TÜRKÇEYE SAHİP ÇIKMA BORCUMUZ

Aydın TALAY aydintalay@gmail.com

Milleti birbirine bağlayan, kültür ve şahsiyetin oluşmasında hayatî önem taşıyan ana unsurlardan biri dildir. Dil sadece edebiyatçılara gerekli bir nesne olmayıp her meslek sahibi için ekmek kadar, su kadar lüzumludur.

Unutmayalım ki Türkçeleşmiş yabancı kelime ve kelime gruplarının çokluğu Osmanlı’nın üç kıtaya adâletle hâkim olmasından ileri gelen bulunmaz bir zenginliktir. Dünyanın dört bucağına sömürü ve zulüm üzerine yayılan İngilizlerin kelime ve kavram mücadelesine girmeden dillerini nasıl yaydıkları insaf ehlince bilinmektedir.

Bugün baba ile torun birçok konuda anlaşamıyor ve ortak değerlere omuz omuza sahip çıkamıyorsa kabahati kimde arayacağız acaba?

Eğer bir eğitim sayesinde; insanın gönlünü zenginleştiremiyor, rûhunu arıtamıyor; cemiyete bilgi ve sevgi ile kolayca intibak edecek kimlikli nesiller yetiştiremiyor, içte ve dışta kuvvetli bir hâle gelemiyorsak ana dilimizin ihmalinin bunda payı yok mudur? Yalnız Türkçe öğretmenleri değil, özellikle orta öğrenim seviyesindeki bütün okullarda istisnâsız tüm öğretmenler yazılı ve sözlü imtihanlarında Türkçe üzerinde durmuyorlarsa gidişin hayırlı olduğu söylenebilir mi?

Konuşma dilimizin 400-500 kelimeye düşecek kadar fakirleştirilmesinin yanında sorumsuz politikacı, doymak bilmeyen kazanç hırsı ve her şeyi bunlara âlet ederek milleti aşağılık kompleksine dûçar eden yarış atı gibi üniversiteye hazırlama ve reklâm zihniyeti, insanımızı şaşkına döndürdü.

Yolunuz Koşuyolu tarafına düşerse bir esnafın levhasında «Bahçeci» yerine nasıl «Baççeci» yazdığını göreceksiniz. İddia kelimesini berbat hâle getirerek rant kuranlar gibi. Doğruyu, güzeli ve yararlıyı bilme ve hayata geçirme zorlaşmaya başladı. Bir zamanlar okullardaki kara tahtanın bile gözümüzde bir ağırlığı varken sorumsuz firmalar hiç bedel ödemeksizin insanımızın ön ve arkasını ne idüğü belirsiz kara tahtalar hâline getirmeye başladı.

Bir gün vapur ile karşıya geçerken tişörtünün göğüs kısmında İngilizce olarak;

«Ben bir keçiyim, biz bir keçi ailesiyiz ve keçileri çok severiz. Babam da keçi, annem de» yazılı bir gence vapurdan çıkınca yanaşıp münasip bir şekilde keçi olup olmadığını sordum. Arkadaş fena hâlde öfkelenip kabına sığmamaya başladı.

“Dur kardeşim bak, işte göğsünde böyle yazıyor.” deyince firmaya küfredip uzaklaştı. Bu örneklere sık sık rastlarsınız.

Ümraniye çarşı merkezinde ve ana cadde üzerindeki bir esnafın büyük levhasında;

«Suu Kuaför» görünce birkaç kere aldırmadım ama sonunda dayanamayarak gidip sordum:

“–Kardeşim siz gerçekten kötü berber olduğunuzu kabul mü ediyorsunuz?”

Adam, oldukça afalladı;

“–Ne münasebet?!.” diye sertçe çıkışınca;

“–İşte levhanız canım, «suu» Arapçada kötü, kuaför Fransızcada berber anlamına geliyor.”

“–Hayır!” diye itiraz etti mi!.. “Biz kötü diye değil bol su kullanan diye koyduk.”

Belki yerine göre yabancı kelime kullanmak ihtiyaç olabilir. Fakat bu derece yaygın şekilde kullanmak hayranlık hissi ve üstünlük havası ile yabancı kelimeye sarılmak ayıplanacak bir düşük ahlâk değil midir? Zulüm ve haksızlıklar göz alıcı şekilde ambalâjlanarak takdim edilmeye başlayınca; doğruyu eğriden, haramı helâlden ayırma, zor ve imkânsız gelmeye başladı. Üç kuruş menfaat uğruna levhalar baştanbaşa İngilizce ve diğer dillerde eğri-büğrü yazılmaya başladı.

Hâlbuki bunun ticaretin gelişmesine bir faydası olmadığı gibi güzel Türkçeyi de eğri-büğrü kullanmaya hiç kimsenin hakkı yoktur.

Türkçemizi yazı ve konuşma dilinde düzgün kullanmakla sadece bilgi ve değerimizi, şerefimizi korumakla kalmayıp yenilmez bir güç ve coşku ile hayırlı ve faydalı hizmet yarışının da yolunu açmış olacağız. Doğrusu bu aşağılık kompleksine bizim insanımız lâyık değildir.

Güzel Türkçeyi doğru ve sağlam kullanmayı herkesin ilke edinip onu hor kullananlara karşı tepkisini ortaya koyması ma‘şerî bir borç hâline gelmiştir.

Dilimize doğru ve ciddî şekilde sahip çıkmazsak başta yüce dînimiz olmak üzere ana değerlerimizin lâyıkı ile anlaşılıp, topluma mal edilmesi mümkün olmayacaktır. Müslüman ise hayatın her safhasında dürüstlüğü candan kabul ederek ona teslim olmuş insana denir. Halkın benimsediği kelime ve kavramlara sahip çıkacağız. Haber getiren anlamında olan peygamber kelimesini; «Farsçadan geldi.» diye atmayacağız.

Türkçenin ve tarihimizin nesillere titiz bir emanet sorumluluğu içinde aktarılması esastır. Bu bakımdan özellikle yazar ve çizer takımının radyo ve televizyonda görevlilerin kelime ve kavramlara dikkat etmeleri vazgeçilmez görevleridir. Kelimelerin kendine mahsus bir gücü olduğu gibi sözü yerinde söylemenin de huzur ve selâmet için en geçerli vasıta olduğu unutulmamalıdır. Bu yüzdendir ki gönüllerde mekân tutan Yûnus Emre’miz ne güzel söyler:

Söz ola kese savaşı
Söz ola kestire başı
Söz ola ağulu aşı
Bal ile yağ ede bir söz

Ticaret firmaları, imalâtçılar, reklâmcı ve diğer kuruluşların bu milletin bir ferdi olarak toplumdaki huzur ve saâdet yolunun; ana değerlerimizi ve bilhassa dilimizi korumak ve zenginleştirmekten geçtiğini unutmayarak taklitçilik ve onur kırıcı kelime ve yabancı hastalığından uzak durmalarını bekliyoruz.

Başta eğitim kurumları olarak devlet kademelerinin de bu konuda görevlerini titizlikle yapmalarını beklemek en tabiî hakkımızdır sanırım.