ANA BABAYA İYİLİK -5-

Doç. Dr. Seyit AVCI seyitavci1968@mynet.com

Ana-babayı ağlatmak, onlara isyan etmek yerine onları memnun ederek duâlarını almak gerekir. Zira bazı duâlar önemlidir ve sahibine hayır ve bereket getirir. Bu konuda Efendimiz üç kimsenin duâsının makbul olduğunu söylemiş, onlar içinde ana-babanın çocuklarına olan duâsını da zikretmiştir.1 Ana-babanın yaptığı hayır duâ Allah katında makbuldür. Onlara yapılacak eziyet ve kötülük karşılığında edecekleri bedduâ da aynı şekilde kabul edilir. Allah Teâlâ ana-babanın lehte ve aleyhte yapacakları duâları kabul buyurur. Çünkü onların duâları duygulu bir kalple yapılır. Bunun için evlâtlar ana-babalarının rızâlarını almaya çalışmalı, nefretlerini kazanmaktan sakınmalıdırlar.

Ana-babanın kalpleri çocuklarına karşı derin bir sevgi bağıyla bağlıdır. Kendi canlarından yaratıldıkları için çocuklarına karşı son derece nâzik ve duygulu olurlar. Onlara yaptıkları bütün iyiliklere karşı eğer çocuklarından büsbütün ümit keserlerse mazlum durumuna düşerler. Mazlumların yaptığı bedduâlar ateşin kıvılcımı gibi göğe yükselir ve ilâhî dergâhta derhâl kabul edilir. Nitekim rahip Cüreyc’in annesinin, oğlu hakkında yaptığı böyle bir bedduâsı hemen kabul edilmiştir.

Cüreyc denilen kişi bir rahipti. Kendisine ait bir manastırda inzivâya çekilmiş orada ibâdet ederdi. Manastırının altında barınan bir sığır çobanı vardı. Köy halkından bir kadın da bu çobana gider gelirdi. Bir gün Cüreyc nâfile namaz kılarken annesi gelip oğluna seslendi. Cüreyc namazda iken annesine cevap verme yerine namazına devam etmeyi tercih etti. Sonra annesi ikinci defa ona seslendi. Cüreyc yine namaza devam etmeyi tercih etti. Annesinin üçüncü kez çağırmasına rağmen Cüreyc her seferinde namazı tercih etti, annesine cevap vermedi. Annesine cevap vermeyince, annesi ona bedduâ ederek fâhişelerle imtihan olunmadıkça, Allâh’ın onun canını almamasını niyaz etti. Sonra kadıncağız döndü gitti. Bir müddet sonra sığır çobanına gidip gelmekte olan o kadın gayr-ı meşru doğurduğu çocukla hükümdara getirilip dâvâ edildi.

Hükümdar, çocuğun kimden olduğunu sorunca kadın onun Cüreyc’den olduğunu söyledi. Hükümdar, Cüreyc’in manastırının yıkılmasını ve onun kendisine getirilmesini emretti. Halk baltalarla manastırı yıktılar, Cüreyc’in elini-kolunu bağlayarak hükümdarın huzuruna çıkardılar. Hükümdar Cüreyc’e hakkındaki iddiayı haber verdi. Cüreyc, orada bulunan çocuğu kucağına alıp ona babasının kim olduğunu sordu. Çocuk, babasının çoban olduğunu söyledi. Cüreyc’in iftiraya uğradığı anlaşılınca hükümdar ona manastırını altından yapmayı teklif etti. Fakat Cüreyc bunu kabul etmedi ve onun eskiden olduğu gibi yapılmasını istedi. O sırada Cüreyc gülümsedi. Hükümdar ona neden gülümsediğini sorunca Cüreyc, annesinin bedduâsına uğradığını söyledi.2 Sonra başından geçen hâdiseyi, onlara anlattı. Ebeveynin bedduâsı kısa bir zaman içinde tesirini göstermiş, çocuğun aleyhinde bile olsa derhâl kabul edilmiştir. Cürey’in sahip olduğu mânevî rütbe kendisini kurtarmaya yetmişse de her insanın bu derece bir mâneviyata sahip olması zor olacağından en iyisi, ana-babanın bedduâsını almamaya çalışmaktır. Bedduâ almamak daha kolaydır, ama bedduâ aldıktan sonra kurtulma ihtimali zordur.

