OSMANLI HASRETİ

KÂFÎ (Ekrem KAFTAN)

Battığın ufuklardan parlıyorsun sultanım,
Okunuyor tarihin; ben Devlet-i Osman’ım!

Kolunun uzandığı arza adalet verdin,
Bir ulu çınardın ki beşere kanat gerdin!

Batırmazdı denizler sana sormadan gemi,
Yaşatmazdın beşere asla ölüm matemi!

Saadet habercisi oldu ezan seslerin,
Şifa verdi kalplere aşk kokan nefeslerin!

Sînende toplandılar darmadağın kıtalar,
Kesildi âsumanla arzdaki inkıtâlar!

Sen öğrettin yeniden Allâh’a kulluk nedir,
Gönüllere seferin kul gibi şâhânedir!

Cennete çağırırdı kan damlayan kılıncın,
Kâfire bile yoktu zerre miktarı hıncın!

İnsanlığı tanıdı, Ermeni, Yahudi, Rum,
Hudutsuz merhametin oldu sana uçurum!

Zalim ve müşfik olmak yaraşmazdı devlete,
Adaletti tek gayen düşsen dahî zillete!

Sen ki beşer aklının son hududu Osmanlı,
Senin kadar olmadı bir devlet anlı-şanlı!

Atların rüzgâr gibi uçtukça serhatlara,
Benzerdi her askerin Oğuz’a, Kürşatlara!

Fethettiğin her yerde sular çeşme olurdu,
Çöller bile kendine serin gölge bulurdu!

Yükseldi nal izinden göğe misal kubbeler,
Yol açtı kubbelere nice dağlar, tepeler!

Kubbelerin hasreti İstanbul’u görmekti,
Sonra aşıp nûh felek Arş’a gönül vermekti!

Otağ-ı Hümâyun’un göründüğü her yerde,
Kalkardı karanlıklar bir anda perde perde!

Sonsuza uçururdu şehidlerin cânını,
Titreyerek dinlerdi küffar mehterânını!

Her fethin bir kapıydı cennetlerin önünde,
Asker bayram ederdi güzel ölüm gününde!

Bayrağına düşmeye can atardı her yıldız,
“Saçlarından dokurdu sancağını” cümle kız!

Çizmedin devletine asırlar boyu hudud,
Gıda oldu rûhuna her seher sonsuz sücûd!

Gün geldi kılıç oldu sultanın elinde ney,
Müsâviydi katında dilenci, paşa ve bey!

Sırtındaki dağları taşıdın da çöllere,
Hayat verdin kumlarda taze açan güllere!

Birkaç adım yol idi Yemen’den tâ Viyana,
Gün geldi terk eyledin mülkünü yana yana!

Üç kıtadan çıkarak sığdık küçük Asya’ya,
Atlardan indik eyvah, büsbütün kaldık yaya!

Her himaye ettiğin millet sana düşmandır,
Yıkıldığın zamanlar, yıktığına pişmandır!

Nice mübarek şehrin cehenneme misaldir,
Bunca ateş belki de ödenen bir vebaldir!

Ellerini çektiğin her diyar boğuluyor,
Mülkünün etrafında canavarlar uluyor!

Bir mezar taşı oldun, bir saray ve bir cami,
Dolaşıyor mülkünde nice yüz bin haramî!

Ne asil devletsin ki gölgen hâlâ vuruyor,
Sultanların sesleri kubbelerde duruyor!

Mührünü sökmek için yetmiyor ihânetler,
Asırlar geçse bile bitmiyor mel’anetler!

Beşerin idrakini nasıl aştın Osmanlı!
Geziyorsun göklerde ruh olup anlı-şanlı!

Kâfî’dir rüzgârına kapılıp gitmek bile,
Yokluğun gözyaşını döndürdü âh sebile…