MUVÂZENESİZLEŞTİRİLEN TÜRKÇEMİZ

Doç. Dr. Ahmet KAVAS
akavas@istanbul.edu.tr


Dilimizde bize geçmişi hatırlatan kelimeler her geçen gün birer birer hayatımızdan çekilmekte ve yerlerine derhâl zar zor bir anlam yüklenen kelimeler gelip oturmaktadır. İktisatta Gresham Kanunu olarak bilinen; «Kötü para, iyi parayı piyasadan kovar» misali son yılların dillere pelesenk olan ve üzerine pek fazla zengin anlamlar yüklenemeyen «denge» kelimesi de maalesef tarihimizin bin yıllık kayıtlarında başköşede oturan «muvâzene» kelimesini silip yerine âdeta taht kurdu.
Nasıl ki «muhâtara» kelimesi bir anda Avrupa dillerinden hiç tereddüt etmeden aktarılan «risk» kelimesine mahkûm olduysa; o güzelim ses âhengiyle «münâvebeli» kelimemiz bir anda benzeri bir şekilde «alternatif» ile yer değiştirdiğinde en ufak bir his uyandırmamaktaysa; Cevdet Paşa’nın hâtıralarında 1850’li yıllarda Osmanlı Devleti’nin dünya tarihinde var olalıdan beri ilk defa girdiği malî sıkıntıyı ifade etmek üzere Avrupalıların «kriz» deyiverdikleri kelimeyi tereddüt etmeden almadıklarını, günlerce düşünüp «buhran» kelimesini bulmalarıyla rahatladıklarını ifade etmesi de maalesef bize tesir etmiyor.
Yine son yılların en sık kullanılan kelimelerinden «medeniyet» 19. yüzyılın Osmanlı aydınları için önemli bir keşif olmuştu. Avrupa’da 18. yüzyılın sonunda «civilisation/civilization» kelimesi dolaşıma çıktığında her toplumun aydınları gibi Osmanlılar da ciddî bir tereddüt geçirdiler. Arapça olarak ifade edilen «temeddün» veya «hadariyye» kelimeleri yerine çaresizlik içinde bir müddet «sivilizasyon» diye kullandıkları kelimenin tam karşılığı olarak «medeniyet» gibi son derece asil bir sesle telâffuz edilen yeni bir keşifte daha bulunmuşlardı. Yine bugünlerde herkesin rastgele kullandığı «diyalog» kelimesine kolayca «hoşgörü» deyip geçivermediler. Son derece ağır bir kelime olan «tahammül» kelimesi de aslında hakikî ve mecazî anlamları bir türlü doldurulamayan «diyalog» kelimesi yerine ne âlicenap ve isabetli bir kullanıştı. «Nizâm-ı âlem» dâvâsı için var olma gayretindeki devlet, biri diğerinin hakkına tecavüz etmediği sürece, sınırları içine aldığı herkese tahammül etmekteydi. Bugün «diyalog» adı altında nice faaliyetlerin altına imza atan devletlerin en büyük şiarının «tahammülsüzlük» olduğunda ise şüphe yoktur.
Ömrünü dünyadaki en yaygın yapay dil olan Esperantoya adayan bir Fransız dil âliminin ülkemizin en muhafazakâr geçinen bir çevresi tarafından çıkarılan gazetesinin sayfa üstlerinde muhtevayla ilgili konulan ana başlıkları görünce şaşırmasını yabana atmamalıdır. Sayfa başlıkları «kültür», «aktüalite», «ekonomi», «televizyon» ve «spor» gibi kelimelerden oluşuyordu. Böyle bir tablo karşısında Türkçenin Avrupa menşeli bir dil olup olmadığı konusunda endişeye kapılabilirdi. Zira ömrünü, Yahudi asıllı bir göz doktoru olan Ludwik Lazare ZAMENHOF’un 1887 yılında Polonya’da icat ettiği ve adını Fransızca «umut etmek» anlamındaki «espérer» fiilinden alıp «umut edenin dili» karşılığında; «Esperanto» dediği dil ile uğraşarak geçirmişti. Bu dil hâlen hiçbir ülke tarafından resmen tanınmasa da pek çok ülkede ilgilenen taraftarları bulunmaktadır. Polonya’da Lehçe, Rusça ve Yidiş dillerini konuşanların kendi aralarında rahat anlaşmaları maksadıyla uydurulan bu dil; değişime uğramayan ve istisna içermeyen, dahası 16 temel kaideye uyan kelimelerinin çoğunu da Avrupa dillerinden almaktadır. Sözdizimini genelde Slav dillerinden alırken daha enteresanı kelimelerin içyapısını oluşturan özelliğini ise Türkçe ile Afrika yerlilerinin kullandığı Bantu dillerinden ve Japoncadan alır. Faaliyet gösterdikleri ülkelerde Millî Esperanto Dernekleri adıyla teşkilâtlananlara esperantist denmektedir ve bunlar kısaca UEA denilen ve Hollanda’nın Rotterdam şehrindeki Beynelmilel Esperanto Derneği (Universala Esperanto-Asocio-UEA) ile irtibat hâlindedirler. Bu dilin taraftarları artık Polonya’yı aşarak, Esperantoyu dünya vatandaşlığının dili hâline getirme sevdasına kapıldılar ve bunu her yerde yaymakla meşguller.
