ECİRDE, İSTANBUL’A ORTAK!

Handenur YÜKSEL

Peygamberimiz’e ilk îman edenler arasında bulunan Hazret-i Osman bin Affan -radıyallâhu anh- 574 yılında Mekke’de doğdu. Ashâbın zenginlerindendi. Müslümanlığın gelişip yayılabilmesi için maddî gayretin her türlüsünü göstermişti.

Peygamberimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in kızlarından; önce Rukiye, onun vefatı üzerine Ümmü Gülsüm ile evlendiğinden, iki nur sahibi anlamında, «Zi’n-Nûreyn» lakabıyla tanındı.

644 yılında İslâm’ın üçüncü halîfesi olarak devletin başına getirilen Hazret-i Osman -radıyallâhu anh-, dînin yayılması için büyük çaba harcadı. Kuzey Afrika ve Kıbrıs, onun döneminde fethedildi. 82 yaşındaki halîfe, 17 Haziran 656’da âsîler tarafından şehid edilerek hayata vedâ etti.

***

Hazret-i Osman hilâfete geldiğinde ilk iş olarak Endülüs’ün fethine girişmiş, Endülüs’e ulaşan İslâm ordusuna hitâben bir bildiri hazırlamıştı. Bildirisindeki şu cümle dikkat çekicidir:

“Siz, o ikisini -veya ikisinden biri olan Endülüs’ü- fethettiğiniz zaman, ecirde onu (İstanbul’u) fethedene şerik (ortak) olursunuz vesselâm…”

Onun bu sözünden anlaşılıyor ki; -ona göre- Endülüs’ü fethedenler, İstanbul’u fethetmiş gibi sevap ve ecir alacaklardır. Endülüs’ün fethi; onun bu gaye ile kumandanlar tayin etmesi ve onları ansızın deniz üzerinden oraya göndermesiyle başlamıştır, denilebilir.1

VEZİRLİK KOCAMIŞLARA KALDI!

Tarihimizin kahraman kumandanlarından Tiryaki Hasan Paşa 1530’da doğdu. Enderun’da yetişen ve uzun hizmetlerin ardından 1594’te Bosna Beylerbeyliğine getirilen Hasan Paşa, 1600 yılında Kanije Beylerbeyi tayin edilmişti. Bir yıl sonra Avusturya Arşidükü, 50 bin kişilik bir ordu ile Kanije’yi kuşattı. Fakat düşmanın şiddetli hücumları, Hasan Paşa’nın aldığı dâhîce tedbirler karşısında eriyip gidiyordu. Paşa, düşmanın mâneviyâtının bozulduğu bir esnada, üç bin kişilik bir kuvvetle kaleden çıkıp; Nemçe askerine taarruz ederek, hepsini perişan etti. Haçlılar 18 bin civarında ölü vermişti. Sultan III. Mehmed; Avusturya’nın bozgunuyla neticelenen bu harika zafer üzerine, Paşa’ya vezirlik rütbesi verdi.

Tiryaki Hasan Paşa, 1611 Haziran’ında Budin Beylerbeyi olduğu sırada vefat etti.

***

Kanije zaferi, hem padişah, hem de ahâlî tarafından büyük memnuniyetle karşılanmış, İstanbul’da büyük şenlikler düzenlenmişti. Sultan III. Mehmed, Tiryaki Hasan Paşa’ya vezirlik rütbesi vererek mükâfatlandırmış, vüzerâ haslarından başka, üç hil‘at, muhteşem takımlı üç at ve murassâ kılıçla da taltif etmişti. Bu durum, kendisine bir hatt-ı hümâyunla bildirilmişti.

Hasan Paşa’nın, bu tebrik ve övgülere karşı takındığı tavır son derece dikkat çekiciydi.

O, kendisine vezirlik pâyesi verilmesi üzerine hissiyatını, dostu Fâizî Efendi’yle şöyle paylaşmıştı:

“Kanije’deki cüz’î hizmetimize karşılık, bize vezâret vermişler, hatt-ı hümâyun göndermişler. Hâlbuki Kanunî Sultan Süleyman merhum zamanında, Piyâle Paşa; oğlu, Sultan Selim Hazretleri’nin damadı olduğu, deniz muharebelerinde bütün hıristiyan krallarının donanmalarına galip geldiği ve Sakız Adası’nın fethine nâil olmak gibi birçok muvaffakiyete mazhar olduğu hâlde, kendisine vezâret çok görülmüştü.

Şimdi Halîfe-i İslâm’ın hatt-ı hümâyunu, Kanije muhasarası gibi cüz’î hizmetlere mükâfat olmaya başladı. Devlet-i Aliyye’nin vezâreti, benim gibi kocamış fertutlara (bunaklara) kaldı. Ben buna teessüf etmeyeyim de neye edeyim?”

***

Onların, saltanatın şânına hürmetleri o derece âlî idi ki, devletin verdiği ödülleri kendi nefislerinden bile kıskanıyorlardı.

RİZE EŞKIYÂSINI GÖNDER!

