HAMD VE ŞÜKÜR
Yard. Doç. Dr. Harun ÖĞMÜŞ ogmusharun@yahoo.com
HAMD
Hamd, iradeli olarak elde edilmiş olan bir güzelliği övmek demektir. Övgünün hamd olarak isimlendirilmesi için bir nimete mukabil olması gerekmez. -Öven kimseye bir nimet vermiş olsun veya olmasın- övülen kişinin iradesiyle elde ettiği bir güzelliğin olması yeterlidir. Meselâ bilgi ve cömertlik iradeyle sahip olunan/yapılan bir güzelliktir. Dolayısıyla bilgisi ve cömertliği sebebiyle bir kişiyi övmek hamddir. Ancak kaşının güzelliğinden, boyunun uzunluğundan dolayı birini övmek hamd değil; mutlak anlamda övgü, yani medih olur. Çünkü bunlar iradeyle elde edilen güzellikler değildir.
O hâlde hamd ve medih kavramları arasında umum-husus mutlak (tam girişimlilik) ilişkisi vardır. Medih, hamdden daha geneldir. Her hamd medihtir, ama her medih hamd değildir. Bu sebeple övgü ihtiva eden kasîdelere methiye adı verilmiştir. Çünkü şairler, memduhlarını överken övgülerinin vâkıayla örtüşüp örtüşmediğine dikkat etmezler. Övdükleri kişi, çoğu zaman gerçekten övgüye lâyık olmayabilir.
Hamdin tarifini ve medih ile farkını dikkate alınca övgüye lâyık olan yegâne varlığın Allah Teâlâ olduğu anlaşılır. Zira güzellikleri başka hiçbir varlığa bağlı olmaksızın sadece kendi iradesiyle elde eden yalnızca O’dur. Diğer varlıkların övgüyü hak edecekleri güzel davranışları elde etmesinde iradelerinin payı olmakla birlikte, dikkatli düşününce nihayette yine en büyük payın Allâh’ın lütuf ve inâyeti olduğu ortadadır. Meselâ bir kişinin bilgili ve cömert oluşunda kendi iradesinin ve çalışıp çabalamasının elbette bir etkisi vardır. Ancak bunları elde etmesinde en büyük etki, yine Allâh’ın ona; sıhhat, akıl, zekâ, kapasite, çalışma şevki ilh. hasletleri vermesindedir. Eğer Allah ona bunları vermese o, övülecek hasletleri elde edemezdi. Bu sebeple gerçekten övgüye lâyık olan, hakikaten hamd edilecek olan yalnızca Allah Teâlâ’dır.
Yine bu sebepledir ki «el-Hamdü lillâh» âyetindeki harf-i tarif, tefsirlerimizin birçoğunda istiğrâka hamledilmiş; böylece bu ibareye, «kâinattaki bütün hamdlerin Allâh’a mahsus olduğu» anlamı verilmiştir. Çünkü melek, insan, cin gibi iradeli varlıkların hamde lâyık davranış sergilemelerini sağlayacak bütün imkânları Allah bahşetmekte, onlar bu güzellikleri Allah’tan bağımsız olarak kendiliklerinden sergileyememektedirler. Bu durum da, hamde lâyık olanın sadece Allah olduğu gerçeğini göstermektedir. Nitekim Kur’ân-ı Kerim’de hamd ile başlayan sûrelere baktığımızda da bu gerçeğin bir diğer ispatını görürüz. Toplam beş tane olan bu sûrelerin ilk âyetlerine bakalım:
“Hamd; âlemlerin Rabbi, Rahmân ve Rahîm; ceza/mükâfat gününün sahibi olan Allâh’a mahsustur.” (el-Fâtiha, 1/2-4)
“Hamd; gökleri ve yeri yaratan, karanlıkları ve nûru var eden Allâh’a mahsustur.” (el-En‘âm, 6/1)
“Hamd, kuluna Kitâb’ı indiren Allâh’a mahsustur.” (el-Kehf, 18/1)
“Hamd, o Allâh’a mahsustur ki göklerde ve yerde ne varsa hepsi O’nundur. Âhirette de hamd O’na mahsustur. O, hikmet sahibidir ve her şeyden haberdardır. O, yeryüzünün içine gireni de ondan çıkanı da; gökten ineni de, ona yükseleni de bilir. O, Rahîm’dir, Gafûr’dur.” (Sebe, 34/1-2)
“Hamd; göklerin ve yerin yaratıcısı olan, melekleri ikişer, üçer, dörder kanatlı elçiler yapan Allâh’a mahsustur. Allah, yarattığı şeyler(in özelliklerin)de dilediği kadar artırır. Şüphesiz ki Allah her şeye kādirdir. Allâh’ın insanlara açacağı bir rahmeti engelleyecek yoktur. O’nun tuttuğunu da O’ndan başka salacak yoktur. O, her şeye gāliptir ve (her hükmünde) hikmet sahibidir.” (Fâtır, 35/1-2)
Şimdi, Allah’tan başka âlemlerin Rabbi, Rahmân, yani rahmeti her şeyi kuşatan ve âhirette hükmü geçen kimse var mıdır?
