GÜZEL AHLÂK -1-

Doç. Dr. Seyit AVCI seyitavci1968@mynet.com

Güzellik, bütün insanlarca sevilen ve beğenilen bir değer olduğu gibi güzel huylar da bütün insanlarca sevilen ve beğenilen değerlerdir. Zira güzel şeyler; iyi ve güzel olduğu için sevilir, beğenilir. Bunun tersi düşünülemez. Güzel olan şeyler gözlere sürûr, gönüllere huzur verir.

Bütün güzelliklerin kaynağı Allah Teâlâ’dır. Allah; her şeyin güzelini sevdiği gibi, kullarına da güzel olan şeyleri sevmelerini, onları benimsemelerini emretmiştir. Kur’ân bu anlamda baştan sona güzelliklerle doludur ve insanlara her şeyin güzel olanlarını emretmektedir. Bu bakımdan bütün güzel huyların kaynağı da Kur’ân’dır. İslâm ahlâkı Kur’ân’a dayanır. Her yönüyle vahiy yoluyla belirlenen davranışlar bütünüdür. Vahiy yoluyla belirlenen bu davranışlar bütünü ve güzel huylar bir insanda toplanmış, bir örnek olmak üzere Rasûl-i Ekrem Efendimiz’in şahsında insanlığa sunulmuştur. Hak Teâlâ en güzel şekilde yarattığı son elçisini, ahlâk bakımından da en güzel şekilde donatmış ve O’nun hakkında ilâhî kelâmında şöyle buyurulmuştur:

“Sen yüce bir ahlâk üzeresin.”1

Efendimiz’in en güzel ahlâka, en güzel huylara sahip olduğu bu âyetle tespit ve tescil edilmiştir. Efendimiz’in kendisi de âyette belirtilen gerçeği tasdik ederek;

“Ben ahlâkî prensipleri tamamlamak üzere gönderildim.” buyurmuştur.2 O’nunla güzel ahlâk tamamlanmış; O’nun şahsında insanlığa en güzel sözler söylenmiş, en güzel davranışlar sergilenmiştir. O’nun sözleri sıradan bir söz olmadığı gibi, davranışları da sıradan bir davranış değildir. Aksine her sözü hikmetli, her davranışı değerlidir. O’nun hayatı bu gözle okunmalı, yaşayışı bu çerçevede değerlendirilmelidir.

Efendimiz’in bütün hadisleri mü’minlerin birbirlerine karşı daha iyi davranmaları konusunda onlara görev yüklemektedir. Dolayısıyla İslâm’ın getirdiği ahlâk anlayışı bir görev ahlâkıdır. Her mü’min üzerine düşen görevi yerine getirmekle mükelleftir.

Dînî hükümlerin ve emirlerin insanlar tarafından benimsenip uy­gulanması durumunda İslâm ahlâkı hayata hâkim olmaya başlar. İnsanların huyları iyileşip ah­lâkları güzelleşmeye başlayınca iyi birer müslüman hâline gelirler. Dînin en büyük gayesi güzel ahlâkın fert ve toplum hayatında yaşanmasını sağlamak ve böylece mensuplarını dünya ve âhiret saâdetine kavuşturmaktır. Zira Efendimiz’in beyânına göre:

“Mîzanda, güzel ahlâktan daha ağır gelecek bir şey yoktur.”3

Kıyâmet günü ameller tartılacak, ne var ne yok bütün şeyler ortaya konulacaktır. Kıyâmet gününde, amellerin tartılması haktır. Zira Cenâb-ı Hak;

“Biz, kıyâmet günü için insanların amellerini tartmak üzere adalet terazileri koyacağız.”4 buyurmaktadır. Mü’minlerin inancı budur. Yalnız amellerin tartılma durumu ve nasıl olacağını Allah’tan başkası bilemez. Mîzanın ağır basmasında etkili olabilecek hayırlı amellerin başında dünyada güzel ahlâk sahibi olarak yaşamış olmak gelmektedir. Zira dünya âhiretin tarlasıdır. Bu dünyada iyilik yapan iyilikle karşılaşacak, onunla amelleri tartılacaktır. İyi bir müslüman olabilmenin yolu da güzel ahlâka sahip olabilmektir. Nitekim Efendimiz;

