HELÂL-HARAM VE GÜNÜMÜZ DÜNYASI

Hadi ÖNAL hadional@mynet.com

İlâhî rahmet ve merhamet dîni İslâm; kişinin mutluluğu ve toplumun huzuru için insanoğluna birtakım mükellefiyetler yüklemiştir. İnsanın ve insanlığın hayrına uyulması gereken ve yapılması istenen mükellefiyetlerin yanı sıra yapılması sakıncalı görülerek yasaklanan fiil ve davranışlar da vardır. İslâm’da yenilmesi, içilmesi uygun; yapılması, uyulması meşrû olan fiil ve davranışlar helâl; insana ve insanlığa zarar verici, yaralayıcı, yok edici; kötü, çirkin söz, fiil ve davranışlar da haram olarak nitelendirilmiştir.

Günümüz dünyasını kasıp kavuran, insanı ve insanlığı sömürerek mesafe kat eden kapitalizm ve komünizm musibetlerinde helâl ve haram diye bir düşünce, kaygı ve kavram yoktur. Kanaat ve tevekkülün hırs ve ihtiras anaforunda yok edildiği, kalbî meziyetler ile vicdanî fazîletlerin üzerlerinin kara kalın bir çizgi ile kapatıldığı bu düzenlerde menfaat ve sömürü amaç olduğu için helâl ve haram yok addedilmiş ve rafa kaldırılmıştır.

İslam’da mülk Allâh’ındır. İslâm; yaratılmışların en şereflisi olarak gördüğü insana, geçici bir süre mülkü ve mülk üzerindeki bütün yaratılanlardan faydalanma yetkisini vermiştir. Nitekim yaşadığımız yer yuvarlağında bizleri iyilikler ve güzelliklerle süsleyen, erdemlerle bezeyen Kur’ân-ı Kerîm’in Bakara Sûresi;

“O Allah ki, yerde olanların hepsini sizin için yarattı.” (el-Bakara, 29) demekte ve dünya üzerinde var olan her şeyin insanın hizmetine sunulduğunu belirtmektedir. Ancak İslâm, insana bu yetkiyi verirken onu helâl ve haram çerçevesinde uyulması ve yapılması gereken birtakım kurallarla da sınırlandırmıştır. Allah, aklının ve elinin uzanabileceği nimet ve kıymetlerle eşref-i mahlûkatı olan insanı süslerken Kur’ân-ı Kerîm’in değişik âyetleri ile ona; huzur, mutluluk içerisinde hayatını devam ettirmesi ve ebedî âleme emin adımlarla yürümesi için yapmasını uygun gördüğü veya yasakladığı kurallarla yol göstermiştir.

Nimet ve kıymet fazla olduğu için, helâl ve haram yelpazesi de oldukça geniştir. Yiyecekte, içecekte, alın terinde, emekte, kazançta, mal edinmede, tartıda, ticarette, insan ilişkilerinde, sözle veya davranışlarla yakınlara veya başkalarına karşı tutum ve davranışlarda velhâsıl hayatın her diliminde helâl ve haramın sınırlarını bilmek ve o çerçevede hareket etmek biz insanoğullarına düşen sorumluluktur, görevdir, zorunluluktur.

Kur’ân’da insanoğluna helâl ve haram koyma yetkisi verilmemiştir. Sıfatı, işgal ettiği makamı, varlığı, mevkîsi ne olursa olsun hiçbir kul, bu alanda herhangi bir yetkiye sahip değildir. Yetki, bütünü ile Allâh’a mahsustur. Nitekim Mâide Sûresi’nde Cenâb-ı Mevlâ;

“Ey îman edenler! Allâh’ın size helâl kıldığı güzel ve temiz şeyleri kendinize haram kılmayın ve sınırı aşmayın.” (el-Mâide, 87) buyurmuştur. O hâlde menfaatin bilediği nefsin, şeytanla el ele tutuşmasına asla müsaade etmemeli. Helâl kazanmak, helâl ölçüler içerisinde yaşamak ve helâlinden yemek insanoğlunun vazgeçilmezi olmalıdır. Unutmamalıdır ki yüce Allah tarafından insanoğlunu irşad için gönderilen peygamberler dahî alın terlerini silerek rızıklarının peşinde koşmuş; helâl kazanç, helâl lokma ve helâlinden yemek için gayret göstermişlerdir.

Helâl ve haramın iç içe girerek giriftleştiği, israfın alıp başını gittiği, konforun, lüksün, renkli ve şâşaalı hayatın reklâmlaştırılarak sürekli beyinlere pompalandığı günümüz dünyasında insanoğlu; hemcinslerinin hevâ ve hevesleri uğruna, acımasızca haram tuzaklarının içerisine çekilmektedir. Küfürde ve günahta sınır tanımayan hırs ve ihtiras kurbanı yaratıkların, emekleri fâizle emmelerine seyirci kalındığı; onlara bu konuda yardım edildiği sürece, insanoğlunun âkıbetinin hayır olacağını söylemek mümkün mü? O hâlde her musibetin temelinde hırs ve ihtirasın yattığı gerçeğinden hareketle nefsî arzulara gem vurmak haramın her çeşidinden kendimizi, evlâdımızı, çevremizi korumayı hayatımızın en büyük düsturu olarak görmek ve o doğrultuda hareket etmek mecburiyeti vardır. Şüphesiz ki bu; sağlam bir inanca, yüksek ahlâkî yapıya, Allah korkusuna, âhiret inancına sahip olmakla sağlanabilir.

Sabah gözlerini yeni bir güne açan, yatağından doğrulup da mutlu olduğunu söyleyebilen kaç insan var dünyada? Başka türlü sorayım sorumu:

Dünyanın gidişâtından memnun ve mutlu olan var mı?

Mânevî çözülmenin ivme kazandığı, ahlâkî ve insanî değerlerin hiçe sayıldığı, güçlü ülkelerce dünya zenginliklerin gasp edildiği, sömürüldüğü; milyonlarca insanın açlık sınırının altında yaşadığı ve hayatta kalma mücadelesi verdiği, savaşın eksik olmadığı; merhametsizliğin, acımasızlığın, fâizin, tefeciliğin ve ahlâksızlığın başını alıp gittiği günümüz dünyasında geleceğinden emin olduğunu söyleyebilen kaç insan var?

Şimdi, Allâh’ın bize bahşettiği akılla düşünelim: Bütün bu musibetlerin temelinde Kur’ân-ı Kerim’de açık ve net bir şekilde yasaklanan yukarıda sıraladığımız fiil ve davranışlar yatmıyor mu? Haramın ferdî boyuttan çıkarılarak şirketleştirildiği, devletler boyutuna taşınarak sistemleştirildiği; yüce dînimiz İslâm’ın koyduğu yasakların bilinerek ve bir program dâhilinde sıradanlaştırılmaya çalışıldığı günümüz dünyasında bizlerin; kendimizi, aklımızı, malımızı, dînimizi ve neslimizi korumak ve kurtarmak adına ortaya koyduğumuz irade, gayret ve çalışma nerede? Yüce dînimizce yasaklanmış fiil ve davranışları işleyen, işleten, işlenmesine çanak tutanlarla mücadelemiz nerede? Daha doğrusu biz, bulunduğumuz konumda haramın veya helâlin neresindeyiz?