Ya gökleri ve yeri yaratan, karanlıkları ve nûru var eden?
Ya on dört asır inananların kalbinde yaşayan ve hayat düstûru olan bir kitap indiren?
Ya göklerde ve yerde olanlara sahip olan; yere gireni de ondan çıkanı da, gökten ineni de ona çıkanı da bilen?
Veya gökleri ve yeri emsalsiz bir şekilde yaratıp, iradesi her şeyin üzerinde olan, dilediğini yapıp yaptığı hiçbir şeye itiraz edilmeyen?
Eğer Allah’tan başka bu hasletlere sahip olan başka biri daha varsa buyursun gelsin ona da hamd edelim!
Yoktur!
O hâlde hamde lâyık olan yalnızca Allah’tır! Çünkü bu hasletlere sahip olan yalnızca O’dur!
ŞÜKÜR
Hamde yakın bir diğer kavram olan şükür ise; verilmiş olan bir nimete söz, davranış ve duygularla karşılık vermek demektir.
O hâlde şükür; hem kalp, hem dil ve hem de diğer âzâlarla yapılabilmektedir. Bu sebeple; «Kulun, Allâh’ın kendisine verdiği nimetleri yaratılış amacına uygun olarak kullanması» şeklinde tarif edilir.
Allâh’ın kula verdiği nimetler ise -bir âyette de belirtildiği gibi- sayılamayacak kadar çoktur. (İbrâhîm, 14/34) Bunların hepsini amacına uygun olarak kullanmak çok zor olduğundan, bir âyet-i kerîmede;
“Kullarımdan şükredenler pek azdır!” (Sebe 34/13) buyurulmuştur.
Şükrün tarifini, Allâh’ın nimetlerinin sayısız oluşunu ve meâlini verdiğimiz son âyet-i kerîmenin ilâhî şahitliğini dikkate alınca hakkıyla şükretmek imkânsız gibidir. Bu itibarla şükrün hamdden üstün bir mertebe olduğu akla gelir.
Bununla birlikte hamd ve şükür kavramlarının her biri bir açıdan diğerinden daha kapsamlıdır. Eski kitaplarımızda bu durum;
“Çeşitli organlar tarafından yapılabilmesi bakımından şükür hamdden; nimet söz konusu olmadan da yapılabilmesi bakımından hamd şükürden daha kapsamlıdır.” şeklinde formüle edilmiştir.*
Hamd ve şükür, sabır ve rızâ kavramlarını da çağrıştırır. Çünkü şükretmek, her şeyden önce Allah’tan hoşnut olmayı, O’nun takdir ettiğine tam mânâsıyla teslim olmayı gerektirir. “Allâh’ım! Başıma bu da mı gelecekti? Neden ben?” psikolojisi şükürle bağdaşmaz. Çünkü bu, Allah’tan yakınmak ve O’ndan şikâyette bulunmaktır. Şikâyet ise O’nun sayısız nimetlerini görmezden gelmektir. Allah, kullarını imtihan edip olgunlaştırmak amacıyla bazı musibetler takdir edebilir. Kula yaraşan, O’nun takdirine teslîmiyetle rızâ göstermek ve sabretmektir.
Yazımız boyunca dille söylemesi kolay, yapılması ise çok zor davranışlardan bahsettik. En iyisi sözü bir duâ ile bitirelim:
Allah; hepimizi diliyle hamd eden, âzâlarıyla şükreden, takdirine rızâ gösteren, yasaklarından kaçınıp emirlerini yapmakta direnç gösteren sabırlı kullarından eylesin!
______________
* Hamd ve şükür kavramları hakkında bu yazıda verilen bilgiler için bkz. Beydâvî, Envâru’t-Tenzîl ve Esrâru’t-Te’vîl (Şeyhzâde Hâşiyesi ile birlikte), I-III, İstanbul: Âmire, I, 29-30.