Müslümanların En Acı Yüzyılı XIII. YÜZYIL -2-

Ahmet MERAL ahmetmeral@yuzaki.com

ALTIN ORDA HANLIĞI (1242-1502)

Rusya, Doğu Avrupa, Kırım, Kafkaslar ve Kıpçak düzlüklerinde hâkimiyetini diğer Moğol prenslerine kabul ettiren Batu Han (1226-1256) bu geniş coğrafyada Altın Orda Devleti’nin temellerini attı. İdil Nehri’nin aşağı havzasında Saray kentini kurarak devletinin başkenti hâline getirdi. Topraklarını doğuda ve batıda genişlettiği gibi, ölmeden önce Polonya ve Litvanya’yı da vergiye bağlayarak devletini güçlü bir imparatorluk hâline getirdi.

Cengiz Hanedanı’ndan Berke Han (1256-1266) İslâmiyet’i seçen ilk Altın Orda hanı oldu. Berke Han’ın iktidar dönemi, devletin en parlak dönemi olarak tarihe geçti. Zamanla İslâmiyet sivil ve asker Moğol ahâlî arasında daha geniş kitlelerce benimsendi. Özbek Han zamanında İslâmiyet devletin resmî dîni hâline geldi. Altın Orda Hanlığı zamanla taht kavgalarıyla çalkalanmaya başladı. Toktamış Han, Timur’un desteğiyle başa geçip devleti toparladıysa da 1391-1395 yılları arasında yine Timur’un bölgeye düzenlediği seferlerle zayıflayarak çeşitli hanlıklara bölündü. Ortaya Kırım Hanlığı, Kasım Hanlığı, Gücüm Hanlığı, Astrahan Hanlığı gibi kimi uzun kimi kısa süre ayakta kalacak çeşitli devletler çıktı. Ancak Altın Orda Devleti’nin dağılıp parçalanmasının İslâm dünyası için en trajik sonucu, dünya tarihini de köklü bir biçimde etkileyecek olan Rusya İmparatorluğu’nun çekirdeği Moskova Knezliği’nin temellerinin atılmasına zemin hazırlamış olmasıdır. Moskova Prensliği zamanla bölgedeki müslüman hanlıkları birer birer etkisiz hâle getirip kendisine bağlayarak Rusya Çarlığı’nı meydana getirecektir.

İLHANLILAR (1256-1336)

Cengiz’in torunu Hülâgû tarafından kurularak İran, Irak, Azerbaycan ve Anadolu’da hâkimiyet kurmuş etkili bir Moğol devletidir. Cengiz’in askerî politikalarını sürdüren bu devletin İslâm dünyasını kritik bir şekilde etkileyen iki önemli zararı görülmüştür.

Bunlardan ilki, Anadolu Selçuklu Devleti’ni yıkılma sürecine sokan büyük Moğol saldırısıdır. Nitekim 1243 yılında Sivas’a seksen kilometre mesafede Kösedağ’da yapılan savaşta tecrübesiz sultan Gıyâseddin Keyhüsrev’in emrindeki Anadolu Selçuklu ordusu bozguna uğratılmış ve Anadolu’da siyasî hâkimiyet İlhanlıların eline geçmiştir.

İlhanlıların Suriye ve Mısır’a yönelmeleri üzerine bir Kıpçak Türk’ü olan Baybars, İslâm dünyasının yardımına koşarak İlhanlı ordusunu Ayn Câlut Muharebesi’nde (1260) Filistin önlerinde durdurdu. Tarihe Moğolları yenmeyi başaran ilk komutan olarak geçen ve ardından Memlûk tahtına oturan Sultan Baybars, Anadolu’daki İlhanlı sultasından kurtulmak isteyen bazı Selçuklu beylerinin yardım talebi üzerine 1277 yılında Anadolu’ya gelerek Elbistan’da Moğolları bir kez daha yenmeyi başardı. Ancak onun bölgeden ayrılmasının ardından Anadolu’ya gelen İlhanlı hükümdarı Abaka Han, aralarında sivillerin de bulunduğu on binlerce kişiyi katlederek gelenekleşmiş Moğol barbarlığını bir kez daha hatırlattı.1

Moğol saldırısından sonra Anadolu Selçuklu Devleti her ne kadar varlığını 1300’lere kadar sürdüyse de, bir daha toparlanamayarak parçalandı. Anadolu’da, beylikler dönemi başladı. İçinde Osmanlı Beyliği’nin de bulunduğu on beş civarındaki Türk beyliği bu dönemin ürünüdür.

BAĞDAT’IN SUKÛTU

Moğolların İlhanlı kolunun en önemli zararlarından biri de, dünya tarihindeki en önemli soykırım olaylarından biri olan;

“Bağdat’ın ele geçirilmesi ve bir milyona yakın müslümanın kılıçtan geçirilmesi.” olayıdır. Moğol saldırılarında Bağdat’taki saray, konak, medrese, kütüphane, cami ve kışla gibi bütün medeniyet unsurları tahrip edilmiş, müslüman ahâlî eşine rastlanmayan bir acımasızlıkla hunharca katledilmiştir.

