150. Vuslat Yıldönümünde MEHMED SAİD HEMDEM ÇELEBİ

Dr. Yakup ŞAFAK yakupsafak@hotmail.com

Konya Mevlânâ Dergâhı’nın 24. postnişini Hacı Mehmed Çelebi (v. 1155/1742-43) 31 yıldır makamda bulunuyor; Osmanlı coğrafyasındaki bütün Mevlevîleri, mânevî şahsında temsil ediyordu.

Vefat tarihinden birkaç yıl önce büyük oğlu Hüseyin Rıfat, 40-45 yaşlarında iken irtihal etmişti; küçük oğlu Mehmed Said ise henüz sekiz yaşındaydı. Çelebi her ne görüyor ve ne hissediyor ise o tarihte, dergâhtaki bütün dervişleri toplayıp vasiyetlerde bulunuyor; Sultan Mahmud’a bir dilekçe yazarak oğlu Mehmed Said’e hilâfet verip kendi yerine geçirdiğini, zât-ı şâhânelerinin hatt-ı humâyunla bu görev değişikliğini kabul buyurmalarını rica ediyor. Mektup, tayinin onayının sağlanması ve İstanbul’daki şeyhlerin rızâsının temini ricasıyla, o zamanın güçlü devlet adamı, Mevlevîliğe müntesip ünlü Hâlet Efendi’ye ulaştırılıyor.

O sıra dergâhta sertarîk olan Hasan Emir Dede’ye; “Bilirim, benden sonra çelebiler arasında ihtilâf çıkar; sen oğlumu al, İstanbul’a götür.” diye vasiyette bulunuyor. Bu hâdiseden üç gün sonra Hacı Mehmed Çelebi, Hakk’a yürüyor.

Bunun üzerine Said Hemdem Çelebi dokuz çelebi ile birlikte İstanbul’a gidiyor ve 28 gün sonra, 26 Rebîü’l-âhir 1230’da (07.04.1815) tayini onaylanıyor. Dergâh işlerini yürütmek üzere Ferruh Çelebi görevlendiriliyor ve Konya’ya dönüyorlar.

12 yaşına kadar Sertarîk Hasan Emir Dede’nin mânevî terbiyesi altında yetişen Said Çelebi, yaşından beklenmedik bir gelişme ve olgunluk gösterir. Tıpkı şeyhi gibi, vuslat zamanının yaklaştığını anlayan Hasan Emir Dede, Said Çelebi’ye hilâfet verir; dervişlerinden Süleyman Türâbî’ye de hilâfet vererek;

“Yakında Şems-i Tebrîzî gibi bir zâtın Konya’ya geleceğini, sohbetinden feyiz almalarını” tavsiye edip İstanbul’a gider ve orada 1235’te (1819-20) âlem-i bekāya intikal eder.

Mürşidinin vefat haberini alan Hemdem Çelebi, büyük bir hayal kırıklığına uğrar; fakat tam bu sırada dergâhın hâmûşan (mezarlık) kapısından içeri bir zat gelerek Çelebi’nin hücresine girer; nice mânevî nasihatler ile kendisini teselli eder ve Pîrî Paşa Zâviyesi’ne geçer. Bu zat, Seyyid Şah İbrâhim-i Hindî’dir. Süleyman Türâbî, onu mezkûr zâviyede kalan misafirler arasında görünce, mürşidinin tasvir ettiği zâtın, o olduğunu anlar. Seyyid Şah; Süleyman Türâbî, Silleli Osman Hâkî ve diğer bazı zevâtı, belli bir süre mânevî eğitimden geçirerek kendilerine hilâfet verir ve bir gün Konya’dan, geldiği gibi ayrılır.

Üsküdar Mevlevîhânesi son postnişini, değerli âlim ve şair Ahmed Remzi AKYÜREK’in (v. 1944) dedesinin babası olan ve hâlen Kayseri’de Hazret-i Seyyid Burhâneddin türbesinde medfun bulunan Süleyman Türâbî, o tarihten itibaren 1240 (1824-25) yılına kadar Said Çelebi’nin mürşidi ve mürebbîsi olur. 1242 (1826-27) senesinde, kendi isteğiyle Kayseri Mevlevîhânesi şeyhliğine tayin olarak ailece buraya göç eden Türâbî, Burhaneddin Muhakkık-ı Tirmizî’nin mânevî huzurunda dokuz senelik hizmetten sonra 1251 (1835-36) senesinde Hakk’a vâsıl olur. (Kendisiyle birlikte dört kuşak, adı geçen Mevlevîhânenin şeyhliğini deruhte etmişler, tarîkatlar kapanıncaya kadar bu görev, ailenin üzerinde kalmıştır.)