“Sizin en mümtaz olanlarınız, ahlâk bakımından en güzel olanlarınızdır.” buyurmuştur.5

Demek ki güzîde insan olmanın yolu güzel ahlâka sahip olmaktan geçmektedir. Güzel ahlâka sahip olamayan halka yakın olamaz ki Hakk’a yakın olabilsin! Yaratılanın sevip beğenmediği birini, Yaratan da elbette ki sevip beğenmez. Halk; Hakk’ın lisanı, O’nun yeryüzündeki şahitleridir. Halk nazarında makbul olmayan, Hak katında da makbul olmaz. Bir insanda ahlâk yoksa, onda insanlık da yoktur. Hele hele güzîde ve mümtaz bir kişiliğe sahip olmanın hiç yolu yoktur. Hak Teâlâ ancak güzel olanları sever. Çirkin ve kötü olan şeylerden nefret eder. Onu yanına yaklaştırmak, güzîde kulları arasına almak şöyle dursun, kendisi sevmediği gibi meleklerine, insanlara da sevdirmez.

O’na ancak güzel davranışlarla, sâlih amellerle yaklaşılabilir. Ancak o şekilde rızâsı ve hoşnutluğu kazanılabilir. O; en son Peygamber’ini en üstün ahlâka sahip olarak göndermiş, O’nun şahsında neyi sevip neyi sevmediğini kullarına göstermiştir.

İnsanlık tarihi içinde en güzel ahlâk, şüphesiz Rasûl-i Ekrem Efendimiz’in ahlâkıdır. O’nun ahlâkı, baştan sona Kur’ân ahlâkıdır. Kur’ân ahlâkı; O’nun şahsında temessül edip canlanmış, bir insan olarak vücut bulup yaşanmıştır. Güzel ahlâkı en mükemmel şekilde yaşayarak ahlâkın zirvesine çıkan yegâne zât O’dur. Güzel ahlâkın eksik ve noksan yönleri O’nun sayesinde tamamlanmış, kemâle ermiştir. Bu hususta bizzat kendisi şöyle buyurmuştur:

“Ben, ancak güzel ahlâkı tamamlamak için gönderildim.”6

İnsanlık O’nunla güzel ahlâkı tanıdı. Yediden yetmişe herkes O’nun güzel ahlâkı sayesinde insanlık değerini buldu. İnsan olmanın şeref ve haysiyetini O’nun sayesinde kazandı. O’nun âlemlere rahmet olarak gönderilmesinin tadını ve hazzını yaşadı. Bütün insanlık bu anlamda O’na şükran borçludur. O, rahmet ve şefkat peygamberidir. İnsanlık, güzel ahlâkın en güzel yansıması olan şefkat ve merhameti O’ndan öğrenmiştir.

Kısaca İslâm, Efendimiz’in ahlâkı ile ahlâklanmaktan ibarettir. O’nun ahlâkını yaşayan, O’na yakın olur. O’na yakın olmanın sırrı budur. Nitekim kıyâmet günü Efendimiz’e en yakın olan kişiler ahlâk bakımından en güzel kişiler olacaktır.7

O; en güzel ahlâk sahibi olduğundan dolayı, en güzel ahlâk sahibi olanlar da O’na en yakın olacaklardır. O’nun dünyadaki en büyük hedefi; güzel ahlâkı insanlara öğretmek, onu benimsetmekti. Bunun için çalışmış, bu uğurda mücadele vermiştir.

