey; Rabbi ile buluşmak! Ben, sana onun tadını nasıl anlatayım? Köre rengi, sağıra âhengi anlatabilir misin? Kör görmeyince ona renk, sözle nasıl anlatılır? Bu rengârenk çiçekler, ağaçlar, gökler ve güneşler, suda oynaşan balıklar; gözü görmeyene nasıl gösterilir? Burnu koku almayana gülün kokusundan, sümbülün edâsından, fulyanın şemmesinden nasıl bahsedilir? Sağıra kuşların cıvıltısı, suların şırıltısı, Kur’ân ve ezanın nağmeleri nasıl anlatılır?

Bu mübârek ayda Rabbinle başbaşa kalırsan; gözünden bir gün perde kalkacak, renkleri göreceksin. Burnun koku alacak, güllerin, sümbüllerin, fulyaların, nergislerin kokusunu duyacaksın. Sağırlığın gidecek, onların her dâim Allâh’ı zikrettiklerini işiteceksin. Kalp kulağın açılacak, Kur’ân’dan haz duyacaksın. Bülbüllerin nağmelerinin, suların şırıltısının altında «Tevhîd»in sesini işiteceksin.

Bunlar, dünyada ulaşabileceğin nimetlerdir ve bir gün sona erecektir. Ya, bir de âhirette nâil olacağın nimetler… Hem onların sonu da yok, ebedî…

İşte, Ramazan geldi ve her gece münâdî nidâ etmede, duyabildin mi?

«Bizi isteyen, bizi seven yok mu?.. Biz de onu sevelim!»

İşte, bu nidâ ile her Ramazan akşamı ve her Ramazan gecesi seslenilmektedir. Bu da Ramazân-ı şerîfe mahsus bir nimet-i ilâhîdir.

Ey kardeş! Bu Ramazân’ı ganimet bil; gündüzleri sâlihler gibi orucunu tut, geceleri terâvih namazına devam eyle, gündüzleri ve geceleri ihyâ eyle! İbâdetsiz geçen ömür, ömür değildir. Allah’sız geçen vakitler vakit değildir.

Hemen gayret kuşağını kuşan; Allâh’a yarar amelde bulun. Efendimiz’in geceleri ibâdet etmekten mübârek ayakları şişmişti. Senin ve benim uyumaktan gözlerimiz şişmekte. Birçok geceler nefsin için uyumadın. Nefsinin isteklerini verdin. Allah için, Nebî -aleyhisselâm-’ın rızâsı için kaç gece, kaç saat uykunu terk eyledin?

Uzun uykulara yakında yatacaksın. Belki birkaç bin sene uyuyacaksın. O uzun uyku gelmeden; karanlık kabirde amelinle tek başına kalmadan, biraz uykuyu terk eyle. Rabbine dön; zira sonunda yine O’na döneceksin. Seni yalnız bırakacaklar. Toprak içinde imdadına kimse gelmez. Haramdan kazanıp bıraktıkların sana fâide vermez. Başına belâ olacaktır. Senin mîrasını yiyenler sana bir Fâtiha bile okumayacaklar; senin arkandan bir mevlid, bir Kur’ân okutmayacaklar; senin için bir hayır bile yapmayacaklardır. Senin ise kabir içinde ellerin zincirde kalacak…

Aziz okuyucu! Ramazan çok büyük bir ay ve bu ayda Rahmet-i Rahmân cûş u hurûşa gelmede. İşte böyle bir ayda Rabbine âsî olup, oruç tutmayanın, terâvihi tembellik yaparak terk edenin de, nimetlerden mahrum olacağı malûm.

Bu ayda bir gece var ki, bu gecede ana rahmine düşen çocuklar saîd oldu, öyle ki yalnız müslüman çocukları değil; bu gecede ana rahmine düşen kâfir çocuklarının dahî, son nefeste îman nasip olunarak, îman üzere göçecekleri rivâyet olunmuştur. Ramazân’a hürmet eden kâfirler dahî son nefeste îman ile göçerler.