Hattâ Hülâgû’yu tanımakta gecikmiş olduğu gibi, ona karşı koymak için de yeterli bir kuvveti bulunmayan Halîfe Musta‘sım, aile efrâdıyla öldürülmüştü.2 Moğolların vahşetle özdeşleşerek tarihe geçmelerine sebep olan bu yıkım ve katliam sonucunda beş yüz yıllık Abbâsî Halîfeliği de tarihe karışmıştır. Döneminin en büyük kültür merkezi olan Bağdat’ın bu fecî sukûtu, İslâm dünyasında telâfisi imkânsız sosyal ve siyasî kargaşalara sebep olmuştur. Dicle’nin kıyısına yaslanmış bu büyük medeniyet merkezinin maruz kaldığı yıkım, katledilen insanların ve barbarca yırtılıp nehre atılan kitapların çokluğu yüzünden tarihçilerce;

“Dicle, on beş gün kan ve mürekkep aktı.” sözleriyle ifade edilmiştir.

İlhanlıların göçebe yöneticileri çok geçmeden üstün yerli kültürün etkisi altına girdiler. Böylece tarih bir kez daha beynin pazuya üstün geldiğine şahit oldu. Yıkmak, öldürmek, yok etmek için belli bir kültüre ihtiyaç duyulmamıştı. Ancak kalıcı bir yönetim için iyi bir vergi sistemine, mal ve hizmetlerin güvenli bir yapı içerisinde dolaşımına ihtiyaç vardı. En önemlisi de, yönetici sınıfın sosyal ve kültürel yönden yönetilenlerle asgarî bir müşterekte birleştirilmesi gerekiyordu. Muzaffer İlhanlı komutanlarının bu sayılan alanlarda İran ve Irak’ta mahallî müslüman yöneticilerden faydalanmaktan başka seçenekleri yoktu. Çok geçmeden İslâmiyet, Moğol kültürünü devam ettirmeye çalışan yönetici sınıfların da ilgi alanına girdi.

Büyük İslâm bilgini Nâsıruddîn Tûsî’nin bu değişimde çok önemli rolü olmuştur. O, Moğolları ikna ederek İran’ın çeşitli bölgelerinde birçok medreseyi kurduğu gibi Merâga’da büyük bir rasathane yapımına da muvaffak oldu. Bu durum Moğolların müslümanlara önce iyi davranmasında daha sonra da İslâm kültürüne geçmelerinde etkili oldu.

Aynı kritik rolü, Anadolu’da Konya’da önemli bir kültür merkezi oluşturarak Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî gerçekleştirdi. O, tüm Moğol işbirlikçisi suçlamalarına karşın İslâmiyet’i sevgi ve irfan yoluyla Moğollara sunmayı başardı ve Moğolları etkisizleştirerek tahribatlarını da asgarî seviyeye indirdi. Zaten zamanla Moğollar, Çin hariç girdikleri bütün topraklarda İslâm âlimlerinin çalışmaları sayesinde yumuşamış ve İslâmiyet’e karşı ilgi duymaya başlamışlardı. Bu ilgilerini müslüman tebaaya haklarını iade etmekle gösteren Moğol yöneticiler, hükümdarları Ahmed Teküdar’ın müslüman olmasıyla İslâmiyet’e daha da sıcak bakmaya başladılar. Dönemindeki başarılarıyla İlhanlıların en büyük hükümdarı sayılan Gazan Mahmud Han’ın İslâmiyet’e geçmesi, İlhanlıların ihtidâsını daha da hızlandırdı. Gazan Han ekonomiyi düzeltmek için talanı, haracı ve katliamları yasaklayarak yeni kanunlar koydu. Bütün bunlar, Moğolların giderek yerleşik hayata geçmelerini sağladı.
Gazan Han’ın halefi Olcaytu Han, samimiyeti ve entelektüel birikimiyle Moğolların kültürel dönüşümünün tamamlandığının işaretlerini veren bir iktidar dönemi yaşadı. Bölgedeki güçlü İslâm kültürünün «demir yumruk» Moğol komuta kademesini kendi potasında eritmesiyle İlhanlı hanedanının eski siyasî gücü de zayıflamaya başladı. İlhanlıların tarih sahnesinden çekilmesinin ardından, İran ve Doğu Anadolu’da, hâkimiyetlerini uzun süre devam ettiren Karakoyunlu ve Akkoyunlu devletleri boy gösterdi.

