MÜ’MİN OL, ARI GİBİ OL!

Prof. Dr. Ömer ÇELİK omercelik08@hotmail.com

Allah Teâlâ; peygamberlere tatbik, tebliğ ve tebyin etmeleri için ilâhî tâlimatlarını vahyettiği gibi; yarattığı mahlûkata da kâinattaki nizam açısından üzerlerine düşen vazifelerini yapmalarını o şekilde vahyetmiştir. Peygamberler, nasıl bu emre kayıtsız-şartsız ittibâ ediyorlarsa, mahlûkat da kendisine gelen tâlimatlara itâat etmektedir. Bunlardan biri de Kur’ân-ı Kerim’de yer aldığı üzere Cenâb-ı Hakk’ın bal arısına vahyetmesidir:

“Rabbin bal arısına şöyle vahyetti: «Dağlarda, ağaçlarda ve (insanların) kurdukları çardaklarda kendine göz göz ev (kovan) edin. Sonra her türlü meyveden ye de (bal yapmak üzere) Rabbinin senin takip etmen için belirlediği yolları tam bir inkıyatla tut!» Onların karınlarından renkleri çeşit çeşit bir şerbet çıkar ki onda insanlara şifâ vardır. Şüphesiz tefekkür edecek kimseler için bunda kesin bir delil ve ibret vardır.” (en-Nahl, 16/68-69)

Öyle bir vahiy ki, Rabbi ne buyurursa tam bir itaat, tam bir inkıyat ve boyun eğmekle onu emredildiği şekilde harfiyen tatbik eder. Evvelâ dağlarda, ağaçlarda ve insanların yaptıkları çardaklarda, kovanlarda bal yapacağı gözeleri inşa eder. Câlib-i dikkat olan husus şudur: Arı bal yapacağı kovanını eşit kenarlı altıgen gözcükler şeklinde yapar. Birbirine eşit bu gözcükler o kadar mükemmeldir ki, insanın bunu cetvelsiz, pergelsiz yapması mümkün değildir. Şayet bu gözeler altıgen değil de üçgen, beşgen, yedigen gibi başka geometrik biçimde olsaydı, gözcükler arasında işe yaramaz boşluklar kalacaktı. Sadece altıgen olduğunda gözcükler arasında hiç boşluk kalmamaktadır. İşte arı ilâhî ilim ve kudretin sevki ile en münasip olanı tercih edip yapmaktadır.

Sonra arı yine Rabbinin emriyle her türlü çiçekli bitkilere ve ağaçlara konar, onların özünden yer. Sonra topladığı o çiçek özlerini getirir, kovanına bal olarak çıkarır. Arıların bal yapma işini yaparken kendi içlerinde çok enteresan bir sistemleri vardır. Bu sistemin bazı özellikleri tespit edilmiştir. Meselâ; arılar arasında bir arı beyi vardır. Vücutça diğerlerinden iri olan bu arı ötekilere hükmeder. Uçarken ve konarken hepsi arı beyine tâbî olurlar. Yine arılar yuvadan topluca giderler. Arı sahipleri arıları eski yuvalarına döndürmek için tambur çalar, bağırır, çağırır, ilâhî söylerler. Çıkarılan bu seslere, nağmelere uyarak arılar eski yuvalarına dönebilirler. Son araştırmalarda arıların genellikle güneşin konumundan istifade ile yönlerini ayarladıkları, ayrıca rüzgârın esiş istikameti ve dünyanın manyetik alanı gibi başka imkânlardan faydalandıkları tespit edilmiştir. Ayrıca arılar kovan üzerinde daire veya sekiz çizerek birbirlerine yol tarif eder, çiçeklerin bulundukları alanlar hakkında bilgi aktarır, bu bilgileri alan diğer arılar, bilmedikleri çiçek alanlarını kolaylıkla bulur, dönüşlerinde de «arı hattı» denilen en kestirme yolu kullanırlar.

Arının karnından çıkan bal; kırmızı, beyaz, sarı, katı veya sıvı gibi muhtelif renk ve özelliklerde olur. Bu da daha çok arının yaşadığı bölgeye, topladığı çiçeklerin özelliklerine göre değişir. Bal; insan sağlığına çok faydalı, şifâlı bir besindir. Balın vücuda şifâ olduğu tıbben de sabittir. Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in bu yönde tavsiyelerinden biri şöyledir:

“Size şu iki şifâ kaynağını tavsiye ederim: Bal ve Kur’ân.” (İbn-i Mâce, Tıb, 7)

Bir adam Hazret-i Ali’ye gelerek hâfızasının kötü olduğundan şikâyet eder. Hazret-i Ali -radıyallâhu anh- ona:

“–Ailen var mı?” diye sorar. O da:

“–Evet.” deyince Hazret-i Ali ona şu tavsiyede bulunur:

“–Eşine söyle, sana mihrinden gönül rızâsıyla iki dirhem versin. Onunla süt ve bal al. Yağmur suyuyla şerbet yap. Aç karnına onu iç; umulur ki hıfzın kuvvetlenir.”