Bir mübârek Ramazan günü, bir mecûsînin çocuğu, elinde ekmekle sokağa çıkar. Bu hâli gören çocuğun babası, onu kolundan tutup hemen evlerine girmesini söyler ve der ki:

“Oğlum, ayıptır; müslümanlar oruçlu, biz mecûsîyiz ama terbiye icabı oruçlu müslümanlar karşısında böyle yemek yemek hem ayıp, hem de âdâba mugayirdir. Yemeğini evine girdiğin zaman ye!”

Her fânî gibi, bir gün gelir mecûsî ölür. O şehrin âbid ve zâhidleri, bu zâtı rüyalarında cennet-i âlâda görürler. Kendisine;

“–Sen bir mecûsî idin, Allâh’a şirk koşardın. Nasıl oldu da cennete kabul olundun?” dediklerinde o zât;

“–Doğru söylüyorsunuz. Ben mecûsî ve müşrik idim. Ölüm bana erişip, Azrâil rûhumu kabzetmeye geldiğinde Allah Teâlâ; Hazret-i Azrâil’e emredip;

«Kulumun rûhunu küfr üzre alma. Ona hidâyetim erişti. Îman üzere kabzeyle!» buyurdu.

Ben de ol kelime-i münciyeyi söyleyip; «Lâ ilâhe illâllah Muhammedü’r-Rasûlullah» deyip rûhumu teslim ettim. Böyle iltifata ermeme sebep ise, çocuğumu bir Ramazan günü mü’minlere karşı yemek yemekten men ettiğimden ötürüdür.

Böylece Azrâil aleyhisselâm-’a Allah -celle celâlühû-;

«O, Ben’im Ramazân’ıma hürmet etti. Mü’min kullarıma saygı gösterdi. Zât-ı ulûhiyyetime lâyık olan, böyle kişiyi cennetime almaktır.» buyurdu ve yaptığım bu işten dolayı rahmet-i ilâhiyyeye erişip; cennete girdim.” dedi.

Ramazân’a hürmet eden bir kimse, bir mecûsî iken böyle mükâfata ererse; biz mü’minlerin ne gibi derecâta ereceğimizi senin iz‘an ve irfanına terk eyliyorum.

Ey kardeş!

Oruç tuttun, açların hâline vâkıf oldun, bir gün de evinde ateş yakma, soğukta oturanların hâlini öğren! Bir soğuk günde ayakkabılarını çıkar, kara ve suya çıplak ayaklarınla bas ve karda, çamurda çıplak ayakla yürüyenlerin hâlini bil!

Bir gün de evinin pencerelerini aç, camsız evde oturanların hâline vâkıf ol!

Bir gün paltosuz karlı havada sokağa çık da, paltosuzların hâline vâkıf oluver! Yoksa karnın tok iken, aç kimsenin hâlinden; evin sıcak iken, soğukta oturanların ef‘âlinden; ayağında sağlam ayakkabıların, sırtında kalın elbisen ve palton var iken çıplak ayaklıların, paltosuzların hâlinden haberin olmaz.

Açları doyur ki, cennet sana âşık olsun. Çıplakları giydir ki, herkes yarın mahşer günü çıplak olduğunda; sen üryan olmayasın. Nice yoksullar ve yetimler var, onların hâline vâkıf ol. Belki senin de ailen yoksul, çocukların yetim olacaktır. Çünkü devran dönmekte. Nice varlıkların yokluğa mahkûm olacağı, nice zelil olanların izzete çıkacakları ve ne olacağı kimse için malûm değildir.

Derler ki:

“Ramazân’ın son gecesi olduğunda, semâvât, arz ve melâike, ümmet-i Muhammed’in musibetine ağlarlar.”

Ramazân’ın gitmesine, semâ ve arz ağlıyor, yerler-gökler inliyor. Hâlbuki asıl ağlamak bize düşer, inlemeler ve teessüfler bize gerek. Zira böyle mübârek bir aydan ayrılıyoruz. Bir daha Ramazân’a yetişeceğimiz meçhul?..

Cenâb-ı Hak, cümlemize rızâsına uygun bir şekilde, oruç ve tâatlarımızla mübârek Ramazân-ı şerîfi ihyâ etmeyi nasip eylesin. Âmîn…

Oruç, nefsin düşmanı,
Kardeş, Rabbini tanı!
Rabbimiz ihlâs ile,
Sever oruç tutanı…

(Gülzâr-ı İrfan)