MEHMED ÂKİF ERSOY’DAN NÜKTELER -2-

Prof. Dr. Nihat ÖZTOPRAK noztoprak@marmara.edu.tr

Âkif döneminde Avrupa’ya gitmek aydınlar arasında âdeta moda olmuştu. Herkes mutlaka bir vesileyle gider ve çoğu hayranlıkla dönerdi. Âkif de Berlin’e gidenler arasındaydı. Döndüğünde biri sordu:

–Berlin’de ne var ne yok üstat?

Âkif şöyle cevap verdi:

–Ne olsun. Gördüğüm kadarıyla yaşayışları dînimiz gibi, dinleri yaşayışımız gibi.1

Âkif, gözlemci olarak Avrupalıların yaşayışı ve bizim yaşayışımız arasında ilişki kurup dersler çıkarmıştır. Ama çoğu kişi için durum aynı değildi. Etraf, Avrupa’ya tahsile gidip döndükten sonra bize ait bütün değerleri hor gören gurur âbidesi insanlarla doluydu. Bunlardan birini Âkif şöyle uyarmak zorunda kalmıştı:

“Siz insanlara eskiden Fatih minaresinden bakardınız, şimdi Eyfel Kulesi’nden mi bakıyorsunuz?”2

Bu tür Avrupa yobazlarının bazıları işi daha da ileri götürerek Fransızca kelimelerle konuşmayı moda gibi görüyorlardı. Öyle anlaşılıyor ki bugün Türkçeyi bilim dili olarak görmek istemeyenlerin dedeleri bunlardı. Halkın da hiç beğenmediği bu tipleri Âkif öyle hicvetmiştir ki sesi ve tesiri günümüze kadar gelmiş:

–Ayağmı ezdin adam… Patlıyor musun ne zorun?

–Vurursam ağzına!..

–Yâhû! Gürültünüz ne? Durun!

–Yavaş be!

–Çüş be! Gözün kör mü?

–Pardon

–İllâllah!

–Nasıl ki çıktı şu «pardon» eşeklik oldu mubah!3

Bugün de, yaptığı kabalığı «pardon» diyerek geçiştirmeye çalışanlara, halkın; «Pardon çıkalı eşekler çoğaldı!» şeklinde verdiği cevabın kaynağı herhâlde merhum Âkif’in yukarıdaki nükteli mısraları olmalıdır.

Âkif, Avrupa’ya gidenlerin çoğu gibi orada şaşkın ve aylak aylak dolaşmak yerine, bir zamanlar korkuyla karışık hayranlıkla Türk’ün gelenek ve medeniyetini öğrenmeye çalışanların hangi sebeplerle Avrupa medeniyetini kurduklarını araştırmış ve bu amaçla onların eserlerini titizlikle okumuştu. Bu yüzden Avrupa ile ilgili hemen her konuda münevverlere cevap verir, verdiği örneklere ise «Avrupa âyetleri» derdi. Onlara;

“Durun ben size Avrupa âyetleri okuyayım.” der mevzû-ı bahs olan meselede Avrupa âlimlerinin neler dediklerini hangi memleketlerde o meselenin ne sûretle tatbik edildiğini sayar, döker nihayet muhatabını yola getirirdi. Üstâdın kafasında «Avrupa âyetleri» o kadar çoktu ki…4

CAHİLLİK

Mehmed Âkif, gördüğü bir yanlışlığı güzel bir üslûpla, mümkünse muhatabı kırmadan düzeltmeye çalışırdı. İtirazları esnasında, muhatap yanlışını kabullenmiyorsa hak ettiği cevabı vermekten de çekinmezdi.

Bir gün mevlid dinliyordu. Güzel sesli mevlidhanlardan biri okurken üst üste yanlışlar yaptı. «Muhammed» ile «Mustafâ» kelimelerinin yerlerini bile değiştirdi. Mevlid bitince Mehmed Âkif;

“–Bazı değişiklikler yaptın, bu değişikliklerle vezin dahî bozulur.” diyerek uyarmaya çalıştı.