Said Hemdem Çelebi dînî ilimlerden başka Farsça’yı, edebî ve tasavvufî incelikleri Hintli, Bengal kibarzâdelerinden Hoca Vecdi Efendi’den, âyinhanlığı ve neyzenliği Mısır Mevlevî şeyhi Edirneli Nakşî Dede’den öğrenmiş; bu sırada hat sanatını da öğrenerek Kur’ân-ı Kerim, Mesnevî, Dîvân-ı Sultan Veled ve Gülistan’ı tâlik hatla baştan sona istinsah etmiştir. (Bu eserler, hâlen dergâh kitaplığında bulunmaktadır.)

Artık yetişkin bir yaşa gelen Çelebi, dergâhta mesnevîhanlık vazifesini de üstlenmiş, bu sahada da başarısını göstermiştir. İyi bir şair olan Çelebi, Hemdem mahlâsıyla Farsça ve Türkçe şiirler söyler. Tertip edilmemiş olsa da bir divançe teşkil edecek kadar şiiri bulunan Çelebi’nin;

Nice aktâb nice ârif-i billâh gelir
Dergeh-i Pîr’e velî ben gibi hemdem gelmez

“Mevlânâ’nın dergâhına, nice kutuplar, mârifet sırrına ermiş nice mânâ adamları gelir; ama benim gibi bir dost gelmez.” meâlindeki coşkulu beyti, edebî zarafetinin en bâriz nişânelerinden biridir.

Fizik olarak, çeşitli eserlerde yayınlanmış olan fotoğrafında da kısmen görüldüğü gibi, orta boylu, mûtedil vücutlu, beyaz çehreli, elâ gözlü, top sakallıdır. Hilim ve hayâ sahibi, güzel ahlâklı, ilmin, kitabın, sanatın değerini bilen, aynı zamanda riyâsetinin sorumluluğunu müdrik, yüksek şahsiyet sahibi bir zattır. Onun için Mevlevîlik tarihiyle yakından ilgilenip bazı önemli olaylara açıklık getirmiş; uzun tetkiklerle çelebiler şeceresini hazırlamış; usûl ve âdâb ile ilgili risâle yazmış; Dîvân-ı Kebîr’den seçmeler yapmış, bazı Mesnevî beyitlerini manzum olarak şerh etmiştir. Fakat onun bu yoldaki çalışmaları, ailesinin hayli kalabalık olması ve meşguliyetlerinin fazlalığı sebebiyle arzu ettiği bir noktaya gelememiştir.

Tarîkat disiplinine son derece önem veren ve bu yolda güçlü bir yönetim gösteren Said Hemdem Çelebi’nin, adının hayırla yâdına vesile olacak büyük hizmetlerinden birisi de dergâh kütüphanesinin tesisidir. O zamana kadar dergâha vakfedilen, orada bulunan pek çok değerli eser, çelebi dairesinde bulunur, ya da dervişlerin elinde kalırdı; bu şekilde bir kısmının kaybolduğu da muhtemeldi. Çelebi önce bu kitapları derleyip toparlayarak kayda geçirmiş, mühürletmiş, kendi vakfettiği kitaplarla birlikte 1854 yılında kurulan kütüphaneye koymuştur.

(Mühründeki Farsça mısra şöyledir:

Bâ meşîhat şud Muhammed ibn-i Mevlânâ Saîd

“Mevlânâ oğlu Mehmed, şeyhlik makamıyla şereflendi.”)

