PENÇGÂH KÂR-I NÂTIK
MÜRİD (Mustafa TAHRALI)
-Sayın Gönül PAÇACI’ya-
Söylenip yıllarca âhengi gülün dilden dile,
Seyre çıkmış yâr ilinde bülbülü PENÇGÂH ile,
Öyle nâdîde, PESENDÎDE imiş ki şîvesi
Mutrıbân seyrin edermiş perde perde âh ile…
Ne olur, susma sakın, seyrine TEBRÎZ açıver,
Nicedir duymadı dil nağmeni bir bir saçıver,
Tutup alkışları sazlar güzelim seyrine hep,
Şu REHÂVÎ ile bezm-i dile bir dem kaçıver…
Düşünce seyri, bir dem bülbülün, nâr-ı firâk içre,
Hemence başlamış SELMEK dilince âh u feryâda,
Gelip bir DİL-NİŞÎN, seyrinde gönlün bî-karâr etmiş,
Demâdem bir füsûn-ı aşk ile Şîrîn ü Ferhâd’a…
Gül devrine girince tutulmaz ki ŞEVK-İ DİL,
Gördük ki dilde cûşa sebep bir nigâr imiş,
Dillerde bir terâne imiş seyr-i bülbülün,
Mutrıb duyunca bildi ki bir SÂZKÂR imiş…
Yandıran hû ile neylerde SEGÂH-MÂYE imiş,
Âteş-i âh ile bir seyr-i DÜGÂH-MÂYE imiş,
Bir bahâr akşamı yanmış yine NEVRÛZ ateşi,
Sönmeyen âteş-i uşşâk ile hem-mâye imiş…
Âlem HİSÂR’ın tutsa gam, etmez figan seyrinde dil,
Her nağmeden bir can bulur, bin cân ile hayrân olur,
Bir dem gelip bir reng ile bir VECH-İ ŞEHNÂZ eylese,
Söyler cihan seyrânını, dilden dile destân olur…
Bir seyr-i SİPİHR aşk ile devretti cihânı,
Dinmez görünür haşre kadar rûh-ı revânı,
Zikrin eder âşıkları, KÛÇEK ile hemdem,
Bir serv-i hırâmân ile bir gonce-dehânı…
Rüzgârımız esti şükür yaz demeden, kış demeden,
Gönlümüz eyler yine şen işte SABÂ-ZEMZEME’den,
Dilde şakır bülbüle eş şimdi ARAZBÂR ile yâr,
Âlem ile söyleşir âzâde vü şad zemzemeden,
VECH-İ ARAZBÂR açıp mutrıbe yâr dem tutar,
Elde rebâb, dâire sîneye merhem tutar,
RÂHATÜ’L-ERVÂH okur şevk ile bir âşinâ,
Sâz ile sâzendeyi seyrine hemdem tutar…
Düşmüş ise tâ sînene nâr-ı firâk; «Âh… Ah!» deme,
Tiryâk imiş her nağme-i RÛY-İ IRÂK; «Eyvah!» deme,
REVNAK-NÜMÂ seyrin eder bir perdeden bir perdeye,
Hicrin görüp yârin, dile vuslat uzak; «Âh… Ah!» deme…
Yâran diyar diyar gezip âvâre olmasın,
Elbet gelir cihân-ı dile BESTE-ISFAHAN,
Âlemde devrederse eğer böyle âşikâr,
Âhir düşer NÜHÜFT’e neyin seyri nâgehan…
Açınca mutrıbe yâr perdeyi kemençe ile,
Gönül nice nice RÂHAT-FEZÂ cihâna gelir,
ŞEREF-NÜMÂ ile bir kez görünce devletini,
Cihân içinde cihân âsumân-ı câna gelir…
Nây ü kudüm, dâire seyrin edip âh ile,
Verdi karar «Kâr»ına böylece PENÇGÂH ile,
Dinle Mürîd nağmeler içre Gönül seyrini,
Arz u semâ, cân u dil devrin eder mâh ile…
2005
arz u semâ: Yer ve gök.
âsumân-ı cân: Gönül semâsı.
bî-karar: Huzursuz, kararsız, endişeli.
cûş: Coşma, taşma.
dem tutmak: Saz veya sesle eşlik etmek.
gonce-dehân: Ağzı gonca gibi olan güzel.
füsûn-ı aşk: Aşk büyüsü.
hem-mâye: Aynı mayadan, aynı özelliklerde olan.
hicr: Ayrılık.
mâh: Ay, ay yüzlü güzel.
mutrib: 1. Bir mûsıkî âleti çalan 2. İlâhî, gazel okuyan
3. Mûsıkî meclisi veya topluluğu.
nâgehân: Ansızın.
nâr-ı firâk: Ayrılık ateşi.
nigâr: 1. Resim, nakış. 2. Resim gibi güzel.
serv-i hirâmân: 1. Nazlı nazlı salınan servi. 2. Servi gibi salınan, nazlı yürüyüşlü güzel.
tiryâk: İlâç.
zemzeme: Nağme.
1. fâilâtün / fâilâtün / fâilâtün / fâilün.
2. ve 5. feilâtün / feilâtün / feilâtün / feilün.
3. mefâîlün / mefâîlün / mefâîlün / mefâîlün.
4. ve 11. mef’ûlü / fâilâtü / mefâîlü / fâilün.
6. ve 10. müstef’ilün / müstef’ilün / müstef’ilün / müstef’ilün.
7. mef’ûlü / mefâîlü / mefâîlü / feûlün.
8. müfteilün / müfteilün / müfteilün / müfteilün.
9. ve 13. müfteilün / fâilün / müfteilün / fâilün.
12. mefâilün / feilâtün / mefâilün / feilün.