EN BÜYÜK MÛCİZE KUR’ÂN -2-
Enver Osman KAAN enoskaan@hotmail.com
Bu yazı dizisinde Kur’ân’ın mûcizevî yönüne ilmî veriler ışığında temas etmeye çalışacağız. Aslında ne Kur’ân’ın ilâhî kitap olduğunu ispatta ne de bizim Kur’ân’ın Allah tarafından indirildiğine îmânımızda bu ilmî verilere ihtiyacımız yoktur. Ancak bu ilmî verilerin bizim Kur’ân’a olan bağlılığımızın artmasında, alıcılarımızın açılmasında, Kur’ân’ı anlamada, anlatmada, yaşamada ve yaymada etkili olduğu da göz ardı edilemeyecek bir gerçektir.
Kur’ân, indirildiği çağda yaşayan insanların ulaşamayacağı birçok ilmî ve teknik bahislere ana maksatlar çerçevesinde özlü ve i‘cazlı bir biçimde yer vermiştir. Bu bahisler, ancak bilimin ilerlemesiyle deşifre edilmektedir.
Kur’ân’ın haber verdiği kevnî/kozmolojik haberlere şu örnekleri verebiliriz.
Kur’an bize âlemin yoktan yaratıldığını haber vermektedir:
“O, gökleri ve yeri örnekleri yokken yaratandır.” (el-En’âm, 6/101)
Hâlbuki 20. yüzyılın ortalarına kadar felsefe ve bilim çevrelerinde hâkim görüş, âlemin sonsuz ölçülere sahip olduğu idi. «Statik âlem modeli» adı verilen bu anlayışa göre âlem için herhangi bir başlangıç veya son, söz konusu değildir.
Bugün astrofiziğin geldiği kesin sonuç ise âlemin madde ve zaman boyutları ile bir sıfır ânında «Big Bang» dedikleri büyük bir patlama ile 15 milyar yıl evvel yaratılmış olduğudur. Bilim bunu 20. yüzyılda tespit ederken Kur’ân 1430 sene önce haber vermiştir.
Kur’an bize âlemin genişlediğini haber vermektedir:
“Göğü, gücümüzle Biz kurduk; şüphesiz Biz onu genişleticiyiz.” (ez-Zâriyât, 51/47)
Bu gerçek 20. yüzyılda Edwin Hubble’ın gelişmiş teleskobuyla yaptığı gözlemleri neticesinde, tüm yıldız kümelerinin hızla birbirlerinden uzaklaştığını tespit etmesiyle ortaya çıkmıştır. Böylece genişleyen «dinamik âlem modeli» doğrulanmıştır.
Kur’ân bize âlemin sonlu olduğunu haber vermiştir:
“Göğü, kitap dürer gibi dürdüğümüz zaman, yaratmaya ilk başladığımız gibi katımızdan verilmiş bir söz olarak onu tekrar var edeceğiz. Doğrusu Biz yaparız.” (el-Enbiyâ, 21/104)
Stanford Üniversitesinde fizik profesörü Reneta Kallosh ve Andrei Linde gibi bilim adamları âlemin kütlesi yeterli miktara ulaştığında, çekim kuvvetleri sebebiyle bu genişlemenin duracağını ve bunun âlemin kendi içine çökmeye, büzülmeye başlamasına sebep olacağını yeni bildirmektedirler.
Kur’ân bize yaratılışın hammaddesinin sıcak duman olduğunu 1430 sene evvel haber vermiştir:
“Yeryüzüne üstünden ağır baskılar (dağlar) yerleştirdi, onu bereketli kıldı; arayıp soranlar için gıdalarını tam (toplam) dört gün içinde yetiştirmesi kanununu koydu (takdir etti). Sonra, duman hâlinde bulunan göğe yöneldi, ona ve yeryüzüne; «İsteyerek veya istemeyerek buyruğuma gelin.» dedi. İkisi de; «İsteyerek geldik.» dediler.” (Fussılet, 41/10-11)
Bilim adamları yıldızların tek tek sıcak bir gaz kütlesinden (hidrojen gazı) oluştuklarını 20. yüzyılda keşfetmişlerdir. Kur’ân buna «Duhan» demektedir.
