ANA BABAYA İYİLİK -3-

Doç. Dr. Seyit AVCI seyitavci1968@mynet.com

Ana-baba çocuklarına zulmetmiş, haksız davranmış olsalar bile, evlâtların yine de onlara itaat etmeleri gerekir. Ana-babaya ceza vermek çocuğun işi değildir. O, Yaratıcı’nın işidir. Onları kırıp incitmemek, gönül koyup yıllarca küs durarak ilişkileri kesip kendilerini yapayalnız bırakmak doğru değildir. Her hâlükârda onların rızâsını kazanmaya, kendilerine hizmet edip duâlarını almaya çalışmak lâzımdır. Tabiatıyla bu, dünya işlerinde söz konusudur. Yani onlar dünya işlerine ait bir konuda çocuklarına zulmetseler, onlara itaat edilir ve rızâları alınır, yoksa âhiret işleri için yapacakları zulümden dolayı rızâlarını almak gerekmez. Bir de insan, gücü nisbetinde sorumludur. Ana-babanın her emrine çocuğun itaat etmesi gerekmez. Çocuklar güçleri ölçüsünde ana-babalarının emirlerini yerine getirirler.

Ana ve babadan her ikisinin hakkını gözetmek mümkün olmazsa, yani birini gözetirken diğeri bundan rahatsız olursa, bu durumda yapılması gereken hürmet ve saygı gerektiren şeyde babanın hakkı tercih edilir. Hizmet ve nafakaya dair işlerde ise anneye öncelik verilir. Meselâ; anne ve baba ikisi birlikte çocuklarının yanına gelseler, çocuğun babası için ayağa kalkması, kendisinden bir şey istedikleri vakit annesine öncelik vermesi daha doğrudur. Ana-babadan yalnız birine yetecek kadar bir nafakası olsa o durumda anne, babaya tercih edilir. Çünkü anne çocuk için çok zahmet çekmiştir, ona karşı şefkati daha fazladır. Çocuğunu taşımış ve emzirmiş, hastalığında ve sağlığında ona bakmış, üstünü-başını temizleyerek onu hayata hazırlamıştır. Evlât bütün bunları unutmamalı, onlara karşı en iyi şekilde davranmalıdır. Bunun için ana-babasına karşı yumuşak başlı olmalı, onlara iyi davranmalı, kendilerine güler yüz gösterip tatlı dilli olmalıdır.

Nitekim adamın biri büyük günahlardan zannettiği birtakım günahlar işlediğini İbn-i Ömer’e anlattığı zaman İbn-i Ömer adama ne gibi şeyler yaptığını sordu. Adamın yaptığı bazı işleri kendisine haber vermesi üzerine İbn-i Ömer yaptığı işlerin büyük günahlardan olmadığını söyledi. Büyük günahların neler olduğunu saydı ve ardından adama cehennemden korkup cennete girmek isteyip istemediğini sordu. Adamın istediğini söylemesi üzerine İbn-i Ömer, ana-babasından hangisinin hayatta olduğunu öğrenmek istedi. Yalnız annesinin yanında olduğunu öğrenmesi üzerine, eğer annesine yumuşak söz söyler, ona yedirir içirir ve büyük günahlardan da sakınırsa muhakkak cennete gireceğini söyledi.1

Demek ki anne-babaya iyilik ve ikram etmek cennete girmeye vesiledir. Bu yüzden ana-babaya sert ve kaba davranmak, kendilerini incitip ağlatmak asla doğru değildir. Ana-babaya isyan edilerek onların ağlatılması da büyük günahlardandır. Zira bu, onlara yapılan en büyük isyan ve itaatsizliktir. Cehennemden korkan, cennete girmek isteyen bir mü’min; hayatta olan ana-babasına veya hangisi hayatta ise ona yumuşak söz söylemeli, kendisine iyi bakmalıdır.

“Ana-babanın her ikisine acıyarak tevâzu kanadını indir.” (el-İsrâ, 17/24) âyetinde tevâzu kanadının indirilmesi, onların sevdiği şeylerin yerine getirilmesi, bu konuda onların memnun edilmesi şeklinde de tefsir edilmiştir.

Ana-babanın hakkını ödemek kolay iş değildir. Daha doğrusu normal şartlarda hiçbir evlât ana-babasının hakkını ödeyemez. Efendimiz; baba hakkını ödemenin zorluğu konusunda çocuğun hiçbir iyilikle babasının hakkını ödeyemeyeceğini, ancak onu köle olarak bulur da onu satın alarak özgürlüğüne kavuşturursa ancak o zaman babasının hakkını ödeyebileceğini söylemiştir.2

İnsan ana-babasının hakkını ancak bir iş karşılığında ödeyebilir, başka hiçbir iyilikle ödeyemez. Başkasının eli altında köle olarak bulunan ana veya babasını bu kölelikten kurtarmak için, sahiplerinden satın alır ve bu şekilde özgürlüğüne kavuşturabilirse o zaman onlara bir karşılık vermiş olabilir. Onları hürriyetlerine kavuşturmak, onları yeniden mutlu bir hayata döndürmek olacağından büyük bir hizmet sayılır ve ancak böyle bir iş, onların yaptıkları iyiliklere denk bir iyilik sayılabilir.