Hattâ www.cursodeesperanto.org internet sitesinde Türkçe olarak şu ifade yer almaktadır:
“Esperanto öğrenip Esperantist olun ve Esperanto Hareketinin zevkini doya doya yaşayın.” Beynelmilel Esperanto Derneği 1908 yılında kurularak ferdî olarak hareket eden bütün esperantistleri bir çatı altında toplamayı hedeflemektedir ve hâlen 113 ülkede üyeleri bulunmaktadır.
Dünyadaki diller arasında ortak bir dil oluşturmaya gayret edenlerden birisi olan esperantist Fransız gibi, uzun yıllar özellikle Türkiye dâhil pek çok ülkede diplomatik görevlerde bulunan aynı ülkenin başka bir vatandaşı ise emekli olunca devleti tarafından Fransa’da yaşayan farklı Türk topluluklarının çıkardığı; dergi, kitap, gazete ve diğer küçük yayınların muhtevaları hakkında raporlar yazmak üzere İçişleri Bakanlığı tarafından görevlendirilir. Bilhassa bugün ısrarla «şart» kelimesinin karşılığı olarak ortalıkta dolaşan, son derece içi boş ve uydurma «koşul» kelimesine her rastladığında yıllarca öğrenmek için gayret ettiği Türkçe bilgisinde buna yer bulamamanın acısını çeker.
Bir taraftan yeryüzünde tek bir dil konuşulması için sevdalanarak kendileri için yeni avlar peşinde koşarlarken, diğer tarafta kendi millî dillerini her geçen gün tahrip edenler maalesef Türkçe gibi beş bin yıllık yazısı olan bir dili dahî kalıptan kalıba sokarak tarih boyunca bin bir emekle oluşturduğu muvâzenesini, yani dengesini fütursuzca bozabilmektedirler. Hâssaten Türk dilinin pek çok ifadesinde bütün ağırlığıyla yer almışken bir anda yok edilen «muvâzene» kelimesi acaba yeniden geçmişteki ihtişamına döndürülebilir mi?
Muvâzene Kalemi, Muvâzene Kitâbeti, Muvâzene Kâtibi, Muvâzene Kararnamesi, İstanbul Muvâzene-i Husûsiyesi, Muvâzene-i Husûsiye-i Âdiye Nizamnâmesi, Muvâzene-i Umûmiye Kānunu, Muvâzene-i Mâliye Encümeni, Muvâzene-i Hâriciye, Dâhiliye Muvâzenesi, Muvâzene Cedveli, Muvâzene-i Ticaret Defteri, Balkan Muvâzeneti, Muvâzene Gazetesi, Muvâzene Talebi, Muvâzene-i Mukayyedeleri, Masârıfat Muvâzenesi, Muvâzene Muhâsebesi, Aylık Sandık Muvâzenesi gibi daha nice terkiplerde yer alan bu kelime ölmemelidir.
Yine haşr günü insanların amellerinin tartılıp hesap edilmesini ifade eden «muvâzene-i âmal», devletin gelir ve giderlerinin eşit olması anlamındaki «muvâzene-i mâliye», iki şeyin vezin/ölçü bakımından birbirine denk olup olmaması durumu ve uygunluğu halinde kullanılan «muvâzenet», dengeli karşılığında «muvâzeneli» ve zıddı olan «muvâzenesiz» kelimeleri günlük yazı ve sözlü ifadelerde kaç kişi tarafından kullanıyor? Maalesef bugün gelinen noktada güzel Türkçemiz de eskiden doktorların zor durumdaki hastaları için kullandıkları; «hasta aklî muvâzenesini yitirmiş» sözüyle aynîleşen bir duruma doğru sürüklenmekte, yani muvâzenesizleşmektedir. Uydurma Esperanto dilinin büyük bir gayretle hayat mücadelesi verdiği dünyamızda muvâzenesiz faaliyetleri bir tarafa bırakmak gerekmektedir.