SELİMİYE
Servet YÜKSEL servety@t-online.de
Abdestle, besmeleyle taş taş üstüne konur.
Geçmişe, geleceğe böyle meydan okunur.
«Dünya durdukça…» diye velîler duâ eder,
Kubbesine Hızır’ın başparmağı dokunur.
Eşikte oyalansın matematik, hendese…
Her köşesi şâhika, sen ziyafete buyur!
Gözleri kamaşırken aklı şaşan zamâne,
Aşk; hesap-kitap bilmez, bırak çatlasın şuur.
Sırrının şavkı vursun, bizde seyrân edelim,
Otuz iki kapıdan pîrim, efendim destûr!
Rengin solmazını gör, nakşın raksedenini,
Selimiye’de sesler kâh hüseynî kâh mâhur…
Hamur gibi yoğrulan, çicek açan mermerler,
Şadırvanda gözyaşı, mü’min yüzlerde sürur.
Yedi kat göğe açık tevhidli pencereler,
Âyetleri kuşanmış sütunlar ak-pak, pür-nûr…
Mihraptaki meltemden, minberdeki bağdan mı?
Gönülleri okşayan bu serinlik bu yağmur.
İnsanın süsü edep, mahçup bir edayla gez,
Ecdad yâdına gelsin, hünkar mahfilinde dur!
Medeniyetmiş gerçek, işte güneşten tâcı,
Şehirden, köyden önce kalpleri etmiş mâmur.
Bu hüzün-gam çağında derde devâ olmaz mı?
Dört minareden dalga dalga saçılan huzur…
Rahmet olsun Sinan’a, sultanımız Selim’e,
Güzelliği gül kokar, hem heybetli hem vakûr…
Benim zarâfet, kudret nümûnesi mâbedim,
Ve Türk-İslâm adına arza vurulan mühür…