Namazda iken ebeveynin çağrısına cevap verilip verilemeyeceği konusunda farklı görüşler varsa da en doğrusu, farz ve vâcibler dışında nâfile olarak kılınan namazlarda ebeveynin çağrısına cevap verilmediği takdirde öfkelenmelerine sebep olacaksa namazı bozmak lâzım gelir. Nâfile bir ibâdette, ebeveynin rızâsı tercih edilir. Fakat Allâh’ın emri olan farz namaza devam edilir. Mü’minin bedduâdan sakınması, duâ almaya çalışması gerekir. Özellikle ana-babası müslüman olmayanlar onların müslüman olması için duâ etmelidirler. Nitekim Ebû Hüreyre annesinden önce İslâm’ı kabul etmişti. O, annesinin müslüman olmasını istiyordu fakat o kabul etmiyordu. Ebû Hüreyre, önce annesinin müslüman olması için Efendimizden duâ istedi, O da duâ etti. Sonra annesinin yanına döndü, annesi kapıyı üzerine kilitlemiş, temizlik yapıyordu. Oğluna kendisinin müslüman olduğunu haber verdi. Ebû Hüreyre hemen giderek Efendimiz’e durumu bildirdi. Bununla da yetinmedi, kendisi ve annesi için ikinci bir duâ daha istedi. Efendimiz bunun üzerine Ebû Hüreyre’yi ve annesini insanlara sevdirmesi için duâ etti.3 Hem annesinin müslüman olması için duâ isteyen, hem de onun bütün insanlar tarafından sevilmesi için ikinci bir duâ talebinde bulunan Ebû Hüreyre her iki duânın da semeresini görmüştür.

Ana-babaya duâ ve iyilik etmek sadece hayatlarıyla sınırlı kalmamalı, vefatlarından sonra da aynı şekilde devam etmelidir. Bir adam Efendimiz’e ebeveyni öldükten sonra, onlara yapabileceği bir iyilik olup olmadığını sordu. Efendimiz dört iyiliğin olduğunu söyledi. Bu dört iyilik sırasıyla onlara hayır duâda bulunmak, onlara mağfiret dilemek, vasiyetlerini yerine getirmek ve onların sâdık arkadaşlarına ikram etmek, akrabaya iyilik etmektir.4

Dirilerin ölüler için yapacakları duâ ve istiğfarın ölülere faydası vardır. O hâlde insan, ölen ana-babasına Allah’tan rahmet ve mağfiret dilemelidir. Onların meşrû şekilde yaptıkları vasiyetleri yerine getirmelidir. Ana-baba dostlarını ziyaret etmek, onlara ikramda bulunmak evlât üzerine düşen görevler arasındadır. Bunu yerine getirmek vefat etmiş olan ebeveyni sevindirmek olur. Ana-baba tarafından gelen akrabalarla ilgiyi kesmemek ve onlara elden geldiği kadar iyi muamele etmek güzel bir davranıştır. Ana-baba, çocuğunun yaptığı güzel amellere sevinir. Nitekim ölümünden sonra, iyi ameller sebebiyle ölünün derecesi yükseltilir. Ölü bu güzel şeyin ne olduğunu sorar. Ona çocuğunun kendisi için istiğfar ettiği söylenir.5 Evlâdın ölümlerinden sonra ebeveyni için yapacağı duâ ve istiğfarın onlara elbette ki faydası olur.