Güzel ahlâka sahip olanlar; O’nun yolunu benimsemiş, O’nun izini takip etmiş olurlar. Rasûl-i Ekrem Efendimiz’in ahlâkı Kur’ân ahlâkı, Kur’ân da Allah kelâmı olduğuna göre; onun üstünde hiçbir ahlâk düşünülemez. İslâm’ın bu yüce ahlâkıyla ahlâklanabilmek için; Efendimiz’in hayatını öğrenmek, O’nun sünnetini her yönüyle benimsemek gerekir.

O’nun yolunu benimseyenlerin sahip olacakları en güzel özelliklerden biri; kendi şahısları için hiçbir zaman intikam almamak, af yoluna gitmektir. Bunu yapabilmek büyük bir hoşgörüye, geniş bir gönle sahip olmakla mümkündür. Yaratılanı Yaratan’dan dolayı sevmeyi, O’ndan dolayı hoş görüp affetmeyi gerektirir. Bu ise îman bakımından büyük bir olgunluk, güzel bir davranıştır. Günah olmadığı sürece affetmek, kolay olanı tercih etmek; O’nun ahlâkının en önemli ilkelerindendir. Zira Efendimiz, muhayyer bırakıldığı iki iş ara­sında günah olmadığı sürece bu iki işten en kolay olanını seçerdi. Kolay olan iş günah olduğu zaman da ondan insanların en çok uzak kalanı olurdu. Allah Teâlâ’nın emir ve yasakları çiğnenmedikçe de Rasûl-i Ekrem kendi nefsi için intikam almazdı. Ancak Allah Teâlâ’nın emir ve yasakları çiğnendiği zaman intikam alırdı.8 Mü’min de böyle olmalı, bu ahlâkî ilkeyi kendine rehber edinmelidir.

Efendimiz’in bu güzel davranışı hayatı güzelleştirir, insanlar arası ilişkileri seviyeli hâle getirir. Bu da;

“Kolaylaştırınız, güçlük çıkarmayınız.” ilkesinin uygulanmasıdır. İnsanın kendi nefsi için intikam almaması, affedip bağışlaması güzel ahlâkın en önemli göstergelerinden biridir. Bunu ancak üstün ahlâka sahip olanlar yapabilir, bunu yapanlar ancak üstün ahlâka sahip olabilirler.

Güzel ve üstün bir ahlâka sahip olanlar bundan dolayı Yaratan’a şükretmelidirler. Allah Teâlâ, insanlar arasında rızıkları bölüp taksim ettiği gibi; ahlâkî özellikleri de bölüp dağıtmış, herkese değişik huy ve kabiliyetler vermiştir. Allah Teâlâ malı sevdiğine ve sevmediğine vermesine rağmen güzel ahlâkı ancak sevdiği kişilere ihsan etmiştir. Gönlünde iyiliğe ve güzelliğe karşı bir meyil bulanlar bu nimetin değerini bilmeli, en azından Yaratıcı nezdinde iyi bir mevkide olduklarını düşünerek daha da güzel ve iyi davranışlar sergilemeye gayret etmelidirler.

