BİYO-PSİKO-SOSYAL AÇIDAN HAC

Aynur TUTKUN aytutkun@gmail.com

Bilim insanları, insanı biyo-psiko-sosyal bir varlık olarak tanımlar. İnsanın hem biyolojik, hem psikolojik hem de sosyal boyutu vardır; düşünce ve davranışları bu üç boyuttan incelenir. Bu en başta şu demektir:

Yaratıcı’nın insana yapmayı/yapmamayı emir buyurduğu her şeyin biyolojik, psikolojik ve sosyolojik açıdan birçok açıklaması vardır.

Bir başka deyişle insan; Yaratıcı’sına kul olmaya çalışarak yaşamaya devam ederken, bu üç yönünün de huzurlu olacağından ve huzur kazanacağından emin olmalıdır.

Yaratıcı’nın emir buyurduğu her ibâdetin, insana kazandırması gereken biyo-psiko-sosyal faydaları vardır ki hac da bunlardan biridir.

İslam literatüründe hac, hem bedenî hem de malî bir ibâdet olarak düşünülür. Tıpkı namazda olduğu gibi hattâ daha da fazla beden de bu ibâdette belli bir enerji harcar. Bu yüzden insanın biyolojik yönünü ilgilendirdiğini söylemek gerekir. Haccın spor gibi, bir taraftan biyolojik olarak bedeni yormasına rağmen diğer taraftan da sağlık getirdiğini söylemek hiç de zor değildir. Nitekim;

“Oraya gidince bir gençleştim…” diyen yaşlılara çok şahit olunmuştur.

Haccın psikolojik açıdan bakıldığında kazandırdığı en önemli fayda ise hiç şüphesiz ferde öfkesini ve saldırganlığını kontrol etmesini ve sabretmesini öğretmesidir. Âyette;

“Hacda … kavga etmek yoktur.” (el-Bakara, 197) şeklinde buyurulmasıyla, müslümanlar bilirler ki bu konuda çok dikkatli olmaları gerekir. Normal zamanda apartmandaki, mahalledeki, memleketindeki herhangi birinin yaptığı bir yanlış, insanı çok öfkelendirebilirken; hacda bin bir çeşit müslümanın yaptığı bin bir yanlışa öfkelenmemesi, bu duruma sabretmesi ne kadar mânidardır. Öfke her ne kadar tabiî bir duygu olarak insanın içinde varsa da bunu saldırganlığa dönüştürmemenin en güzel pratiği hac esnasında yapılır. O mâşerî kalabalık ve mahşerî sıcakla başka bir yerde yüz yüze gelinse izdihamın yaşanması çok muhtemelken, her sene milyonların buluştuğu hacda insanlar izdiham çıkarmazlar. Demek ki insan, Yaratıcı’nın sevgisini kazanmak adına öfkesini kontrol edebiliyordur! Öfke, kontrol edilemeyecek bir duygu değildir.

Haccın sosyolojik açıdan kişiye kazandırdıklarının en başında ise sosyal güven gelir. Memleketinde herkesten farklı olan elbiselerin içinde kendini iyi hisseden insanın, hacda tek tip elbise içinde kendini daha iyi ve güvende hissetmesi çok mânidardır. Ki orada hissettiği güveni hiçbir yerde hiçbir elbisenin hattâ zırhın içinde hissedemez. Bunun sebebi âyette;

“Biz Beyt’i (Kâbe’yi) insanlara sevap kazanılacak bir toplantı ve güven yeri yaptık.” (el-Bakara, 125) şeklinde buyurulduğu üzere oranın ilâhî bir koruma alanı olmasıyla birlikte bu korunaklı alanı oluşturmada insanlara buyurulan emirlerdedir de. Bu güvenin oluşmasında elbette hacda bir böceği dahî incitme yasağının olması çok etkilidir. Kişinin hem hayvanlara hem de insanlara karşı maddî-mânevî incitici olmaması gereği bu güveni oluşturmada ilk sebeptir.

Sosyal bir varlık olan insanın; orada sosyal açıdan kendini güvende hissetmesinin püf noktası ise, sembolik olarak giydiği tek tip elbisede değil bu elbiseyle benliğinden sıyrılarak «biz» duygusunu etkili bir şekilde hissetmesindedir. Demek ki insanlar, kendilerini; tıpkı Allâh’ın huzûrundayken hissettikleri gibi ayrıcalıksız görebildikleri, kimsenin kimseye üstünlüğünün olmadığını idrak edebildikleri zaman dünya daha güvenli ve yaşanabilir bir yer olabilecektir.

Haccın sosyal güveni verebilmedeki bir başka sebebi de; hiç şüphesiz dünyanın dört bir yanından gelen din kardeşleriyle insanın kendisini güçlü hissetmesi, yalnız hissetmemesidir. Öyle ya herhangi bir âfetle ya da savaşla karşı karşıya kalınsa insanın yardıma gelecek din kardeşleri vardır!

Gelişmiş ülkeler nüfusunun yaklaşık üçte birinin belirgin bir rûhî rahatsızlıktan dolayı tedavi olmak üzere hekimlere başvurduğu, ülkemizde yapılan bir araştırmaya göre ise bu rakamın bizde henüz yüzde 4.7’lerde olduğu bilgisi bir gerçeğin altını çizmektedir; bizim insanımız batı insanı gibi rûhî hastalıkların pençesinde değildir çünkü kendini yalnız hissetmez. Bütün ibâdetlerin, insanın sosyal güven ihtiyacını karşılayıcı bir tarafı vardır ve hac da bunlardan biridir. Ve bazı ruhî hastalıklardan korunmanın yolu, İslâm toplumunun bizzat kendisidir.

Görünürde insana daha çok oruç biyolojik, namaz psikolojik, zekât ve hac sosyolojik derinlik katsa da biyo-psiko-sosyal bir varlık olan müslümanın tüm ibâdetleri bu üç yönünü de besleyecek kalitede edâ edilmelidir. Aksi takdirde kulluktan maksat hâsıl olamaz! Ömürde bir defa yapılacak kadar kıymetli olan bir ibâdetin de müslümanın her yönüne huzur verecek kalitede yaşanması beklenir ki maksat hâsıl olsun!