51.Sayı Takdim

Kıymetli Okuyucularımız,

Dünyada bin bir meşgale, bin bir yöneliş, bin bir hedef var. Kimisi ulvî… Kimisi süflî… İnsanın elinde ise yalnızca mahdut bir ömür. Bu kısacık ömür, aynı zamanda bir sermaye… O sermaye; fânî dünyanın gel-geç heveslerine, nefsin hem süflî ve anlamsız hem de tatmini imkânsız arzularına sarf edilirse yazık ki ne yazık…

Sınırlı bir müddetten ibaret dünya hayatımız; ancak ve ancak muayyen bir hedefe yönlendirildiğinde, mukaddes bir gayeye vakfedildiğinde anlam kazanıyor. Derin bir irfan ile bakanlar; ömrü, bütün dünya hayatını, hattâ bütün oluşu, bir tek lâhzadan ibaret görürler. O bir tek ânın ziyanı, insanın hüsranı… Fakat;

Bil ki dünyâda hayat, sâdece bir sâattir,
Sor giden kullara, en faydalı iş, tâattir! (Seyrî)

sırrına vâkıf olanlar, canlarını gönüllerin fethine vakfettiler. Câfer-i Tayyâr -radıyallâhu anh-’tan Ulubatlı Hasan’a i‘lâ-yı kelimetullah sancağına canlarını fedâ ettiler. Bu sırra vâkıf olanlar, mallarını hayır-hasenâta vakfettiler. Bütün mahlûkata şâmil bir merhametle, mü’min kardeşlerine, insanlığa ve bütün canlılara hizmete koştular. Bu sırra vâkıf olanlar, gözlerinin nûrunu gerçek ilim tahsiline vakfettiler. Ömürlerini, bütün varlıklarını ideal insan yetiştirmeye adadılar. Böylece gerçek ebedî cânı, tükenmez hakikî serveti elde ettiler.

Bugün bütün dünyada malî, iktisadî, içtimâî sistemlerin sorgulandığı bir dönemde bizim kendi toplum dinamiklerimizi fark etmemiz ve kendimizi neye vakfettiğimizi düşünmemiz çok mühim…

Vakıflar Haftasının da yer aldığı, silûetini vakıfların oluşturduğu, medeniyetimizin başkenti İstanbul’un fethinin tesadüf ettiği Mayıs ayında gündemimiz,vakıflar ve kendimizi neye vakfettiğimiz sualinin cevabı çerçevesinde…

Genel yayın yönetmenimiz M. Ali EŞMELİ, soruyor:

Hayra mı, İlme mi, Gönüllerin Fethine mi, İnsanlığın Hidâyetine mi;

Kendimizi Neye Vakfettik?

Vakıf dosyasında Mustafa Asım KÜÇÜKAŞCI, krizleri fırsata dönüştürmenin hakikî şeklini yazıyor, Dr. Harun ÖĞMÜŞ, «nefsâniyete karşı duruş» olarak vasfettiği vakfın gerektirdiği hassâsiyeti kaleme alıyor. H. Kübra ERGİN, batıda bizden kopyalanarak oluşturulan üçüncü sektör «vakıfçılığı» İslâm medeniyetinin sembolü olan gerçek vakıfla karşılaştırıyor. Aydın TALAY, zengin örneklerle Osmanlı vakıf medeniyetinin ihtişamını anlatıyor.

Muhterem Osman Nûri TOPBAŞ Hocaefendi; gönüllerimize; «Kimin Mülkünde Nasıl Yaşıyoruz? Mülkün Gerçek Sahibi Kim?» muhasebesini hatırlatan bir makale kaleme aldılar. «Allâh’ın Mülkünde Emânet Şuuru ve Vakıf Hassâsiyeti…» Makalede ömrü vakfetmeye değer en kıymetli hizmet yatırımının ideal insan yetiştirmek olduğu vurgulanmakta…

Prof. Dr. Ömer ÇELİK, emek mahsûlü, temiz, şifâlı mâmulünü insanlığa vakfeden, itaatkâr ve çalışkan arı ve onun mü’min şahsiyetine benzerliğini işliyor. Ahmet ZİYLAN, hâtıralar ve kıssalarla uhrevî bakış sahiplerinin dîvânelik görüntüsü içindeki hikmetli davranış ve sözlerini paylaşıyor.

Ve şiirler… Kalemlerini ve gecelerini «bizim dünyamıza» vakfeden şairler, Efendimiz’i, O’nun müjdelediği fethi, O’nun tamamladığı ahlâkî kemâli, O’nun gösterdiği merhamet ufkunu en güzel sûrette anlatmaya devam ediyorlar.

Kendini; milletimizin, edebiyatımızın, istikbâlimizin yüzünü ağartacak şahsiyetlerle dolu bir nesil yetiştirmeye vakfedenlere ne mutlu!

Ne mutlu, vakfın sırrına vâkıf olanlara…

Yüzakıyla…