KUŞ RİSÂLESİ (RİSÂLETÜ’T-TAYR)

İmam Gazzâlî – Terc: Mahmut KAYA

Rahmân Rahîm olan Allâh’ın adıyla.

Yapıları değişik ve türleri farklı kuşlar toplanarak kendileri için bir kral gerektiği sonucuna vardılar. Bunun için Ankā’dan daha uygun birinin bulunmadığı hususunda ittifak ettiler. Onun batıdaki bir adada oturduğunu öğrendiler. Ona duyulan şevk ve istek, kuşları bir araya toplamıştı. Bir an önce ona kavuşup himayesine sığınmaya, çevresinden yararlanmaya ve hizmetinde bulunarak mutluluğa ermeye karar verdiler.

Kuşlar bir ağızdan şu şarkıyı söylüyorlardı:

Kalkın dostlar kalkın bir yol varalım,
Leylâ’nın yurdunu kimden soralım?
Bir bilen çıkarsa ne mutlu bize,
Varıp huzurunda selâm duralım…

O an kalplerdeki gizli duygular depreşmiş;

“Sizler kralsınız, bir amacınız olamaz; vuslatınızı hangi diyarda arayayım?” diye sızlanıp duruyordu.

O sırada öteler ötesi perde arkasından bir ses şöyle diyordu: “Elinizle kendinizi tehlikeye atmayın!” (el-Bakara, 2/195) Oturun oturduğunuz yerde, ayrılmayın oradan! Vatanınızdan ayrılacak olursanız hüznünüz kat kat artar! Başınıza belâ mı almak istiyorsunuz, ölüme mi susadınız!

Ayağıma diken batmasın dersen,
Dikenli vadiye uğrama dostum!..

Yüce kudret tarafından gelen uyarıyı duyunca kuşların şevki, hayret ve gerilimleri arttıkça arttı. Sonunda şöyle diyorlardı:

Uğrunda can verse âşık sezâdır,
Leylâ’nın her sözü câna şifâdır.
İlâcını tabip kendi kullansın,
Zehir gelse dosttan bize devâdır.

Sonra içlerindeki arzu ve delice duygular depreşince, hedefe varmak için hiç duraksamadan yola koyuldular. Kuşlara denildi ki:

“Önünüzde uçsuz bucaksız çöller, yalçın dağlar, fırtınalı denizler, dondurucu soğuk ve kavurucu sıcak bölgeler var. Hedefe varmadan ölüm, yolunuzu kesebilir. Sizin için en iyisi; bu tamah işinizi bitirmeden, yuvanıza dönmektir.” Fakat onlar bu uyarıyı önemsemeyerek yola devam ediyor ve şöyle diyorlardı:

Kimsesizdir âşık her bir diyarda,
Çevreye ilgisiz, aklı hep yârda.
Hele bir de hedef büyük olunca,
Gelmezler yardıma kalsa da darda.

Her biri gayret bineğine binip şevk dizginini vurundu ve ona aşkın gücünü de katarken şöyle diyordu:

Vadide otlayan deveme bir bak,
Ne kadar hızlıdır ve salınarak,
Yürür gider hayli bir yol alınca,
Bir an yorgunluktan bitkin kalınca,
Nağmeler söylerim, birden canlanır.
Ritim uyarınca yürür sallanır.
Yüzündeki nurla yol bulur deve,
Lutfunla deveci şen döner eve…

Bu sırada sıcak ülkeden gelen kuşlar soğuk ülkede helâk olup gitti; soğuk ülkeden olanlar da sıcak ülkede öldü. Düşen yıldırımlar ve kopan fırtınalar onların işini bitirdi. Bu yüzden kralın adasına ulaşanların sayısı azdan azdı. Kralın himayesine sığınmak istedikleri için saraya yakın bir yere kondular ve geldiklerini krala haber verecek birini aradılar. Kralın sarayı çok korunaklı bir yerde bulunuyordu. Geldiklerine dair görevlilere haber verildi. Saraydan birisi, kuşlara niçin geldiklerini sordu:

“–Bizlere kral olmanızı istemek için geldik.” dediler. Onlara;

“–Kendinizi boşa yormuşsunuz, siz isteseniz de istemeseniz de, gelseniz de gitseniz de zaten biz kralız, burada size ihtiyacımız yok.” denildi.

