SAATLERİMİZİ, İNTERNETE GÖRE Mİ AYARLIYORUZ?

Ayla AĞABEGÜM aylaagabegum@hotmail.com

Ailelerden internet şikâyetlerini dinlerken, değişik hikâyeleri senaryolaştırsak diyordum.

Çok sevdiğim bir ailede, gece misafir olmuştum. Evin genci, saatlerce bilgisayarın başından kalkmadı. Biz yatarken;

“İyi geceler!” diyebildi ve bilgisayarına döndü. Kendi kendine oynadığı bir spor oyunuymuş. Sabaha kadar oturduğu için kahvaltıda yoktu. Bizim saatimizle onların saatleri farklıydı.

Apartmanımızın bir müştemilâtı var. Kiraya verip, apartmanın masrafını karşılıyoruz. Yaşadığımız sürenin içinde, olayların gidişâtı; Türkiye’yi daha iyi tanımamıza ve aktüel konularda düşünmemize vesile oluyor. Kiracı, bir yıllık kiramızı ödemeden çıktı. Yeni kiracının taşınması için, bir yıllık kira kadar tamir masrafı ödemek zorunda kaldık. Eskiyen bir tahta kapıyı tamir ettirmek için civarda bir marangoz bulamamıştık. Kiralarını ödeyemeyenler dükkânlarını kapayıp gitmişti. Tek kalan marangoz, küçük tamir işlerine girmiyordu. Tahta olmayan bir kapıyı, kaç misli ödeyerek yaptırdık. Tüketim ekonomisine, «eskiyince at» zihniyetine karşı, yeni modeller üretmeliydik.

Tamir olacak iki sandalyemi de atmak zorunda kalmıştım. Mahallede çocukluğunu bildiğim elektrikçim, kiranın fazlalığı yüzünden dükkânını kapatmıştı. Yalnız bir mahalle sakinimizden uzaklaşmamıştık. Zira tamirleri ahlâkî ve İslâmî ölçüler içinde yapardı.

Bir anda kendimi belediye başkanı olarak düşündüm ve çare üretmeye başladım:

Geniş bir alanda tamir atölyeleri kurdum. Burada sanat okulunun çeşitli branşlardaki öğrencileri yaz tatillerini, boş zamanlarını değerlendirmek için çalışır, harçlıklarını çıkarırlardı. Dükkânını kapatmak zorunda kalan marangozlar çalışabilirdi. Böylece biz; memurlar, emekliler, dar gelirliler rahata kavuşurduk.

Kurduğum atölyelerde gençler, dükkânı kapananlar da çalışabilirdi.

Kurdurduğum yemek atölyelerinde ev hanımları vardiyalı çalışacaktı. İşinden gelen memur, işçi, serbest meslek sahibi; akşam yemeği yoksa ucuza oradan alabilecekti.

Hayallerim güzeldi, uyanmalıydım; ben belediye başkanı değildim.

«Gençler, çocuklar; yazın ne yapmalı?» konusundan buralara gelmiştik. Apartmanın tamir ettirdiği müştemilâtı kiraya vermek için, resimlerini çekip internete koyduk. İrtibat telefonuna benim telefonumu vermişler. İki gün telefonum susmadı. Gece 12’de arayan birkaç hanıma;

“İnternet saatleriyle, benim saatim farklı mı?” dediğimde yanlışlarını anlıyorlardı. Çünkü onlar için zaman durmuştu. Evimiz iki gün içinde kiraya verildi. Uzak olduğum internetin hikâyelerini ben de yaşadım.

Gençleri, çocukları, hanımları bu hastalıktan nasıl kurtaracağız? Hep beraber düşünelim.

Son bir hikâye:

Anne eve geldiğinde yorgundur. Bütün gün çalışmıştır. Akşam yemeği yendikten sonra, çocuk; annesiyle oynamak ister. Oysa annesi kahvesini alıp bilgisayarının başına yerleşmiştir. Çocuk, bir süre annesiyle konuşmaya çalışır. Anne, kısa cevaplarla çocuğu başından savmaktadır.

“–Son bir soru, ne olur cevap ver!” dediğinde isteksiz bir şekilde çocuğun yüzüne bakmadan;

“–Peki, çabuk söyle.” der.

Çocuk merakla;

“–Anne, sen saatte kaç lira kazanıyorsun?” diye sorar.

Anne, saçma bulduğu soruya isteksiz olsa da cevap verir:

“–Çok mu merak ediyorsun, sekiz lira.” der.