Çelebi’nin postnişinlik zamanı, ülkemizde önemli siyasî olayların vukû bulduğu bir zaman dilimidir. II. Mahmud (1808-1839), orduyu yeniden teşkil etmek üzere 1826 yılında yeniçeriliği kaldırınca, bu ocağın dayandığı Bektâşîlik de yasaklanmıştı. Bu olayda tarafsız kalan Mevlevîler, padişahın saygısını kazandılar. Bektâşîlerden doğan boşluk, bir dereceye kadar Mevlevîlerce doldurulmuş oldu; devlet de yapılan yeniliklerle sarsılan imajını, bir derece kuvvetlendirdi. O sebeple Mevlânâ Dergâhında ve Mevlevîhânelerde onarımlar yapıldı, vakıf işlerinde gelişmeler sağlandı.

1828-29 yılındaki Osmanlı-Rus harbine katılmak üzere, Çelebi küçük bir derviş grubunu İstanbul’a göndermiştir.

Bir diğer önemli hâdise, Mısır Beylerbeyi Kavalalı Mehmed Ali Paşa’nın sadrazam olmak hevesiyle Osmanlı topraklarını işgale yeltenmesidir. 1832 yılında oğlu İbrahim Paşa kumandasındaki ordu, Konya’ya yönelince, Said Hemdem Çelebi, İstanbul’a geçip Osmanlı’ya bağlılığını göstermiş ve padişahın güvenini kazanmıştı.

Şehzadeliğinden itibaren bir Mevlevî muhibbi olan Sultan Abdülmecid zamanında (1839-1861) Said Hemdem Çelebi’nin itibarı çok arttı; Mevlevîler bu dönemde devlet tarafından görülüp gözetildi. Mevlânâ Dergâhı son postnişinlerinden Veled Çelebi diyor ki:

“Çelebiler’e en büyük iltifatı Sultan Abdülmecid, Hemdem Çelebi’ye göstererek, bahçede beraber gezmiştir. Bunu, benim çocukluğumdan beri söyleye söyleye bitiremezlerdi. Bu uyanık ve ıslahatçı padişahın iltifatını çelebiler unutamamışlardır.” (Hâtıralarım, İst., 1946, s. 53) Tabiatıyla bu dönemde Mevlevîliğin itibarı ve kıymeti, halk nezdinde de artmıştır.

Diğer taraftan Hemdem Çelebi, Konya’da sosyal ve ekonomik iktidarı ele geçirmek isteyen bazı mütesellim ve âyânlarla da mücadele etmek zorunda kalmıştır.

Kaderin bir cilvesi olarak çocukluk çağında böyle ağır bir yükün altına giren ve görevini başarıyla sürdüren Mehmed Said Çelebi, 25 Receb 1275 (28.02.1859) tarihinde, genç denilebilecek bir yaşta, ardında birçok hayırlı hizmetler bırakarak, cânını cânânına teslim etmiştir.

Ahmed Remzi Dede, Târîhçe-i aktâb isimli manzûmesinde, doğum ve vefat tarihlerini şu mısralarla dile getirir:

Saîd-i Hemdem ibn-i Hâc Muhammed
O vâlâ-menzilet şeyh-i mümecced

Bin iki yüzle yirmi iki sâli
Vücûda geldi ol â‘le’l-eâlî

Bin iki yüzle yetmiş beşte nâ-gâh
Cenâb-ı Pîr’e Hemdem gitti âgâh

“Hacı Mehmed oğlu Said Hemdem; o kadri çok yüce, yüksek mertebeli, övgüye ve tâzime lâyık şeyh, 1222 yılında dünyaya geldi; 1275’te ansızın hakikati müdrik biri olarak Hazret-i Pîr’in (huzuruna) gitti.”

Mehmed Said Efendi’nin mânevî mertebesi bereketiyledir ki kendinden sonra çocukları Mahmud Sadreddin (v. 1881), İbrahim Fahreddin (v. 1882), Mustafa Safvet (v. 1888) ve Abdülvâhid Çelebiler (v. 1907), Hazret-i Mevlânâ’nın makamında bulunma şerefine nâil olmuşlardır. Şu anda hepsi de huzurda, Hazret-i Pîr’in gölgesi altında, ebedî istirahattadırlar.

Mevlâna Dergâhı’nın son postnişini de Said Hemdem Çelebi’nin torunu Abdülhalim Çelebi’dir. (v. 1925, Abdülvâhid Çelebi’nin oğlu; Faruk Hemdem Çelebi, Esin Çelebi ve kardeşlerinin merhum babaları, Güzide Hanım’ın kıymetli eşi olan Celâleddin Çelebi’nin dedesi.)