Nitekim Ebû Hüreyre hayırlı bir evlât olabilmek için annesine sık sık duâ eder; Allah’tan kendisini, annesini ve onlar için af dileyenleri mağfiret buyurmasını niyaz ederdi. Onun yaptığı bu duâya dâhil olabilmek için yanındakiler de ona ve annesine Allah’tan mağfiret dilerlerdi. Ebû Hüreyre’nin annesinin amel defteri, onun gibi sâlih bir evlât bırakmasından dolayı kapanmış değildir. Zira geriye kendisine duâ eden sâlih bir çocuk bırakmıştır.6 İnsan, vefat ettikten sonra dünyada bıraktığı şeylerin hiç birinden fayda göremez. Bunun için daha hayatta iken, elinden geldiği kadar güzel işler yapmalıdır. Öldükten sonra pişmanlığın bir faydası yoktur. İstisnâ edilen üç amel, âhirette ölüye fayda vereceğinden bunların daha hayatta yapılmasında yarar vardır.

Sâlih ve iyi evlât ana-babaya mağfiret dilemeye devam edeceği için geriye takvâ sahibi çocuk bırakmanın önemi büyüktür. Hayatta iken çocuk terbiyesi üzerinde durmak ve onu Allâh’ın emirlerine uygun bir şekilde yetiştirmek, ebeveynin âhirette de rahata kavuşmasına sebep olur. Çocuklara dînî terbiye vermenin, onlara İslâm ahlâkını öğretmenin ne büyük önem taşıdığı bu hadisten rahatlıkla anlaşılmaktadır. Çocuk; hem dünyadaki yaşayışını güzelleştirmekte, hem âhiretini kazanmakta, hem de vefat etmiş bulunan ana-babası için bir mağfiret sebebi olmaktadır. Ayrıca dînin ayakta durması, gelecek nesillere bağlı olduğundan, evlât ve torunların İslâm’a göre yetiştirilmesi büyük önem taşımaktadır. Bu yolda gayret sarf etmek, her müslümanın görevleri arasındadır. Nitekim bir adam Efendimiz’e annesinin vefat ettiğini, vasiyette bulunamadığını, onun adına sadaka vermesinin ona fayda verip vermeyeceğini sordu. Adamın bu sorusuna Efendimiz;

“Evet!” diye cevap verdi.7 Verilen sadakalarla yapılan hayır ve hasenatın sevabının ölüye gönderilmesi, ölü için mânevî bir kazançtır, derecesinin yükseltilmesine bir vesiledir. Bunun için fazla hayır ve hasenat yapılmalı ve bunların sevabı ebeveynin rûhuna ve yakın akrabalardan ölenlerin ruhlarına bağışlanmalıdır.

İnsan ana-babasına vefatlarından sonra böyle iyilik ettiği gibi, onların dostlarına da öylece iyilik etmeli; ana-babalarının hâtıralarına her durumda saygı göstermesini bilmelidir. Nitekim bir yolculukta İbn-i Ömer bir bedevîye rastladı. Bu bedevî babası Ömer’in dostu idi. Bedevî İbn-i Ömer’i tanıdı. Bunun üzerine İbn-i Ömer, yedekte bulundurduğu bir merkebin ona verilmesini emretti ve başından da sarığını çıkararak ona verdi. İbn-i Ömer’in beraberinde olanlardan biri bedevîlerin kanaatkâr olup aza râzı olduklarını, ona iki dirhem paranın yeterli olacağını söyledi. Bunun üzerine İbn-i Ömer adama Efendimiz’in ifade buyurduğu;

“Babanın dostunu gözet ona ikram et ve sevgi göster. Onunla ilgiyi kesme, yoksa Allah îman nûrunu söndürür.” hadîsini haber verdi.8

Ebeveyn hayatta iken ve bilhassa vefatlarından sonra; onların sâdık arkadaşlarına hürmet ve sevgi beslemek, onlara ihsan ve ikramda bulunmak gerekir. Bunu yapmayanların îman nurlarının söneceği belirtilmektedir. Burada yalnız baba dostundan bahsedilmekte ise de buna annelerin, dedelerin, hocaların ve karı-kocanın dostları da dâhildir. Bunların da gözetilmesi gerekir. Bu şekil vefâkâr davranmak güzel bir davranıştır. Efendimiz bu hususu ifade etmek üzere iyiliklerin en iyisinin kişinin baba dostlarına iyilik etmesi olduğunu söylemiştir.9