Çocuk yalvarmaya başlar;

“–Yarın okulda lâzım olacak, bana iki lira ver!” diye tutturur. Önce kızar, çocuk ağlamaktadır. İsteksiz bir tavırla;

“–Çantam, masanın üzerinde, getir.” der. “İki lirayı kaybetme sakın!” diyerek uzatır.

Çocuk, odasına gider, günlerce biriktirdiği harçlığının üzerine iki lirayı da koyarak, parayı annesine uzatır ve;

“–Anne; işte sekiz lira, bir saatliğine benimle oynar mısın?” der.

Tatil yaklaşıyor. Çocuklarımızı, gençlerimizi; internetin pençesinden nasıl kurtaracağımızı düşünmek zorundayız. Tabiî, internet tiryakisi olan anne ve babalarımızı da düşünmek zorundayız. İnternetin dışında, içki, sigara kullanan, zararlı eğlence yerlerine giden arkadaşları da eğitmeye çalışmak hepimizin görevi.

Çocukları ve gençleri hayatın içine çekmek; meşgul olmaktan, çalışmaktan zevk alır duruma getirmek için neler yapabiliriz?

Her gün pişireceğimiz yemeği beraber düşünmek, ihtiyaç listesini beraber hazırlamak, alışverişe gitmek, pazara gidildiğinde meyve ve sebzeyi beraberce seçmek, onun beğendiğini almıyorsak sebebini açıklamak, böylece onları hayata hazırlamak. Bütün bu işleri yaparken, erkek ve kız çocuklarını beraberce hayata hazırlamalıyız.

Markette sararmış, hayvanlara yem olacak kabağı, dolma yapmak için alan bir hanımı görünce ikaz etmiş ve beraberce market sorumlusuna durumu bildirmiştik. Kadın, ayrılırken bana teşekkür etmişti.

Eve getirdiğimiz sebzeleri yıkarken, pişirirken, yemek yapmayı bir eğlence hâline getirmek, sonunda onları ödüllendirmek…

Çocuklarımıza tabiatı sevdirmek için önce bahçemizde yoksa balkonumuzda o da yoksa evde saksılarda çiçek yetiştirmek; çiçekleri beraberce ekmek, sulamak, çabuk büyümeleri için onlarla konuşmak, yapılan her işi oyun hâline getirmek. Saksıdaki çiçeklerden bazılarını açtığı zaman hediye olarak götürmek ve çocukların yetiştirdiğini büyüklerle paylaşırken, onların takdirini kazanmak; beraberce yapılan kekleri, çörekleri de arkadaşlarına, yakınlarına çocuklarla göndermek.

Kitap okuma saatlerini beraberce tespit etmek, okuma saatlerinde okunanların anlaşılması için, sorularla konuyu anlatmaya çalışmak, onları rahat ve güzel konuşturmak için çarelerden biridir. Seçtiğimiz parçaların kısa; içinde düşündürücü, ders verici unsurların olması önemlidir. Özellikle seçilen parçaların devamlı çocuklara öğüt vermesi onları sıkar. Zaman zaman büyüklere de öğüt verici parçalar olmalıdır.

Örnek iki parça:

BÖĞÜRTLENLİ PASTA

Tatilde bir anne iki oğlunu da alarak, köydeki dedelerinin yanına giderler. Dedelerini çok sevdikleri için bütün işleri beraber yaparlar. En sevdikleri iş, sepetlerini alıp böğürtlen toplamaya gitmektir. Böğürtlenleri getirdiklerinde anneleri böğürtlenli pasta yaparak onları ödüllendirmektedir.

Biraz tembel olan, sepeti yarım getirir. Annesi;

“Kardeşinin sepeti doluyor. Sen de dikkatli topla!” diye tembih eder. Çocuk, tembelliğe devam etmektedir. Annesi o gün yaptığı pastadan sadece bir dilim vererek çocuğu cezalandırır.

Ertesi gün yaramaz çocuk, böğürtlenler çok görünsün diye sepetin dibine çimen doldurur. Üstüne, çimenleri kapatacak şekilde böğürtlen yerleştirir. Sepet ağzına kadar doludur. Dedesi «aferin» der.

Böğürtlenlerden yapılan pastayı yemeye oturduklarında anneleri yaramaz çocuğun önüne ayrı yaptığı, ufak bir pastayı koyar. Mükâfat olarak onu ayrı yaptığını söyler. Çocuk, kardeşinden ayrı mükâfatı aldığında sevinmiştir. Pastanın üstü böğürtlenlidir. Alt kısımlarını çiğneyemez. Çünkü getirdiği çimenler, pastanın içindedir. Yaramaz çocuk, önüne bakarken utanmıştır.

