EN BÜYÜK MÛCİZE KUR’ÂN -3-

Enver Osman KAAN enoskaan@hotmail.com

Bu yazıda Kur’ân’ın mûcizevî yönüne ilmî veriler ışığında temas etmeye çalışacağız. Aslında ne Kur’ân’ın ilâhî kitap olduğunu ispatta ne de bizim Kur’ân’ın Allah tarafından indirildiğine îmânımızda bu ilmî verilere ihtiyacımız yoktur. Ancak bu ilmî verilerin bizim Kur’ân’a olan bağlılığımızın artmasında, alıcılarımızın açılmasında, Kur’ân’ı anlamada, anlatmada, yaşamada ve yaymada etkili olduğu da göz ardı edilemeyecek bir gerçektir.

Kur’ân; indirildiği çağda yaşayan insanların henüz haberdar olmadığı tarihî gerçekleri, geçmiş kavimlerin kıssalarını mühim ayrıntılara yer vererek nakletmiştir. Tarih, arkeoloji gibi ilimlerde geliştikçe Kur’ân’ın bildirdiği haberleri tasdik etmektedir.

Kur’ân Nuh Tufanı’nı anlatır:

“(Nihayet); «Ey yer suyunu yut! Ve ey gök (suyunu) tut!» denildi. Su çekildi; iş bitirildi; (gemi de) Cûdi (dağının) üzerine yerleşti. Ve: «O zalimler topluluğunun canı cehenneme!» denildi.” (Hûd, 11/44)

“Onu yalanladılar, biz de onu ve onunla beraber gemide bulunanları kurtardık, âyetlerimizi yalanlayanları da suda boğduk! Çünkü onlar kör bir kavim idiler.” (el-Ârâf, 7/64)

Leonard WOOLLEY, British Museum ve Pennsylvania Üniversitesi tarafından ortaklaşa yürütülen bir kazı çalışmasında başkanlık etmiştir. Sir Woolley’in kazıları Bağdat ve Basra körfezin arasındaki çölün ortalarında gerçekleşti. Tevrat’ta, tüm dünyada olduğu yazılan tufanın sınırları ile alakalı Kur’ân bir ayrıntı vermemektedir. Yapılan kazı çalışmalarında ise bu tufandan Mezapotamya bölgesinin önemli şehirleri olan Ur, Uruk, Kiş ve Şurrupak’ın etkilendiği ortaya çıkmıştır. Ve bu olayın M.Ö. 3000 yıllarında cereyan ettiği varsayılmaktadır.

Kur’ân zenginliği ile şımarmış Sebe’ halkının şiddetli sel ile nasıl helâk edildiğini anlatır:

“Andolsun, Sebe’ kavmi için oturduğu yerlerde büyük bir ibret vardır. Biri sağda, diğeri solda iki bahçeleri vardı. (Onlara:) Rabbinizin rızkından yiyin ve O’na şükredin. İşte güzel bir memleket ve çok bağışlayan bir Rab! Ama onlar yüz çevirdiler. Bu yüzden üzerlerine Arim selini gönderdik. Onların iki bahçesini, buruk yemişli, acı ılgınlı ve içinde biraz da sedir ağacı bulunan iki (harap) bahçeye çevirdik. Nankörlük ettikleri için onları böyle cezalandırdık. Biz nankörden başkasını cezalandırır mıyız!” (es-Sebe’, 34/15-17)

Kur’ân’ın İrem şehri diye bahsettiği bu şehrin kalıntılarını İngiliz araştırmacı Bertram THOMAS, Kuzey Arabistan’da yaptığı kazılarda bulmuştur.

“Görmedin mi, Rabbin ne yaptı Âd kavmine? Direkleri (yüksek binaları) olan, İrem şehrine? Ki ülkeler içinde onun benzeri yaratılmamıştı.” (el-Fecr, 89/6-8)

İki ibretlik şehir, Sodom ve Gomore:

Homoseksüellik sapıklığına batmış olan Lût kavminin fecî âkıbetinden bahseden Kur’ân’ı, bugünkü Kızıldeniz’in kuzeyinde İsrail-Ürdün sınırı boyunca uzanan Tuz Gölü’nün (ölü deniz) kükürtlü yapısı tasdik etmektedir. Zira kükürt, volkanik patlama ile ortaya çıkan bir elementtir. Nitekim bu kavim; yıldırımlar, yangınlar ve tabiî gazlarla birlikte korkunç bir deprem ile yerin dibine göçmüştür.