Onların böylesine müstağnî davranmaları karşısında kuşlar mahcubiyet içinde ümitsizliğe kapıldılar, hayalleri yıkıldı, yığılıp kaldılar. Güç ve azamet karşısında mağlûp vaziyette ne yapacaklarını bilemez bir hâldeyken dediler ki:

“–Gücümüz tükendi, üzüntüden zayıf düştük; artık dönmemize imkân yok. N’olur izin verin de ölünceye kadar bu adada kalalım.” Ve birlikte şu beyitleri okumaya başladılar:

Râmeliler yok mu yok mu ziyafet,
Gece kanaatkâr konuklar geldi.

Beklentileriyse yalnız iltifat,
Güler yüz tatlı dil, başka ne kaldı!

Bu tutku, kuşları bir hastalık gibi sarınca öleyazdılar. Ve duâya sığınıp şu beyti okudular:

Aşkın kadehinden içtiler bir bir,
Sütkardeşi olup göçtüler bir bir…

Nihayet kuşlar, öylesine umutsuzluğa kapıldılar ki; göğüsleri daralıp nefes alamaz duruma geldiler. Bu sırada dostluk nefesi kendilerine gelmelerini sağladı ve kuşlara denildi ki:

“–Hayır hayır, ümitsizliğe geçit yok; Allâh’ın rahmetinden ancak hüsrana uğrayanlar ümitlerini keserler. Her ne kadar tam bir istiğnâ, gurur ve reddi gerektirse de; kerem sahibi olmanın güzelliği, hoşgörü ve kabulü gerekli kılar.

Bizim değerimizin yanında kendi aczinizi ve haddinizi bildikten sonra bize düşen, sizin sığınma isteğinizi kabul etmektir. Burası iyilik, cömertlik ve çeşitli nimetler yurdudur. Burası, yokluğu paylaşırken göçüp gelen miskinlere taliptir. Öyle olmasaydı Herkesin Efendisi ve Öncüsü;

«Bana miskince (yoksul olarak) yaşamayı nasip et.” der miydi?!. O hâlde birisi, kendisinin lâyık olmadığının şuuruna varırsa, kral Ankā’ya yakışan onu kendi yakınında barındırmaktır.”

Böylece kuşlar ümitsizlikten sonra himayeye, karamsarlıktan sonra neşeye kavuştular; cömertlik feyzine güvenerek çeşitli nimetlerle huzura erince, yollarda ölen arkadaşlarının durumunu sordular ve:

“–Çöl ve vadilerin, yollarını kestiği o kimselerin durumu ne olacak? Kanları heder mi olacak yoksa kan bedelleri ödenecek mi?”

“–Evet, evet ödenecek.” denildi.

Meselâ;

“Kim Allah ve Rasûlü uğrunda hicret ederek evinden çıkar, sonra da kendisine ölüm yetişirse, artık onun mükâfatı Allâh’a düşer.” (en-Nisâ, 4/100) buyurulmuştur. İmtihan gücünün izlerini sildiğini kudret eli derleyip toplamıştır. “Allah yolunda öldürülenlere «ölüler» demeyin. Bilâkis onlar diridirler.” (el-Bakara, 2/154)

Kuşlar dedi ki:

“–Denizin derinliklerinde boğulan, bu yurda ve bu ülkeye ulaşamadan dalgaların yuttuğu kimseler de mi?”

“–Evet!” denildi:

“Allah yolunda öldürülenleri sakın ölü sanmayın. Bilâkis onlar diridirler.” (Âl-i İmrân, 3/169) Sizler buraya geldiniz anneleri de onları diriltti. Sizde şevk duygusunu uyandırıp yüksek bir gaye uğruna güçlükleri ve ölümü küçümsemenizi sağlayan o kudret, onları da davet edip kendisine yakın kıldı. Artık onlar kudret örtüsünün ve azamet perdesinin arkasındadırlar.

