ULU CÂMÎ ve ZAFER

SEYRÎ (M. Ali EŞMELİ) seyri@seyri.com seyri@yuzaki.com

-İçinde zâhirî ve mânevî nice fetihlerin yoğrulduğu ve Bursa’nın kalbi mesâbesindeki mâbede, ebced değeri Allah lâfzına tekabül eden 66 beyit-

Yirmi câmî adayıp eyledi Allâh’a nidâ;
Yıldırım Hân’a nasîb oldu zafer Niğbolu’da.
Dedi tebrîk ile Sultân’a, Emir Sultan o gün:
«Yirmi câmîye bedel bir ulu câmî mümkün!»
Göğe yükseldi binâ, yirmi özel kubbe ile,
Hak, güzel Bursa’yı yâr etti güzel Kâbe ile.
Şu büyük taç kapı altında zemîn oldu felek,
Ufkun üstünde rükû etti kemerler tek tek.
Kondu tam ortaya hicranlı şadırvan… ve sular,
Coştu ırmak gibi yaş döktü, cinân oldu civar.
Öyle vav çekti ki hattat bu mübârek yerde,
«Allah Allah» dedi diller yedi kat göklerde.
Oldu baştan başa câmî, yüce bir hat müzesi,
Okuyup tam yaşamak, kullara cennet vizesi.
Altı bin parçaya hem altı yüz altmış altı,
Ekleyip ustası, bir yaptı ki ahşap sanatı;
Tüm güneş sistemi gökten gelerek minberine,
Burda mîrâca geçit kurdu derinden derine.
Ulu Câmî’de sanat çünkü, namazdan endam;
Her sütun Hakk’a kıyâm oldu; zemin, secde-i tam.

Açtı mihrâbını tekbirle Hamîdüddin, ve;
Dedi kutsî, dedi âlâ, dedi cennet bu eve!
Yedi mânâ ile tefsîr ederek Fâtiha’yı,
Arş’a arz etti bu beş bin kişilik nur sahayı.
Böyle bir ufka hemen doldu cihânın kalbi,
İlk imâm oldu bu mâbedde Süleyman Çelebi.
Yıldırım, Molla Fenârî ve Emir Sultan’la,
Önde saf tuttu Hızır, geldiği bin bir canla.
En yanık seslere taht oldu Bilâl’in köşesi,
Kattı hem Hazret-i Üftâde müezzin neşesi.
Şanlı kāmet ve ezan, burda sedâ, dâvûdî,
Burda Kur’ân okuyan bülbül edâ, dâvûdî…

Ulu Câmî, ulu Allâh’ı kulun andığı yer,
Ulular kervanının yan yana toplandığı yer!
Ulu Câmî, ulu âlemlere gönlün burağı,
Evliyâ şehri olan Bursa’da cennet durağı.
Ulu Câmî, yedi kat gökle yerin birliğidir,
Bayrağın, hür vatanın, hür ezanın dirliğidir.

Öyle hoş bir ulu câmî, bu ibâdethâne,
Gökyüzünden yere konmuşça güzel, şâhâne.
Sanki Cibrîl ile birlikte yapılmış şaheser,
Hele vahyin duyulan meltemi, bambaşka eser.
Başka bir nûra erer candaki güller burada,
Konuşur Hazret-i Allah’la gönüller burada.
Ulu Câmî, ne büyük secdelerin zirve yeri,
Ölmeden rûhu dirilten yüce bir rûh eseri.
Ulu Câmî, ulu ev, hasmı tutup yenmek için,
Doğru adres, yorulan ruhlara dinlenmek için.
Çünkü Arş’ın sayısız kubbesi durmuş da safa,
Ulu Câmî’de feyiz yağdırıyor her tarafa.
Hem de İslâm evinin şanlı temel şartı ki beş,
Kubbeler beş sıra hâlinde hilâl üzre güneş.
Bize, beş vakti hatırlatmak için beşli bu tarz,
Hem de beş kez yüce Allâh’a seyir hâlini arz!
En büyükten yana saysak beş ibâdethâne,
Ulu Câmî de bu beşten biridir cân evine!
Görülür burda semâdan yere nûr üstüne nûr,
Dil Hüseynî denilen bestede tesbihçi olur.
Lutfedip hayli gelir Hazret-i Ahmed buraya,
Ulu ashab da gelir hem bu mübârek saraya.
Burda gündüz-gece coşkun ne zikirler yaşanır,
Kalbe mânâ katacak canlı fikirler yaşanır.
Burda en tatlı huzûr içre gönüller, her an,
Câna can, altı asırlık bu mekân, Hakk’a liman.