Dedesi;

“Her kim aldatmaya kalkarsa, aslında kendini aldatmış olur.” der ve başka bir şey söylemez.

Hikâye beraber okunurken, paragraflar biterken durulur. Sorularla bilmece gibi hikâyeyi çocuğa tamamlatmak da mümkündür. Böylece onun hayal dünyası gelişecektir.

Çocukları yazmaya teşvik etmek için, tatil gelince masaya bir kavanoz koyun. Üstüne «Hâtıralar Kavanozu» yazın. Her gün beraberce konu tespit ederek yazın ve kavanoza atın. (Unutamadığınız, sevindiren, üzen, düşündüren, öğüt veren…) yazılar, hâtıralar okunur, değerlendirilir. Zaman zaman güzel sözler, mısralar yazılıp konur ve yazılan konuda konuşarak değerlendirmeler yapılır. Zaman zaman da yazılan mısralar ezberlenir.

ÇOCUKTAN BÜYÜKLERE ÖĞÜTLER

(Bir psikiyatristin hâtıralarından, yanlış eğitim kurbanı bir çocuğun, büyüklere düşündüren sözleri.) (Birçok kitapta bu bölümü bulursunuz.)

1. Beni şımartmayın. Her istediğim şeyi elde edemeyeceğimi biliyorum. Sadece sizi deniyorum.

2. Bana tatlı-sert davranmaktan çekinmeyin, ben bunu tercih ederim. Kendimi daha güvende hissetmemi sağlar.

3. Kötü huylar edinmemi önleyin. Bunların erkenden ortaya çıkarılmasında ve önlenmesinde, sizin bana yardımcı olacağınızı düşünüyorum.

4. Yaptığım yanlışları, başkalarının önünde söylemeyin. Benimle yalnız konuşursanız, söylediklerinizi daha iyi anlarım.

5. Sizden nefret ettiğimi söylediğimde öfkelenmeyin. Aslında sizden nefret ediyor değilim. Beni engelleme gücünüzden nefret ediyorum.

6. Beni herhangi bir şeyden kurtarmaya çalışıp başaramadığınızda çok da üzülmeyin, bazen acı veren yollarla öğrenirim.

7. Küçük hastalıklarımı büyütüp benden ümit kesmeyin. Bunları yenecek güçteyim.

8. Bana yerine getiremeyeceğiniz şeyleri söz vermeyin. Bu sözler yerine gelmeyince kırılırım.

9. Kendimi istediğim gibi anlatamadığımı unutmayın. Beni anlamaya çalışın.

10. Dürüstlüğümü fazla zorlamayın. Korkup yalan söyleme eğilimi gösterebilirim.

11. Tutarsız olmayın. Bu benim kafamı iyice karıştırır ve size olan güvenimi sarsar.

12. Benden özür dilemeyecek kadar gururlu olmayın. İçten bir özür, beni size daha çok yaklaştırır.

13. Büyümek için sizin ilginize muhtacım. Ama bunu size söylemem gerekmez değil mi?

Yalnız çocukları ve gençleri değil, ortak parçalarla büyükleri de düşündürebiliriz.

Yaz tatili içinde âdâb-ı muâşeret kaidelerini de oyunlarla alışkanlık hâline getirelim. Bütün ev halkı, kuralları konuştuktan sonra uygulayacak ve unutana uygun cezalar verilecektir. Cezaların eğlendirici olmasını sağlayalım. Zaman zaman çocuklarınızın arkadaşlarını kek yemeye davet edin ve eğlenceli kararlarınızı onlarla da paylaşın. Zararlı olanları, yanlış olanları; yasaklarla değil, zararlarıyla açıklayın. Örnek parçalarla açıklamaya çalışın. İçki konusunda Jack LONDON’un «Alkollü Anılar» kitabından seçeceğiniz bölümleri okumak faydalı olacaktır.

Kitabın bir yerinde yazar;

“İçkinin içilmesini ancak ve yalnız anneler önleyebilir. Onlar meclise girerse «içki yasağı» teklifini kabul ettirebilirler. Çünkü onlar annedir.” demektedir.

Çocuklarımız böylece içkinin zararlarını ve dînimizde günah olmasının sebeplerini anlatabilirler.

Sağlıklı ve huzurlu tatil günleri dileyelim…