Babanın hayatında veya ölümünden sonra onun sevdiği kimselere iyilik etmek, babaya iyilik etmek yerine geçeceği için büyük bir görevdir. Babanın bulunmadığı bir zamanda, onun dostlarına iyilik ve ikram ise, babaya yapılacak en büyük ihsandır. Rivâyete göre Hazret-i Osman’ın oğlu Amr bir gün mescidde arkadaşları ile oturuyordu. Abdullah İbn-i Selâm, onların yanına uğradı. Sonra Amr’a döndü ve ona istediği şekilde hareket etmesini, Muhammed -aleyhisselâm-’ı hak olarak gönderen Allâh’a yemin ederek Tevrat’ta da baba dostlarına karşı ilgi ve alâkayı kesenlerin, îman nurlarının söneceğinin yazılı olduğunu söyledi.10

Nasıl ki mal-mülk babadan evlâda intikal ediyorsa, babaların birbirlerine olan sevgi ve bağlılığı da evlâtlarına geçer. Bu da gözetilmesi lâzım gelen haklardandır. Nitekim Efendimiz, sevginin verâset yoluyla kazanıldığını söylemiştir.11 Sevgi babadan oğula geçtiğine göre evlâtlar baba dostlarına saygı ve hürmette kusur etmemelidirler. Babanın her şeyine saygı gösterilmesi gerekir. Ebû Hüreyre bir defasında iki adam gördü. Bunlardan birine yanındaki adamın kim olduğunu sordu. Adam, babası olduğunu söyledi. Ona babasını ismi ile çağırmamasını, önünden yürümemesini ve ondan önce oturmamasını tembih etti. İnsan babasına hitaben bir şey söyleyeceği zaman; «baba» veya «babacığım» şeklinde hitap etmelidir. Yolda yürürken önüne geçip yürümemeli, bir mecliste veya herhangi bir yerde oturmak icap ettiği zaman da ondan önce oturmamalıdır.12 Bu, müslümana yakışan bir hürmet ve edebin göstergesidir. Evlâdın babasına künyesiyle hitap etmesi de câizdir. İbn-i Ömer’in oğlu Sâlim bir gün babasına;

“Namaza! Ey Ebû Abdurrahman!” diye hitap etmiştir. Bu bir cevaz ifade eder, yoksa tercih edilecek bir çağırma tarzı değildir. İbn-i Ömer’in kendisi de babası Hazret-i Ömer’den bahsederken; «Ebû Hafs» diye bahsederdi.13

Ana-babaya saygı olduktan sonra bu gibi hitaplar edep ve ahlâka aykırı sözler sayılmaz. Önemli olan onlara karşı samimî ve dürüst olmak, hizmetlerini yerine getirmektir. Bu şartlar yerine getirildikten sonra evlâtlar ana-babalarına karşı görevlerini yerine getirmiş olurlar. Ana-babaya itaat ve hizmet; mü’minin ahlâkını güzelleştirir, onu toplum nazarında itibarlı bir duruma getirir. Zira toplumun kıymet hükümlerine göre bir evlâdın iyilik ölçüsü başta ana-babasına karşı evlâtlık görevini yerine getirmesiyle ölçülür. Ana-babasına karşı iyi davranan bir insan, iyi bir insan sayılır ve onun bu hâli güzel ahlâktan nasibini aldığını gösterir. Ana-babasına karşı iyi davranan bir insan, sırasıyla diğer insanlara da iyi davranır.

1 Ahmed, II, 258, 348, 478.

2 Ahmed, II, 258, 348, 517, 523.

3 Ahmed, IV, 200.

4 Buhârî, Müfred, s. 24.

5 Buhârî, Müfred, s. 25.

6 Müslim, Vasiyet, 14; Ahmed, II, 372.

7 Buhârî, Müfred, s. 25.

8 Ahmed, V, 3.

9 Ahmed, II, 97.

10 Buhârî, Müfred, s. 26.

11 Buhârî, Müfred, s. 27.

12 Buhârî, Müfred, s. 27.

13 Buhârî, Müfred, s. 27.