Nasıl ki ana-baba çocuğun dünyaya gelmesine sebep olmuşlarsa, bunun gibi evlât da köle olan ebeveynini özgürlüğe kavuşturmakla onlara yeni bir hayat bahşetmiş gibi olur. Burada yalnız baba geçiyorsa da anne hakkının ödenmesi de aynı şeye bağlıdır. Ana-babadan birini köle olarak bulmak çok nadir olacağından onların haklarını ödemek de çok nadir olacaktır. Nitekim Yemenli bir adam sırtında annesini taşıyarak Kâbe’yi tavaf ediyor bir taraftan da şöyle söylüyordu:

“Ben annemin zelil bir devesiyim, başka binekler ondan usansa da ben ondan asla usanmam.” Sonra Yemenli adam orada bulunan İbn-i Ömer’e bu şekilde annesinin hakkını ödemiş olup olmadığını sordu. İbn-i Ömer ona ödeyemediğini, değil ödemek annesinin çektiği sıkıntılardan bir; «Ah!» demesini bile karşılayamayacağını söyledi.3

Dolayısıyla ana-babanın hakkını ödemek öyle kolay bir iş olmadığından evlâtlar hiçbir şekilde onlara isyan etmemeli, ödeyemedikleri haklar karşısında bir de isyan ederek günahlarını daha da artırmaktan kaçınmalıdırlar. Ebû Hüreyre -radıyallâhu anh- gibi onlara her zaman için iyi ve güzel davranmalıdırlar.

Halîfe Mervan, hac farîzasını edâ gibi bir iş için Medine’den dışarı çıktığı zaman Ebû Hüreyre’yi yerine vekil bırakırdı. Ebû Hüreyre, Medine civarında Zülhuleyfe denilen yerde otururdu. Annesi bir evde, kendisi de başka bir evde ikamet ederdi. Evden çıkıp gideceği zaman annesinin kapısında durup selâm verir, annesi de onun selâmını alırdı. Ebû Hüreyre sonra kendisini küçükken şefkatle nasıl yetiştirip terbiye ettiyse Allâh’ın da ona merhamet etmesini söyleyerek kendisine duâ ederdi. Annesi de yaşlı hâlinde kendisine acıyarak nasıl iyilik ve ihsan ettiyse Allâh’ın da ona merhamet etmesini söyleyerek o da oğluna duâ ile karşılık verirdi. Ebû Hüreyre, evine döneceği zaman da aynı şeyi yapardı.4

Ebû Hüreyre -radıyallâhu anh-, Efendimiz’den almış olduğu terbiye gereğince; annesine gerekli şekilde hürmet eder, annesi de oğlundan duâsını esirgemezdi. Böylece onlar İslâm’ın emretmiş olduğu ana ve evlât arasındaki karşılıklı hak ve vazifeleri yerine getirmiş ve kendilerinden sonrakilere güzel bir örnek olmuşlardır. Bu bakımından ashâb-ı kirâmın hayatı sıradan bir hayat değil, aksine mü’minlerin örnek alacakları güzel misal ve anlamlı hâtıralarla dolu bir hayattır. Onların izinden gitmek, Efendimiz’in izinden gitmek; onların ahlâkıyla ahlâklanmak, Efendimiz’in ahlâkıyla ahlâklanmak demektir. Onlar Ebû Hüreyre gibi ana-babalarını sevindirmeye, onlara itaat edip kendilerine hizmet etmeye çalışırlardı. Sevindiremeyenler gerekli uyarıları alır, kısa zamanda yanlışlarından dönerlerdi. Nitekim ana-babasını ağlar hâlde bırakıp hicret ve bey’at etmek için Efendimiz’e gelen bir adama Efendimiz; ana-babasının yanına dönmesini, onları nasıl ağlattıysa öylece sevindirip güldürmesini emretmiştir.5

Aynı şekilde cihada katılmak için Yemen’den hicret edip gelen bir adama Efendimiz, Yemen’de herhangi bir kimsesinin olup olmadığını sordu. Adam annesiyle babasından birinin veya bir başka rivâyette ikisinin de olduğunu söyledi. Efendimiz, kendisine izin verip vermediklerini öğrenmek istedi. Adam izin vermediklerini söyleyince Efendimiz ona dönüp; onlardan izin istemesini, eğer izin verirlerse cihada katılmasını, yoksa onların hizmetinde bulunmasını emretti.6

Bu ve benzeri hadisler ana-babaya itaatin gerekliliğini ortaya koyduğu gibi, onlara itaatten dolayı kazanılacak sevabın büyüklüğünü de beyan etmektedir. Bu gibi hadislere bakarak ana-baba hakkının cihaddan daha büyük olduğunu söyleyenler bile olmuştur.