“Kavminin cevabı; «Onları (Lût’u ve taraftarlarını) memleketinizden çıkarın; çünkü onlar fazla temizlenen insanlarmış!» demelerinden başka bir şey olmadı. Biz de onu ve karısından başka aile efradını kurtardık; çünkü karısı geride kalanlardan (kâfirlerden) idi. Ve üzerlerine (taş) yağmuru yağdırdık. Bak ki günahkârların sonu nasıl oldu!” (el-Ârâf, 7/82-84)

Tevrat’ta Hazret-i İbrahim ile Hazret-i Yûsuf dönemlerindeki Mısır hükümdarlarından firavun diye bahsedilmektedir. Hâlbuki bu hitap her iki peygamberden çok sonra kullanılacaktır. Kur’ân’da ise Hazret-i Yûsuf zamanındaki hükümdardan el-Melik diye bahsedilir. Hazret-i Musa dönemindeki hükümdardan tarihî bilgilere mutâbık olarak firavun diye bahsedilir.

Firavun ve yakın çevresi putperest inanışlarına o kadar bağlıydılar ki Allah -celle celâlühû-’nün Musa’yı ayrı ayrı mûcizeler (tufan, çekirge, haşerat, kurbağa, kan) ile göndermesine rağmen yine de inanmadılar. Firavun, Musa’nın Rabbini öldürmek için Hāmān’a kule bile yaptırdı. Nihayet Firavun, Musa ve kavmini serbest bıraktı. Ardından pişman olarak peşlerine düştü. Kızıldeniz’i geçerken Allâh’ın izniyle Kızıldeniz ikiye ayrıldı, Musa ve kavmi geçti, Firavun ve ordusu geçerken kapandı. Hem Firavun hem de ordusu boğuldu. Muhtemelen Firavun’un cesedi kıyıya vurdu. Onu aldılar, mumyaladılar ve bugün Kur’ân’ın verdiği bilgiye de uygun olarak Kahire’deki Mısır Müzesinin Kraliyet Mumyaları Odasında sergilenmektedir.

“Biz, İsrailoğullarını denizden geçirdik. Ama Firavun ve askerleri zulmetmek ve saldırmak üzere onları takip etti. Nihayet (denizde) boğulma hâline gelince, (Firavun:)

«Gerçekten, İsrailoğullarının inandığı Tanrı’dan başka tanrı olmadığına ben de îman ettim. Ben de müslümanlardanım!» dedi.

Şimdi mi (îman ettin)! Hâlbuki daha önce isyan etmiş ve bozgunculardan olmuştun. (Ey Firavun!) Senden sonra geleceklere ibret olması için, bugün senin bedenini (cansız olarak) kurtaracağız. İşte insanlardan birçoğu, hakikaten âyetlerimizden gafildirler.” (Yûnus, 10/90-92)

Rum Sûresi’nin ilk âyetleri:

Hıristiyan Bizanslıların 613-614 yıllarında putperest bir toplum olan Persler karşısında çok ağır bir yenilgiye uğramasından yaklaşık 7 sene sonra M.S. 620 civarında indirilmiştir. Ve Kur’ân’ın haberi doğru çıktı. Hiç ihtimal verilmediği hâlde 627 yılının Aralık ayında Bizans ve Pers İmparatorlukları arasında Bağdat yakınında Dicle nehrinin 50 kilometre doğusunda bulunan Ninova harabeleri yakınında büyük bir savaş oldu. Bizans ordusu Persleri burada yenilgiye uğrattı. Birkaç ay sonra Persler işgal ettikleri toprakları geri vererek bir anlaşma imzaladılar. Rumlar’ın galibiyeti 630 yılında Herakliyus’un Pers hükümdarı II. Keyhüsrev’i yenilgiye uğratarak, Kudüs’ü geri alması ve Hıristiyanlığın sembolü «Gerçek Haç»ı Kutsal Mezar Kilisesine kazandırmasıyla tamamlanmış oldu.

“Rumlar yenildi. Arapların bulunduğu bölgeye en yakın bir yerde onlar. Hâlbuki onlar, bu yenilgilerinden sonra birkaç yıl içinde galip geleceklerdir. Onların bu yenilgilerinden önce de sonra da emir Allâh’ındır. O gün mü’minler de Allâh’ın yardımıyla sevineceklerdir.” (er-Rûm, 30/2-4)

Kur’ân Mekke’nin fethedileceğini de daha önceden müjdelemişti:

“Andolsun ki Allah, elçisinin rüyasını doğru çıkardı. Allah dilerse siz güven içinde başlarınızı tıraş etmiş ve kısaltmış olarak, korkmadan Mescid-i Haram’a gireceksiniz. Allah, sizin bilmediğinizi bilir. İşte bundan önce size yakın bir fetih verdi.” (el-Fetih, 48/27)

Peygamberimiz hicretin 8. yılında Mekke’ye girerek bu şehri fethetmiştir.