Kur’ân bize göklerle yerin bitişik olduğunu, sonradan birbirinden ayrıldığını bildirmiştir:
“İnkâr edenler, gökler ve yer yapışıkken onları ayırdığımızı ve bütün canlıları sudan meydana getirdiğimizi bilmezler mi? İnanmıyorlar mı?” (el-Enbiyâ, 21/ 30)
Bu âyet yukarıda anlatılan «Big-Bang»e yani büyük patlamaya işaret etmektedir.
Kur’ân bize âlemde mükemmel bir dengenin ve ince ayarın varlığından haber verir:
“Gökleri yedi kat üzerine yaratan O’dur. Rahmân’ın bu yaratmasında bir düzensizlik bulamazsın. Gözünü bir çevir bak, bir çatlak görebilir misin? Bir aksaklık bulmak için gözünü tekrar tekrar çevir bak; ama göz umduğunu bulamayıp bitkin ve yorgun düşer.” (el-Mülk, 3-4/67)
Bugünkü bilim âlemi oluşturan yaklaşık 250 milyar galaksi ve ortalama her birinde 100 milyar yıldız olduğunu söylemektedir. Ve bunlar sürekli hareket hâlindedir. Dünyanın kendi ekseni etrafında dönüş hızı 1.670 kilometre, güneş etrafında dönüş hızı ise saatte 108 bin kilometredir. Bu yıldızlar kendileri için tespit edilen yörüngelerde hiç çarpışmadan, sessizce ve tam bir uyum içinde akıp gitmektedirler. Bugün tespit edilen bu gerçeği Kur’ân 1430 sene evvel haber vermiştir.
Kur’ân sönmüş yıldızlara yemin etmektedir:
“Hayır; yıldızların yerleri üzerine yemin ederim; ki bunun ne büyük yemin olduğunu bir bilseniz!” (el-Vâkıa, 56 /75-76)
“Yıldızların ışığı giderildiği zaman” (el-Mürselat 77/8)
“Göğe ve Târık’a and olsun, Târık’ın ne olduğunu sen bilir misin? O, (ışığıyla karanlığı) delen yıldızdır.” (et-Târık, 86/1-39)
Kur’ân’ın bahsettiği bu yıldızlara bugün «kara delik» denmektedir.
Kur’ân miladî ve hicrî takvimin farkına temas etmektedir:
“Onlar mağaralarında üç yüz dokuz yıl kaldılar.” (Kehf, 18/25)
Ay ve güneş hesaplarına göre ayrı metodolojilerin ürünü olmaları sebebiyle miladî ve hicrî takvimler arasında her yıl «11 gün»lük bir fark oluşmaktadır. Bu fark Kur’ân’ın bir diğer mûcizesinin konusudur. Şöyle ki:
Kehf ashâbının üç yüz yıl boyunca mağarada uyutulduklarını düşünürsek, bu sürenin hicrî takvime göre farkı dokuz yıldır. Miladî takvimde ise Kehf ashâbının mağarada kalış süresi 300 senedir.
Kur’an Ay ve Güneş’i özel kelimeler ile birbirinden ayırmaktadır:
“Aralarında aya aydınlık vermiş ve güneşin ışık saçmasını sağlamıştır.” (Nûh, 71/16)
Kur’ân Ay’a nur, Güneş’e ise sirâc diyor. Nur, ışık demektir. Sirâc ise kandil demektir. Günümüzde Ay’ın kendi ışığını yaymadığı, Güneş’ten gelen ışığı yansıttığı bilinmektedir. Güneş’in ise kendi ışık ve ısısını yaydığını biliyoruz. Kur’ân bu gerçeği gök cisimleri ile ilgili bilgilerin çok kısıtlı olduğu bir dönemde duyurmuştur..