ÇAĞATAY HANLIĞI (1227–1370)

Cengiz’in oğullarından Çağatay Han tarafından Batı ve Doğu Türkistan’da ve Mâverâünnehir vadisinde kurulmuş bir Moğol devletidir. Tam bağımsız ve gerçek kuruluşu Duva Han zamanında tamamlanan Çağatay Hanlığı’nın ilk müslüman hükümdarı Tarmaş Han’dır. (1326) Tarmaş Han Alâaddin adını aldı ve onun zamanında Moğolların İslâmiyet’e geçişleri hızlanmış oldu. Zamanla bugünkü Özbekler, Mâverâünnehir’e hâkim olarak bu devletin devamını oluşturdular. Çağatay Hanlığı artan iç karışıklar sebebiyle güçsüz bir hâle geldi. 1370 yılından itibaren Türkistan’da Cengiz soyundan geldiği kabul edilen Timur’un tarih sahnesine çıktığı yeni bir dönem başladı. Timur, Cengiz gibi zırhlı birliklerden oluşan ordusuyla kısa zamanda Türkistan’dan Anadolu’ya kadar uzanan güçlü bir imparatorluğu kurmayı başardı. Cengiz’den farklı olarak Timur, İslâmiyet’i benimsemiş bir kişidir.

KUBİLAY HANLIĞI
(1280–1368)

Çin’de Cengiz Han’ın oğullarından Kubilay Han tarafından kuruldu. Kore’den Almanya’ya kadar uzanan Moğol şiddet imparatorluğunun en etkili devletiydi. Gerek Altın Orda, gerekse İlhanlı ve Çağatay Hanları hiyerarşik olarak Kubilay Han’ın ve haleflerinin otoritesinin kendilerinden üstün olduğunu kabul etmişlerdi. Nitekim bu hiyerarşik üstünlüğü Kubilay Hanlığına hediyeler göndererek, vergilerden pay ayırarak gösteriyorlardı. Zamanla Çin millî isyanı sonucu Moğolların Çin’deki hâkimiyeti zayıflayarak yıkıldı. Moğolların etkili olduğu yıllarda Çin müslümanlarının Budist ve Konfüçyanist çoğunluğa karşı himâye görmüş olması bu devletin olumlu yanlarından birisidir.

MOĞOLLARIN İSLÂM MEDENİYETİNİN GELİŞİMİNE OLUMSUZ ETKİLERİ

Şüphesiz Moğolların bu beklenmedik vahşî çıkışları, İslâm medeniyetini son derece olumsuz etkileyen talihsiz bir gelişme olmuştur. Hattâ bu gelişmeyi tek başına İslâm dünyasının geri kalmışlığının sebebi olarak gören ilim adamlarından Prof. Dr. Osman TURAN:

“Gerçekten medenî hayatın tahribinden ve İslâm dünyasının büyük bir felâkete uğramasından sonra ilim ve kültürün gerilemesi için başka şart ve sebepler aramak beyhûdedir.”3 ifadeleriyle bu felâketin İslâm medeniyetine kritik etkisini ortaya koymuştur.

Moğolların Orta Asya işgallerinde inanılmaz oranlarda kan akıttıkları hemen hemen tüm kaynaklarda sâbittir. Buhârâ, Semerkant, Ürgenç ve bir dönem Selçuklu Sultanı Sancar’a merkez olmuş Merv şehri teker teker Moğolların vahşî saldırılarıyla tek kelimeyle yok edilmişlerdir. Kaynaklar sadece Merv’de 700.000 ilâ 1.300.000 arasında müslümanın şehid edildiğini kaydetmiştir.4 Yine kaynaklar milyonlarca insanın katledildiğinde hemfikirdir. Moğol tahribatının görgü tanığı büyük tarihçi Cüveynî, «Cihangüşâ» adlı eserinde bu büyük felâketi şöyle tarif etmektedir:

“Cengiz Han’ın zamanına kadar dünyada muhtelif devletler ve kavimler mevcuttu.

Bunlardan gurur, kibir ve taşkınlığı en uç noktalara kadar çıkarmış kavimlere karşı Allah, Cengiz’e kuvvet verip onu han yaptı. O da Türkistan’dan Suriye’ye kadar kendine karşı koymaya çalışan ne kadar hükümdar varsa aile ve askerleri ile beraber hepsini yok etti. Yüz bin nüfuslu şehirlerde yüz kişi bile bırakmadı. Bu sözümüzü, ismi olup cismi olmayan şehirler doğrulamaktadır.”5

Her şeye rağmen İslâm dünyası Moğollardan sonra yeniden toparlanmış ve Moğolların baskılarından kaçan yüz binlerce Türkmen, Anadolu’da büyük bir hareketliliğin habercisi olmuştur. Moğol fırtınasını atlatan İslâm dünyası Osmanlı ile batıya yönelmiş, yeni ufuklara yelken açmıştır.
__________________
1 Prof. Dr. Osman TURAN, «Selçuklular Tarihi ve Türk-İslâm Medeniyeti, s. 411.
2 Ahmet TEMİR, «Cengiz Han», s. 121, Kültür Bakanlığı Yayınları.
3 Prof. Dr. Osman TURAN, «Selçuklular Tarihi ve Türk-İslâm Medeniyeti, s. 400.
4 a.g.e., 409.
5 Cihangüşâ, I, s. 26-27; terc., s. 95.