Mevlidhan;

“–Sen ne bilirsin! Onu bana hocam öyle öğretti.” deyince Âkif gülerek;

“–Öyleyse hocan da sen de az cahil değilmişsiniz!” dedi.5

ÂKİF’İN BÜLBÜLÜ KANATSIZ, KUYRUKSUZ OLMUŞ

Gerçekten mevlid okumak bir sanattır. Mevlid okumak için yalnızca sesinin güzel ve mûsıkî bilgisinin var olması yeterli değildir. Okuyucunun metnin anlamına da dikkat etmesi, sesinin tonunu ona göre ayarlaması, vurguyu anlama göre yerli yerince yapması, mimikleri ona göre uygulaması gerekir. Aksi hâlde eserin dinleyici üzerinde bir tesiri olmaz. Dinleyici duygulandırılmak istenirken uyutulur. 18 Nisan 2009’da Bursa’da düzenlenen Kutlu Doğum Kutlamaları’nda bir konuşma yapan Emin IŞIK Hocamız da bu hususlara dikkat çekmişti. Emin Bey, Süleyman Çelebi’nin;

Bî-hurûf u lâfz u savt O Pâdişâh
Mustafâ’ya söyledi bî-iştibâh6
beytinin okunuşundan dert yanmış, bu beytin; “O padişah harfsiz, sözsüz ve sessiz olarak Mustafâ’ya şüphesiz hitap etti.” şeklindeki anlamı dikkate alınarak özellikle birinci mısraın okunuşunda sesin alçaltılması gerektiğini vurgulamıştı.

Âkif de, benzer bir hususa dikkat çekmiştir. Bir gün yapmacıklı jest ve mimiklerle şiir okuyan birisi Âkif’in «Bülbül» şiirini Tâceddin Dergâhı’nda okudu. Şair bu okuyuşu hiç beğenmedi. O sırada bu okuyuşu nasıl bulduğunu soran birine şöyle dedi:

“Bu bülbül bizim Bülbül’e benziyordu ama ne kanadı kaldı ne kuyruğu!”7

DİŞİNİ GÖSTERMEMİŞ

Âkif’in nüktelerinin temeli söze, dolayısıyla kelimelere dayanır. Dikkati kelimeler üzerindedir. Fırsatını yakaladığı an nükteyi patlatır. Âkif hastanedeyken yakın dostu Ferid KAM onu ziyarete gider. Selâmlaşma, hâl-hatır konuşmalarından sonra, Âkif’in dişlerinin beyazlığı Ferid Bey’in dikkatini çeker. Hasta yanında espri yapıp konuşmayı hoş sohbete dönüştürmek isteyen Ferid Bey, Âkif’e;

“–Aman üstad, dişlerin ne kadar da beyazmış!?.” der.

Âkif derhâl şu cevabı verir:

“–Ben sana bu zamana kadar dişlerimi hiç göstermedim.”

«Dişini göstermek» deyiminin bu kadar anlamlı kullanılışına şahit olmak zor.

MEKTUP YAZMAK İÇİN NE LÂZIM?

Yukarıdaki kıssadan da anlaşılacağı üzere Ferid KAM, Mehmed Âkif’in yakın dostudur. Âkif’in Mısır’a gidişiyle, sık sık bir araya gelen bu dostların buluşmaları imkânsızlaşır. Aralarında o dönemde çok yaygın olan mektuplaşma da olmaz. Ancak Âkif’in annesi İstanbul’da vefat edince Ferid KAM, Âkif’e bir başsağlığı mektubu yazar. Daha önce hiç mektubu gelmeyen Ferid Bey’e Âkif şöyle nükteli bir cevap yazar:

“Yahu, senden ses-sadâ çıkması için, bizim evden cenaze çıkması mı lâzım?”8

______________________
1 Ethem ÇALIK, Şair ve Yazarlarımızdan Nükteler, İstanbul 1993, s. 136.

2 Ethem ÇALIK, a.g.e., s. 136.

3 Aslı için bkz. M. Â. Ersoy, Safahat (Eski ve yeni harflerle tenkidli neşir), haz., M. Ertuğrul DÜZDAĞ, İstanbul 1991, s. 299-300.

4 Hasan Basri ÇANTAY, Âkifnâme (Mehmed Âkif), İstanbul 1966, s. 42-43.

5 Âlim GÜR, «Mehmed Âkif’ten Nükteler», Türkiyat Araştırmaları Dergisi, sayı 5, Konya 1999, s. 208, 209.

6 Süleyman Çelebi, Mevlid, Sûfî Yay., İstanbul 2005, s. 112-113, b. 403.

7 Âlim GÜR, a.g.m., s. 230.

8 Âlim GÜR, a.g.m., s. 211.