150. vuslat yıldönümünde Mevlânâ Dergâhı’nın bu liyakatli, saygın, mâneviyatlı ve güçlü şahsiyetini rahmetle anıyor; matbû kaynaklarda bulunmayan iki şiiriyle çocuklarına vasiyetini sunuyoruz:

Biz her belâyı satın alan Mevlevîleriz
Nâmûs u ârı hîçe satan Mevlevîleriz

Gâlib olur hemîşe bizim farka cem‘imiz
Ummân-ı aşka gavta uran Mevlevîleriz

Evvel sülûke bed’ ederiz ism-i zâttan
Bahr-i fenâya tâ can atan Mevlevîleriz

Ekser sıfâtı mahv ederektir sülûkümüz
Biz şems-i zâta böyle yanan Mevlevîleriz

Biz mazhar-ı velâyet-i sıddîk-ı ekberiz
Yâr-i Rasûl-i her dü cihan Mevlevîleriz

Hemdem ne gam iki cihanın kaydı yok bize
Câm-ı safâyı vasla katan Mevlevîleriz

(SÜSAM, Y97 no’lu mecmua, s. 502, Feridun Nâfiz UZLUK hattıyla)

Âh efendim zulmet-i şeb âh-ı pinhânım mıdır
Katre katre hûn-i eşkim rîze-i cânım mıdır
Nukl-i meclis sâkiyâ bu kalb-i biryânım mıdır
Bâis-i derd-i derun cânım mı cânânım mıdır

Pür-neşât et sâkiyâ cânın içün mey-hâneyi
Derd-i gûnâgûndan kurtar dil-i dîvâneyi
Dinle gûş-i merhametle nâliş-i mestâneyi
Bak enîn ü âh edenler ney mi efgānım mıdır

Hâk-i pây-i dil-rübâya rûy-mâl eyler gönül
Hâlini arz eyler ise pür-melâl eyler gönül
Cevr-i ihvân-ı zamandan arz-ı hâl eyler gönül
Yûsuf-âsâ hîçe satan beni ihvânım mıdır
(Aynı mecmua, s. 76, Veled Çelebi hattıyla)

Vasiyetleri:

“Oğullarım Celâleddin ve Salâhaddin ve Sadreddin ve Fahreddin ve Safvet; ve kerîmelerim Nesîbe ve Aliyye! Egerçi bi-hamdillâh (baba ve anne tarafından) nesebimiz âlî ise de sizlere vasiyyetim zinhâr neseb ile iftihâr etmeyin. Ecdâdımızın isr-i aliyyelerine sülûk ederseniz, sâir sâlikin bir senede kesb ettiği feyzi, bir günde kesb edersiniz. Evlâdiyetin buna fâidesi vardır. Eger tarîkine sâlik olmazsanız el-iyâzü billâh; “Leyse min ehlik: O, senin ailenden değildir.” (Hûd, 46) zümresinden olursunuz. Cenâb-ı Allah, sizi ve pederiniz bu abd-i bî-çâre, hâk-pây-ı Mevleviyyeyi, ecdâd-ı kirâmımız efendilerimizin sırrına ve feyzine mazhar etsin, âmîn. Sizi her hâlde evvel Allah, sâniyen erenlere emânet ettim. Hak, erenler bilenizce olsun, hû eyvallah.” (Aynı mecmûa, s. 412, Veled Çelebi hattıyla; Abdülvâhid Çelebi, babasının vefatından sonra dünyaya geldiği için ismi zikredilmemiştir.)

Not: Said Hemdem Çelebi’nin biyografisi, en geniş şekliyle Sezai KÜÇÜK Bey’in Mevlevîliğin Son Yüzyılı (İst., 2003, s. 59-68) adlı değerli eserinde yer almaktadır. Orada başlıca kaynaklar da gösterilmiştir. Biz, bu yazımızda Said Hemdem Çelebi, Veled Çelebi, Ahmed Remzi Dede ve Feridun Nâfiz Bey’in Selçuk Üniversitesi Selçuklu Araştırmaları Merkezi Uzluk Arşivi’ndeki mecmûa ve risalelerde bulunan notlarından edindiğimiz bazı yeni bilgileri de sunmaya çalıştık.)