Fethedip Bursa’yı Osmanlı çekerken tuğrâ,
Yeniden doğdu, bu câmîye girişten sonra.
Kuruluştan beri bir yüz sene geçmişti ki tam
Böyle bir yüz akı mâbedle çınarlaştı devam.
Daha bir coştu fetih sancağı, üç kıt’aya dek,
Dedi düşman bile: «Sizden bize öz fethi gerek!»
Ulu Câmî, sayısız müjdeyi canlandırdı,
Pâdişâh oldu yiğit, taktı adâlet kanadı;
Ay ve yıldız dikerek haçlıların karşısına,
Çıktı, «Allah!» dedi, can geldi cihan çarşısına.
Ülkeler koştu bu câmîdeki Hak gölgesine,
Çâre olduk bu yerin şân ile her bölgesine.
Taht Edirne’ydi ya, Bursa’ydı mübârek beşiği,
Etti taç, kendine Mehmed bu mukaddes eşiği;
Çekti İstanbul’a candan öte bir Bismillâh,
«Allah Allah!» diyerek surları alt etti o Şâh;
Dikti tam kalbine İstanbul’un îmanlı alem,
«Beldetün tayyibetün» feth-i mübin yazdı kalem.
Ulu Câmî’de o dünden okunan bir müjde,
Fark eden rûha ufuktan açarak bin perde.
En muazzam zaferin oldu ölümsüz kalbi,
Burda kaç kez dedi Mehmed, el açıp: «Yâ Rabbi!
Yüce bir müjdeye verdim ki gönül, eyleme dûr,
Etmeyim Hazret-i Peygamber’i mahcup, ne olur!»
Ulu Câmî’deki taşlar bile; «âmin» dedi hep,
Çok şükür, burda kabûl oldu nihâyet bu talep.
Bu taleptir Ulu Câmî ile fethin sıfatı,
Gencecik Mehmed’i haşmet dolu Fâtih yaptı.
Bu ki, küffârı yenen Yıldırım’ın kandilidir,
Bu ki, bin bir hünerin tâcı, Murâd’ın dilidir!
Bu ki, dünyâyı yönetmiş yiğidin hür nefesi,
Bu ki, ceddin ebedî yankılanan gür nefesi.
Bu mukarnaslı, elif ruhlu minâremde ezân,
Yine târih yazacak müjdeli bir nesle lisan!
Yine cennet vatanın rûhunu hâmîdir bu,
Yirmi câmîye bedel bir ulu câmîdir bu!

Müjde Mîmâr Ali Neccâr’a yürekten ta ebed,
En büyük câmii ceddin bu mübârek mâbed.
Müjde olsun Beyazıt Hân’a da destan bu eser,
Bir hüner, nîmeti hiç bitmeyecek başka zafer.

Müjde olsun uçarak rûhu bu devranda yine,
Gece-gündüz Ulu Câmî’yi ziyâret edene!
Müjde olsun yüce Mevlâ’ya gönülden tapana,
Bir vav altında verilmiş sözü gerçek yapana!
Müjde olsun Ulu Câmî’deki bir müjde ile,
Bin zafer elde eden ruhlara, zor anda bile…

Oku mihrâbı gönül, göklere aç ellerini,
Sen de yalvar, akıtıp gözlerinin sellerini:
“Rabbimiz! Ver bize dünyâda ve ahrette kerem,
Koru Sen bizleri nârın kor azâbından hem!”
Ulu ruhlar gibi ey cân, ebedî müjde için,
Yalınız alnı değil, rûhunu eğ secde için.
Sırrı, kürsüyle konuş, mevlide ilham sebebi,
Görerek, hissederek yazdı Süleyman Çelebi.
O muhabbetle yoğur kalbini, Allah deyu coş,
Sen de, Fâtih gibi bir müjde-i Peygamber’e koş!
Bil ki Fâtih dedemiz, müjde-i Ahmed’le ulu,
Ulu Câmî’yi de bil, şân-ı Muhammed’le ulu.

Nâmı göklerde de Seyrî, bu mekânın uludur,
Çünkü toprakta Süreyyâ gibi Hakk’ın kuludur.
Ulu Câmî; mütevâzī, ululuk örneğimiz,
Onda her şey ulu, herkes yüce, her sîne temiz.
Bu özellik yüce dînin yüce bir yansıması,
Bu güzellik, ebedî bir zaferin mîrâsı.
Her nefes hissederek kadrini, ısrarla derim:
«Ne olur bunları biz yok yere kaybetmeyelim!
Ulu kaldıkça bu mâbed yücelir milletimiz,
Yeniden fethe erer eski zafer hasletimiz…»