Ancak ana-babanın kâfir olmaları hâlinde gerek farz ve gerekse nâfile cihad için izinlerini almaya gerek yoktur. Savaşa çıkacak olan bir kimse; eğer bu savaşa mecbur olmadan sadece sevap kazanmak arzusuyla çıkacaksa, ana-babasının izni olmadan çıkamaz. Fakat üzerine farz olan bir cihadı îfâ etmek isteyen bir kimsenin ana-babasından izin alması gerekmez.

Üzerine cihad farz olan bir kimsenin ana-babasından izin alması gerekmez. Ancak cihad konusunda ana-babadan izin almak sadece sevap kazanmak maksadıyla yapılan nâfile cihadlar için söz konusudur.

Bu nevî cihadlar için ana-babanın gönlünü almak gerekir. Ana-babasının iznini almadan nâfile bir cihada katılan kimseler günahkâr olurlar.

Fakat genel seferberlik ilân edilmesi gibi, cihadın farz-ı ayn olması hâlinde ana-babanın iznini almak gerekmez.

Allah rızâsını kazanmak için yapılan hicret, her ne kadar sevap ve makbul ise de bu gibi amellerin ana-baba rızâsı dâhilinde olması lâzımdır. Genel bir savaş hâli olmadığı nâfile durumlarda ana-baba rızâsı her şeye takdim edilir. Müslümanların buna dikkat etmeleri lâzımdır. Zira ana-babaya isyan etmek, onlara karşı gelmek doğru olmadığı gibi büyük günahlar arasında da yer alır. Nitekim Efendimiz bir gün ashâbına günahların en büyüğünü haber vermek istemiş ve bu sözünü üç defa tekrarlamıştı. Ashâbın haber verilmesini istemeleri üzerine Efendimiz bunların;

“Allâh’a ortak koşmak ve ana-babaya isyan etmek.” olduğunu haber verdi.7

Ana-babaya veya onlardan birine âsî olmak büyük günahlardandır. Ana-babaya itaat Allah Teâlâ’ya itaatle yan yana zikredilmiştir. Onlara itaat Allâh’a itaat, onlara isyan da Allâh’a isyan anlamına gelir.

Hadiste konu olumsuz yönden ele alındığı ve itaat değil itaatsizlik açısından bakıldığı için Allâh’a isyan ile ana-babaya isyan yine yan yana zikredilmiştir. İnsanın iyiliği veya kötülüğü, varlığının sebebi olan ana-babasına veya onlardan birine davranışıyla ortaya çıkar. Ana ve babasına iyilik etmeyen birinden başkalarına iyilik beklenemez. Yüzüne konan sineği kovalamaya, en basit ihtiyacını bile gidermeye güç yetiremediği bir devreden itibaren kendisini el bebek-gül bebek yetiştiren insanlara kötü davranan bir kimseden vefâ beklenemez. Ana-babasına iyi davranmayan birinden ne vatana ne millete ne de insanlığa bir fayda gelir. Ana-babaya itaat Allâh’a itaat, onlara isyan Allâh’a isyan demektir.

Ana-babaya isyan büyük günahlardan olduğu gibi, onlara lânet etmek de büyük günahlardan biri sayılır. Zira onlara lânete sebep olmak, itaatsizlik ve isyanın en son sınırıdır. Onlara lânet edene Allah da lânet eder. Nitekim Hazret-i Ali’ye Rasûl-i Ekrem’in kendilerine özel bir şey söyleyip söylemediği sorulduğunda Hazret-i Ali; Efendimiz’in kendilerine özel olarak bir şey söylemediğini, yalnız kılıcının kınındaki kâğıtta bulunan yazının bunun dışında olduğunu söyledi. Sonra kılıcının kınından bir sayfa çıkardı, orada Allah adından başkasına putlara veya şahıslara hayvan kesene, arazisinin sınır taşlarını çalana ve ana-babasına lânet edene Allâh’ın lânet edeceği yazılıydı.8

Ana babaya lânet etmek Allâh’ın lânetine uğramak demektir. Bir kimse bir adamın ana-babasına lânet ederse, o adam da lânet edenin ana-babasına lânet eder. Böylece kendi ana-babasına lânete sebep olduğundan günah işlemiş olur. Doğrudan ana-babaya lânet etmek çok daha büyük günahtır. İnsanı Allâh’ın rahmetinden daha çok uzaklaştırır. Lânet kelimesinin mânâsı, uzaklaştırmak ve kovmaktır. Burada azaba müstehak olmak, rahmetten ve cennetten uzak olmak mânâlarına gelir. Lânete uğrayan; dünyada Allâh’ın rahmetinden uzak kalmış, âhirette de azabı hak etmiş demektir. Lânet etmek asla câiz değildir. Efendimiz lânetçi olarak gönderilmediği gibi O’nun ümmeti de lânetçi olmamalıdır. Ancak şahıs belirtilmeksizin bazı günahları işleyenlere, o günahın cinsi kastedilerek lânet etmek câiz olabilir.