Mal harcamakla biter, tükenir. Ama güzel ahlâk yaşanmakla bitip tükenmez. Güzel ahlâk sahibi güzel davrandıkça, halk nazarında itibarı arttığı gibi Hak katında da değeri ve itibarı artar. Mal-mülk fânîdir, gelir geçer. Bugün zengin olan yarın fakir olabilir. Beklenmedik bir anda bütün servet elden çıkabilir. Fakat güzel ahlâk sahibi böyle bir tehlike ile karşılaşmaz. Kendinde güzel ahlâkın gereği olan cömertlik ve fedâkârlık gibi güzel huyları bulamayanlar; düşmanla mücâhededen korkan ve gecenin uykusuzluk verdiği gibi kendisine meşakkat ve sıkıntı gelmesinden korkanlar; gönüllerini Hakk’a açmalı, O’nun bitmez tükenmez hazinelerini düşünerek bu kötü huylardan vazgeçmeye, cömert ve fedâkâr olmaya çalışmalıdırlar. Tehlil, tesbih, tahmid ve tekbir getirmeli, bu zikirlere çokça devam etmelidirler. Hasta insanların ilâçla tedavi oldukları gibi kötü huya sahip olanlar da zikir ve fikirle tedavi olmalıdırlar. İnsanların ahlâkları, huy ve karakterleri birbirinden farklıdır. Üstün ahlâka sahip olanlar bundan dolayı Yaratıcı’ya şükretmeli, hayatlarını o şekilde devam ettirmelidirler. Üstün ahlâk sahibi olamayanlar da işin ucunu bırakmamalı, güzel ahlâka sahip olabilmenin yollarını araştırmalı, bu hususta mücâhede ve mücadele etmelidirler. Malı harcamakta cimri olmak, düşmanla mücâhededen korkmak ve gece meşakkatinden sakınmak iyi özellikler değildir. Kendisinde bu menfî sıfatlar bulunan­lar kınanır ve makbul kimseler sayılmazlar. Bunlar bir çeşit kusur ve hastalıktırlar. Bu hâllerini terk edemeyenler mânevî hastalıklarına şifa, dertlerine deva bulabilmeleri, onlardan kurtulabilmeleri için mânâlarını anlamak şartıyla evrad ve ezkâra devam etmelidirler. Belki o sayede bu çirkin huy­larından kurtulup, güzel huylara sahip olabilirler.

Tehlil denilen «Lâilâhe illâllah»:

Allah’tan başka ibâdet edilecek hiç bir ilâh olmadığına, yalnız O’na ibâdet edilip O’ndan yardım isteneceğine, dünyada ve âhirette sığınılacak yegâne varlığın O olduğuna inanmak demektir. Bu şekilde inanan bir insana Allah Teâlâ güven verir. Onu himayesine alır, korktuklarından emin, umduklarına nâil eyler.

Tesbih anlamına gelen «Sübhânallah»:

Allâh’ın noksan sıfatlardan berî ve yüce olduğuna, kemal sıfatları ile vasıflandığına, eşi ve benzerinin olmadığına, her şeyin O’nun kudret ve iradesiyle meydana geldiğine, öldüren ve diriltenin O olduğuna, mülk ve tasarrufunda ortağının bulunmadığına îman edip teslîmiyet gösteren bir insanı Hak Teâlâ sıkıntı ve üzüntülerinden kurtarır, korkularını giderir.

Tahmid demek olan «Elhamdülillâh»:

Her türlü nimetleri, yiyecek ve içecekleri kullarına ihsan ettiğine, bu bitip tükenmez ikram ve izzetine karşılık şükürde bulunmanın bir görev olduğuna kanaat getiren, malı-mülkü verenin de alanın da O olduğunu düşünen, bu nimetlere karşı şükrün yalnız dille yapılamayacağını anlayan, ibâdetin yanında var olan maldan hayır yollarına ve fakir-fukarâya harcanması gerektiğini fark eden bir insana; Hak Teâlâ bu sorumluluğu karşısında onu cimrilik hastalığından kurtarır, ona vermeyi, tasadduk etmeyi kolaylaştırır.

Tekbir anlamına gelen «Allâhu Ekber»:

Allâh’ın her şeyden büyük ve yüce olduğuna, hiç bir şeyin O’nun dengi ve benzeri olmadığına, O’nun azameti karşısında her şeyin kü­çülmeye ve yokluğa mahkûm olduğuna ihlâs ve samimiyetle inanan bir kula Hak Teâlâ tevâzu ve alçakgönüllü olmayı nasip eder. Ondan kibir ve gururu giderir. 9
_____________

1 el-Kalem, 4.

2 Ahmed, II, 381.

3 Zebidî, İthaf, VII, 320; Hindî, Kenzü’l-ummâl, nr. 5152.

4 el-Enbiyâ, 47.

5 Ahmed, II, 193, 467.

6 Ahmed, II, 381.

7 Buhârî, Müfred, s. 90.

8 Heysemî, Mecmeu’z-zevâid, IX, 15.

9 Buhârî, Müfred, s. 91.