SABÂ ÜLKESİNİN MELÎKESİNE

KÂFÎ (Ekrem KAFTAN)

Güneşin nuru seni nice yıl kandırmıştı.
Allah adı dururken ağyarı andırmıştı.

Mülkünde saltanatın elbette bî-nazîrdi.
Nice ilim erbabı hizmetinde vezirdi.

Tahtındaki cevâhir güneşten nurlu idi.
Her şehrinin etrafı pek kavî surlu idi.

Atına bindiğin an orduların akardı.
Hüsnünün arkasından güneş bile bakardı.

Bir sabah Hüdhüd gelip mektup koydu sînene,
Korku düştü o anda kalp adlı hazinene.

Toplayıp vüzerâyı; «Tedbir nedir?» diyerek,
«Ya harbe hazır olun, ya sulh edilse gerek.»

Baktın ki bir lâhzada tahtın gitmiş elinden,
Sözlerin akmaz oldu bin korkuyla dilinden…

Besmeleyle başlayan mektubu tekrar açtın,
Sen ki Sabâ mülkünde her başa ayrı taçtın.

Süleyman’ın ordusu rüzgârla geliyordu.
Görmediğin nice ok ufuklar deliyordu.

Nihayet karar verip Süleyman’a râm oldun,
Tâcı tahtı bırakıp dünyaya haram oldun.

Talim etti Süleyman kulluğu hemen sana,
Dünyada sultan iken kul oldun Yaradan’a.

Anladın ki kul olmak sultanlıktan evlâdır.
Aslında aradığın güneş değil Mevlâ’dır.

Ülkenin adı şimdi bir güzele ad oldu,
O güzel, şair için bir kanılmaz tat oldu.

Her seher bâd-ı sabâ ülkenden mi esiyor?
Gelip benim sîneme nefesimi kesiyor.

Kalmadı Süleyman’a tac u taht u mülk ammâ,
Sabâ melîkesiyle sevdası bir muammâ…

16 Ocak 2009