Ana babaya lânet değil itaat edilir. Nitekim Rasûl-i Ekrem; ashâbından Ebu’d-Derdâ’ya dokuz şey emretmiş, bu dokuz şey arasında ona ana-babasına itaat etmeyi de emir buyurmuştur. Ana-babaya itaat etmek ve onlara iyilikte bulunmak, rızâ ve duâlarını almak evlâdın en önemli görevlerinden biridir. Onların izni olmadıkça bir başka memlekete göç etmek, sefere çıkmak doğru değildir. Ana-babanın evlâtlarına ciddî şekilde ihtiyaçları olur da evlât bu yüzden hacca gidemezse günahkâr olmaz. Cihad için de aynı şey söz konusudur. Onların rızâsını kazanmak Allah yanında daha büyük ecre vesiledir. Efendimiz kolay kolay bedduâ etmediği hâlde bir gün ashâbı arasında üç defa;

“Yazıklar olsun o kimseye…” buyurdu. Bu kimsenin kim olduğunun sorulması üzerine Efendimiz, yanında ana-babasına veya onlardan birine ihtiyarlık hâlinde eriştiği halde cehenneme giren kimse olduğunu haber verdi.9 Böyle bir kimsenin burnu yere sürünsün, hakîr ve zelîl olsun. Yaşlılık ve ihtiyarlık hâlinde olan ana-babanın yardıma ve bakıma olan ihtiyacı, gençlik yıllarına göre olan ihtiyaçlarından daha fazladır. Bu durumda ana-babasına hizmet etmeyen, onlara iyilik ve ihsanda bulunmayan kimse onların rızâsını ve duâlarını kazanamayacağından cehennemlik olmaya müstehak olur. Aksine onlara hizmet eden de onlar sebebiyle cennete girmeyi hak eder. Ana-babaya itaatin faydası sadece âhiretle sınırlı değildir. Bu dünyada da onlara itaatin büyük faydası vardır. Ana-babasına itaat edenler için Efendimiz;

“Ana-babasına iyilik edene ne mutlu! Allah onun ömrünü uzatsın.” diye duâ buyurmuştur.10

Peygamberlerin câiz olmayan bir şeyi istemesi muhal olduğuna göre, burada ömrün uzamasını istemek onun gerçekleşebileceğine delildir. Her ne kadar herkesin belli bir ecelinin olduğunu, o ecel geldiği zaman ne bir an gecikeceğini, ne de bir an öne geçeceği beyan buyurulmuş olsa da ömrün uzamasını istemenin ona ters bir tarafı yoktur.11

Hadiste söz konusu olan ömrün uzamasından maksat, onun bereketlenmesi veya insanın rızkının bollaşması anlamındadır. Ömrün uzaması demek, bereketli olması, nimetler içinde yüzmesi demek olur. Ömür belli olmakla beraber uzayıp kısalabileceği görüşünde olanlar da vardır. Meselâ bir adam, ana-babasına itaat ettiği takdirde, yaşı seksene varır. Bunu yapmadığı zaman ise yetmişte kalır. Böyle bir kimse, ebeveynine itaat edince seksen yaşına varacağından ömrü artmış sayılır.

_________________

1 Buhârî, Müfred, s. 15.

2 Müslim, Itk 25, 26.

3 Buhârî, Müfred, s. 16.

4 Ahmed, IV, 409, 429, 430, 527.

5 Ebû Dâvud, Cihad 31; Nesâî, Bey’ât 10; İbn-i Mâce, Cihâd 13; Ahmed, II, 160, 194, 198, 204.

6 Hâkim, Müstedrek, II, 103; Beyhâkî, es-Sünenu’l-kübrâ, IX, 29.

7 Buhârî, Şehâdât 10, Edeb 6, İsti’zân 35, İstitâbe 1; Müslim, Îmân 143; Tirmizî, Şehâdât 3, Birr 4, Tefsîr (4), 5.

8 Müslim, Edâhi 43-45.

9 Ahmed, V, 26.

10 Buhârî, Müfred, s. 20.

11 en-Nahl, 16/61.