Kurtuluş Savaşı’nın halk kahramanlarından olan Recep Reis (İpsiz Recep), 1862 yılında Rize’de doğdu. Nakliye işiyle uğraşan Recep Reis, işgal yıllarında Kuvâ-yı Milliye emrine girerek büyük hizmetlerde bulunmuştu. Rum çetelerine sürekli baskınlar veriyor, çevreyi eşkıyâdan temizliyordu. Daha sonra Karasu’da karargâh kuran Recep Reis ve gönüllüleri, bölgedeki Yunan birliklerine büyük zâyiat verdirdiler. Düzenli ordu içinde yer alarak; hem Kandıra, hem de Adapazarı’nın kurtuluşunda önemli rol oynadılar. Gösterdiği bu başarılar üzerine kendisine milis yüzbaşısı unvânı verildi. Hayatının son yıllarını Sakarya Nehri kıyısında, Karasu’ya bağlı bir köyde geçiren Recep Reis, 11 Haziran 1928’de hayata vedâ etti.

***

İpsiz Recep; Boğaz’da çöreklenen Rum çetelerini temizledikten sonra, oradan sessizce ayrılmıştı. Fakat hem İngiliz, hem de Yunan istihbaratı tarafından her yerde aranıyordu. Önce Şile’ye oradan Kefken’e gelmiş, sonra da Karasu’da karargâh kurarak Kurtuluş Savaşı saflarına fiilen katılmıştı. Fakat çetesinin mevcudu büyük işlere yetmiyordu. Bu amaçla Rize’deki ahbaplarından yardım istemiş, samimî bir dostuna şöyle bir telgraf çekmişti:

“Ey Koca Mehmed Efendi! Düşman burada malımıza, canımıza kast ederken, sen Rize sokaklarında bastonuna dayanıp geziyorsun! Derhâl bütün eşkıyâyı toplayıp, Tuzcuzâde Halit Ağa’nın maiyetine ver, buraya gönder!”2

***

Ankara’dan izin alınmış, «ıslah-ı nefs» etmeleri şartıyla, Rize hapishanesinin eşkıyâları serbest bırakılmış, cezaevi hükümlüleri, vatan için çarpışmak üzere Recep Reis’in emrine verilmişti.

BEYİM, SİZ NE DİYORSUNUZ!

Son yüzyılda ülkemizin yetiştirdiği ünlü düşünce, kültür ve edebiyat adamlarından olan Peyami SAFA, 1899’da İstanbul’da doğdu. Basın hayatına Akşam gazetesinde başlayan Safa, çeşitli gazetelerde fıkra yazıları yazdı. Fıkra, makale, araştırma, hikâye ve roman türlerindeki çalışmalarıyla fikir ve düşünce dünyamızın önemli isimleri arasında yer aldı. Düşünce yazılarının toplandığı sekiz bölümlük «Objektif» serisinin yanı sıra, psikolojik tahlilleriyle öne çıkan pek çok roman kaleme aldı. «Bir Tereddüdün Romanı, Matmazel Noraliya’nın Koltuğu, 9. Hâriciye Koğuşu ve Fatih-Harbiye» en bilinen romanlarıdır.

Peyami SAFA, 15 Haziran 1961’de vefat etmişti.

***

Peyami SAFA Bey’le ilgili çok önemli bir hâtırayı, Bâbıâli’nin kıdemli kalemlerinden, yakın dostu Vecdi BÜRÜN’den dinleyelim:

“Peyami Bey’le 27 Mayıs darbesinden dört yıl önce (1956) Ankara’da buluşmuştuk. Ankara Palas’a gideceğini, orada rahmetli Menderes ve Fuad KÖPRÜLÜ ile buluşacağını söyledikten sonra; birlikte gitmemizi teklif etti.

Otelde, Demokrat Partililerin sıkça bir araya geldiği özel bir daire vardı. Oldukça büyük bir salona girdik. Menderes ve Köprülü uzunca bir masanın başında oturuyorlardı. Bize soğuk içecekler teklif ettiler. Biraz sonra Peyami Bey; partinin beğenilen icraatına kısaca temas ettikten sonra, ülkemiz için en büyük tehlikenin komünizm olduğunu, bu tehlikenin asla küçümsenmemesi gerektiğini söyledi. Bu sözler üzerine Menderes, şaşırtıcı bir iyimserlikle endişe edilmemesini ifade edince, Peyami SAFA Bey; protokol notalarına aykırı bir ses yüksekliğiyle;

“Siz ne söylüyorsunuz, nasıl bir nikbinlik (iyimserlik) havası içinde bulunuyorsunuz, anlayamıyorum. Fakat bir sabah kalktığınızda koltuğunuzun uçmuş olduğunu görebilirsiniz!” deyivermişti.

Rahmetli Menderes, iyimserliği elden bırakmadığını gösteren sözlere devam edince; Peyami Bey, ısrardan bir fayda gelmeyeceğini anlayıp, susmuştu.”

***

Kaderin garip tecellîsi; rahmetli Menderes komünistler tarafından devrilmemiş, fakat 27 Mayıs 1960’da yapılan askerî bir darbe ile iktidardan uzaklaştırılmıştı.

________________________

1 Prof. Dr. Murat SARICIK, Hayâ Timsâli Hazret-i Osman -radıyallâhu anh-, s. 166.
2 Ergun HİÇYILMAZ, İpsiz Recep, İstanbul 2005, s. 62.