“Onlar kudretli hükümdarın huzurunda, hak meclisindedirler.” (el-Kamer, 54/55)

Kuşlar;

“–Ölen arkadaşlarımızı görme imkânı var mı?” deyince;

“–Hayır!” cevabı verildi. “Ve sizler azamet perdesinde, beşeriyet örtüsünde ve ecelin tutsağı durumundasınız. Sizler amacınızı gerçekleştirip yuvalarınızdan ayrılınca, onlara kavuşup ziyaret edeceksiniz.” denildi.

Kuşlar;

“–Kötülük ve âcizlik onlara engel olup çıkamazlarsa?” deyince;

“–Hayır!” denildi. “Eğer onlar çıkmak isteselerdi, elbette bunun için bir hazırlık yaparlardı. Fakat Allah, onların davranışlarını çirkin gördü ve onları alıkoydu.” (et-Tevbe, 9/46) Biz isteseydik onları davet ederdik. Fakat beğenmedik ve onları kovduk. Siz kendiniz mi geldiniz, biz mi davet ettik? Siz mi arzu ve iştiyak duydunuz yoksa biz mi şevklendirdik? Sizi biz harekete geçirip, onları da sizi de karada ve denizde biz taşıdık.

Kuşlar bunu duyunca ilâhî inâyetin kemâli ve güvencesiyle rahatladılar, heyecanları dindi. Artık güven ve huzurları tam bir hâlde sükûnete kavuştular. İnceden inceye tedbirlerle kesin hakikatleri aramaya yöneldiler. Güven ve huzurun devamı sayesinde durumlarının değişme ihtimalinden kurtuldular. “Bir zaman sonra ona dair haberi kesinlikle bileceksiniz.” (Sâd, 88)

FASIL

Ne dersin, o adaya dönenlerle [yola] yeni başlayan arasında bir fark var mı? Yeni başlayan sadece;

“Kralımıza geldik.” diyor. Aslî yaşantısına dönene gelince ona;

“Ey huzura kavuşmuş nefis, dön!” (el-Fecr, 27-28) denilir. O da bu çağrıyı duyduğu için döner. Peki ona;

“Niçin geldin?” diye nasıl denilir?

Zira o da;

“Sen davet ettin!” diyecektir.

Hayır, belki de;

“Beni o ülkeye, yakınlık (kurbiyyet) ülkesine niçin taşıdın?” diyecektir. Cevap, soruya göre; soru da anlayışa göredir. Düşünce ve tasalar da gayret ve himmete göredir.

FASIL

Bu gibi nükteler etrafında dolaşan kimse [Allah’la olan] ahdini rûhâniyetin sağladığı gönül huzuruyla tazelesin. Kuş dilinden ancak kuşlar anlar. Ahdi yenilemek abdestle, namaz vakitlerine dikkatle ve tenhada zikir için bir vakit ayırmakla olur. Bu, gaflette yenilenen tatlı bir ahiddir, iki yoldan birini gerektirir:

“Beni an ki Ben de seni anayım.” (el-Bakara, 152) ya da “Allâh’ı unuttular, Allah da onları unuttu.” (et-Tevbe, 67) Kim zikir yoluna yönelirse, beni zikredenin dostu olurum. Unutma yoluna saparsa;

“Kim Rahmân’ı zikretmekten gafil olursa, yanından ayrılmayan bir şeytanı ona musallat ederiz.” (ez-Zuhruf, 43/36) Âdemoğlu her nefeste bu iki durumdan birini gerçekleştirir. Bunu, kıyâmette iki sîmâdan birine sahip olma izleyecektir:

Ya “günahkârlar sîmâlarından bilinirler” (er-Rahmân, 41) ya da sâlih kimseler “yüzlerindeki secde izlerinden” (el-Fetih, 29) tanınırlar. Allah tevfîkiyle seni kurtarsın, hakikati araştırmaya sevk etsin, bu uğurda yolunu kısaltsın. O, bunu hakkıyla gerçekleştirendir.

Hamd, Âlemlerin Rabbi olan Allâh’a lâyıktır. Allah, Muhammed -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’e ve bütün ev halkına rahmet etsin. Âmîn!..