Kur’ân’ın sadece mânâlarında değil lâfızlarında, sûrelerinin dizilişinde de mûcizeler vardır:

Elmalılı merhum, sûrelerin dizilişindeki ince sırra temas etmektedir. Birkaçını burada zikredelim. Kur’ân, malûm olduğu üzere 30 cüzden oluşmaktadır. İlk yarısının 4. sûresi Nisâ Sûresi’dir. İlk âyeti şöyledir.

“Ey insanlar! Sizi bir tek nefisten yaratan ve ondan da eşini yaratan ve ikisinden birçok erkekler ve kadınlar üretip yayan Rabbinizden sakının. Adını kullanarak birbirinizden dilekte bulunduğunuz Allah’tan ve akrabalık haklarına riâyetsizlikten de sakının. Şüphesiz Allah sizin üzerinizde gözetleyicidir.” (en-Nisâ, 4/1)

Bu âyet, insan yaratılışının başlangıcından bahsetmektedir.

Kur’ân’ın ikinci yarısının 4. sûresinin ilk âyeti ise şöyledir:

“Ey insanlar! Rabbinizden korkun! Çünkü kıyâmet vaktinin depremi müthiş bir şeydir!” (el-Hacc, 22/1)

Bu âyet ise kıyâmetin kopuşundan, dolayısıyla insanın sonundan bahsetmektedir.

Vâkıa Sûresi şu âyetle bitmektedir:

“Öyleyse ulu Rabbinin adını tenzih ile an.” (el-Vâkıa, 56/96)

Sonraki sûre olan Hadid Sûresi ise şu âyetle başlamaktadır:

“Göklerde ve yerde bulunan her şey Allâh’ı tesbîh etmektedir. O; Azîz’dir, Hakîm’dir.” (el-Hadîd, 57/1)

Yukarıdaki âyette insana Allâh’ı tesbih etmesi emredilirken aşağıdaki âyette ise göklerin ve yerin tesbîhinden bahsedilmektedir.

Birçok sûrede önemli vurgular ya sûrenin başında veya sonundadır. Çünkü insan beyni ilk ve son duyduklarını daha rahat hatırlayabilmektedir. Bu da Kur’ân’ın ayrı bir mûcizesidir.

Kur’ân, kıssaları tekrar tekrar getirir:

Bir konunun tekrarı, onun akılda kalması ve öğrenilmesi için en iyi metottur. Ancak sürekli aynı şeyi aynı formatta tekrar, bıkkınlık getirir. Fakat farklı söz ve ifade biçimleri ile tekrar edilirse, bıkkınlık getirmez. Günümüzde reklâm ve siyaset dünyasında kullanılan bu metodu Kur’ân 1400 sene evvel kullanmıştır.

“De ki: «Allâh’ın size üstünüzden (gökten) veya ayaklarınızın altından (yerden) bir azap göndermeye ya da birbirinize düşürüp kiminize kiminizin hıncını tattırmaya gücü yeter.» Bak, anlasınlar diye âyetlerimizi nasıl açıklıyoruz!” (el-En‘âm, 6/65)

“Böylece biz âyetleri geniş geniş açıklıyoruz ki; «Sen ders almışsın.» desinler de, biz de anlayan toplum için Kur’ân’ı iyice açıklayalım.” (el-En‘âm, 6/105)

Kur’ân’ı diğer ilâhî ya da beşerî kitaplardan ayıran en temel özellik; onun Allâh’ın himâyesi altında olmasıdır. Muhammed Hamîdullah, Kur’ân’ın aslının değişip değişmediği konusunda yapılan bir çalışmayı nakleder:

18. asrın sonlarına doğru Almanya’nın Münih Üniversitesinde kurulan «Kur’ân Araştırmaları Enstitüsü» 60 yıl boyunca toplam 42.000 Kur’ân nüshası üzerinde çalışmış, sonuçta kâtip hatalarından kaynaklanan bazı yazım farklılıklarından başka herhangi bir rivâyet farklılığı tespit edememiştir.

“Kur’ân’ı kesinlikle Biz indirdik; elbette onu yine Biz koruyacağız.” (el-Hicr 15/9)