Hazret-i Ali’nin bu sözü Hasan bin Fadl’a sorulunca der ki:

O, bunu Allah Teâlâ’nın şu âyetlerinden almıştır:

Su hakkında:

“Gökten mübârek/bereketli bir su indirdik.” (Kāf, 50/9)

Süt hakkında:

“İçenlerin boğazından kolayca geçen hâlis bir süt içiriyoruz.” (en-Nahl, 16/66)

Bal hakkında:

“Onda insanlar için şifâ vardır.” (en-Nahl, 16/69)

Mihir hakkında da:

“Onu da âfiyetle yiyin.” (en-Nisâ, 4/4) buyurulmuştur. Dolayısıyla bereket, şifâ, âfiyet, boğazdan kolayca geçme ve hâlis olma gibi vasıflar bir şeyde toplandığı zaman onun yararlı olmasında şaşılacak bir şey yoktur. (Rûhu’l-Beyân, V, 65-66)

İmam Muhammed bin Ali Tirmizî -kuddise sirruh- şöyle der:

“Bal insanlar için şifâ olmuştur. Çünkü arı, itaat ederek Allâh’a boyun eğdi; kendi şehvetini terk ederek tatlı, acı, sevilen ve kerih görülen bütün meyvelerden yedi. O, Allâh’ın emrine boyun eğince yediklerinin hepsi Allah için oldu ve hastalıklar için şifâ hâline geldi. İşte bunun gibi kul Allâh’a itaatkâr olur ve hevâsını terk ederse sözü hasta kalplere şifâ olur.”

İmam Kuşeyrî -rahmetullâhi aleyh- mü’minle arı arasındaki benzerliğe şöyle bir izah getirir:

“Allah, sünnetini her değerli şeyi hakir şeyde gizlemek sûretiyle icrâ etmiştir. İpeği hayvanların küçük ve zayıflarından olan ipek böceğine koymuştur. Balı, uçan hayvanların en zayıfı olan arıda; inciyi, deniz hayvanlarının en vahşîsi olan sedef denilen hayvanda yaratmıştır. Altın, gümüş ve firûzeyi taşa koymuştur. İşte bunun gibi mârifet ve muhabbeti de mü’minlerin kalbine yerleştirmiştir.” (Letâifü’l-İşârât, II, 163)

Yaratılan her canlının hareket ve davranışları; ancak Allâh’ın hikmeti ve ezelî iradesiyle, ona öğretmesi ve ilhâmı iledir. Hayvanlar arasında hususiyle arıya vahyedildiğinin bildirilmesi, onun insana ve özellikle de sülûk ehline benzemesi sebebiyledir. Bilindiği gibi halktan uzaklaşıp sadece Allâh’a yönelmek üzere dağlarda evler edinmek sülûk ehlinin âdetlerindendir. Nitekim Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- de peygamberlikten önce Hira’ya çekilerek bir-iki hafta, hattâ bir ay ibâdetle meşgul olurdu. Yine onların hâllerinden biri de yerlerinin, elbise ve yediklerinin temiz olmasıdır. Temizlik konusunda arı da böyledir. Karnındakini temiz taşın veya temiz bir odunun üzerine koyar ki çamur veya toprak ona dokunmasın. İnsanın sakındığı gibi o da, pislenmekten kaçınarak cîfe ve necâset üzerine konmaz.

• Bedenin meyvesi, sâlih amellerdir.

• Nefsin meyvesi; riyâzatlar, mücahedeler ve hevâya muhalefettir.

• Kalbin meyvesi; dünyayı terk, ukbâyı talep ve Mevlâ’ya yönelmektir.

• Sırrın meyvesi, gizliliklere muttali olmak ve Allâh’a yaklaşmaktır. İşte bütün bunlar ruhların gıdalarıdır. Allah Teâlâ arıya;

“Meyvelerin her birinden ye.” buyurduğu gibi, sâliklere de benzerini;

“Tayyib (temiz, helâl) rızıklardan yiyin ve sâlih ameller işleyin.” (el-Mü’minûn 23/51) buyurmuştur. (Rûhu’l-Beyân, V, 67)

Yunanlı bir filozof talebelerine;

“–Peteklerindeki arılar gibi olun.” diye tavsiyede bulunur. Talebeleri;

“–Arılar peteklerinde nasıl olur?” diye sorunca, şöyle cevap verir:

“–Arı, yanında tembel birini barındırmaz. Onu kovar ve petekten uzaklaştırır. Çünkü petek dardır, bal tükenir. Tembel değil dinç olan çalışır.”

Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuştur:

“Mü’min bal arısına benzer. Temiz olanı yer, temiz olan şeyler ortaya koyar, temiz yerlere konar ve konduğu yeri ne kırar ne de bozar.” (Ahmed, II, 199; Hâkim, I, 147)

Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in bu beyanından hareketle İbn-i Ömer -radıyallâhu anh- da arı ile mü’min arasında şu benzetmeyi yapar:

“Mü’min arı gibidir, tatlı yer ve tatlı iş yapar. Onların benzerliği şu yöndendir: Arının mahareti, anlayışı, zararının az, faydasının çok oluşu, pisliklerden uzak oluşu, yediğinin temiz ve hoş olması, başkasının kazandığından yememesi ve emîrine itaat edişidir. Arıyı işinden alıkoyan âfetler vardır. Bunlar; karanlık, havanın bulutlu olması, rüzgâr, duman, su ve ateştir. Mü’min de böyledir: Onu da işinden bazı âfetler alıkoyar. Bunlar ise gaflet zulmeti, tereddüt ve şüphe bulutu, fitne rüzgârı, haram dumanı, taşkınlık suyu, keder ve üzüntü ateşidir.” (Rûhu’l-Beyân, V, 65)

Hâsılı, kâinat bir ibretler sergisi, mü’min de o sergiyi gezen, inceleyen ve ondan ibretler alan kişidir. O, baktığı her şeye yüce Allâh’ın bir azamet tecellîsi ve kudret akışı olarak bakar. Gördüğü her şeyden, kendisinin Allâh’a daha yakın kul olmasına yardım edecek dersler çıkarır. Onun sükûtu tefekkür, sözü hikmet, bakışı ibrettir.

Bal arısı da Cenâb-ı Hakk’ın vahyinden aldığı hakikatlerden hâl lisanıyla, insanoğluna neler neler söylemektedir…