Havf-ı Yezdân ve FUDAYL BİN İYAZ

Aydın TALAY aydintalay@gmail.com

Cenâb-ı Hak buyuruyor:

“Allâh’ı unutan ve bu yüzden Allâh’ın da onlara kendilerini unutturduğu kimseler gibi olmayın. Onlar yoldan çıkan kimselerdir.” (Haşr, 19)

Mü’min, zaman zaman beşer olması hasebi ile günah işlese de tövbe kapısını unutmayıp hemen Allâh’a sığınır. Aldanarak veya çeşitli alışkanlıklar ve gaflet eseri hata yapsa da kalbini Mevlâ’ya bağlayan mânevî kablolar pas tutmadığı ve Allah korkusunu kaybetmediği sürece âcizliğini itiraf edecek ve samimî şekilde affını isteyecektir.

Kur’ân-ı Kerim’de havf, haşyet ve takvâ kavramlarının her biriyle, Cenâb-ı Hak, kendisinden korkmamızı ferman buyurmuştur. Gerçek mü’min Allah’tan başka kimseden korkmaz. Allâh’a karşı ise bir taraftan muhabbet duyup ümit beslerken, diğer yandan O’na yüksek derecede saygı, tâzim, teslimiyet ve haşyet içerisinde olmalıdır.

Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-;

“Korkmayan bir kalpten Allâh’a sığınırım.” buyurmuştur.

Vefat yıldönümünde rahmetle andığımız dâvâ şairi Mehmed Âkif ERSOY Safahat’ında haklı olarak bunu şöyle dillendirir:

Ne irfandır veren ahlâka yükseklik, ne vicdandır;
Fazîlet hissi insanlarda Allah korkusundandır.
Yüreklerden çekilmiş farz edilsin havfı Yezdân’ın…
Ne irfânın kalır tesîri kat’iyyen ne vicdânın.
Hayât artık behîmîdir, hayır ondan da alçaktır.

Günümüzden takriben 1248 yıl önce bugünkü Türkmenistan hudutları içinde bulunan Horasan bölgesinin Merv şehri, ilim adamı yetiştirme yönünden büyük bir şöhrete ulaşmıştı. Hattâ halîfe nâibi yani vekili sadece bu ildeki ulemâ arasından seçilirdi. Merv ile o asırda İran topraklarına düşen Ebiverd şehirleri arasında gelip geçenleri bîzar eden Ebû Ali Fudayl bin İyaz adında namlı bir eşkıyâ yaşardı. Soygunculuğu sürdürmekle beraber tabiatı ıslah olmaya yakın olan Fudayl, fakirlere ve kadınlara ilişmezdi.*

Günlerden bir gün büyük bir kervan bu yoldan geçerken, gelen seslerden kervanın pusuya düşürüleceğini anlayan kafilenin ağası elini çabuk tutup altınları kaptığı gibi ıssız çöle açılır ve sığınacak bir yer bulayım diye farkına varmadan eşkıyâ reisinin çadırına girer. Maksadı altınları emanet olarak bırakmaktır. Eşkıyâbaşı Fudayl adama altınlarını çadırda bir köşeye bırakıp gitmesini işaret eder. Bir zaman sonra eşkıyâ çetesinin adamları gasp ettikleri malları taksim için çadıra gelirler. Aynı esnada altınların sahibi de gelir ve emanetini ister. Fudayl da;

“Git bıraktığın yerden al!” der. Kervancı altınlarını alıp uzaklaşırken, çetenin adamları şaşkın bir şekilde:

“–Biz kervanda bölüşecek para bulamadık. Sen ise kucağına düşmüş hazineyi adama iade ediyorsun, bu nasıl iş?” deyince:

“–Ne yapayım?! Adamın bana beslediği iyi niyetini bozmak istemedim.” diye cevap verir.

Fudayl, bir sancı hâlinde gel-gitler yaşasa da içinde bulunduğu hayattan sıyrılamamaktadır. Günler birbirini kovalar. Fudayl bir gün bir evdedir. O sırada dışarıdan geçen yolculardan birinin nefis ve yanık bir şekilde okuduğu Kur’ân-ı Kerim sesi yükselir. Okunan Hadîd Sûresi’nin 16. âyeti olup meâlen şöyledir:

“Îman edenlerin Allâh’ı anmalarının ve O’ndan inen Kur’ân sebebiyle kalplerinin ürpermesi zamanı daha gelmedi mi?..” Âyet-i kerîme âdeta Fudayl’e bir ok gibi saplanmıştır. Bu derin ikaz ona öylesine işler ki ayağa fırlayıp kendini kaybedercesine hıçkırıklar içinde nida eder:

“Geldi yâ Rab, zamanı geldi ve hattâ geçti yâ Rab!” O anda Hakk’a yönelerek nasuh tövbesiyle güzel bir tövbe eder ve bir daha eski hâline dönmediği gibi kendini ilim yoluna verir. Seviyesi öyle yükselir ki sohbetleri feyiz saçmaya başlar.

Nereden nereye dedirten bu hâdiseye şaşılmaz. Nitekim şairin dediği gibi:

Hak tecellî eyleyince her işi âsân eder,
Halk eder esbâbını bir lâhzada ihsân eder.

Artık Fudayl bin İyaz’ın yapması gereken büyük bir vazifesi vardır. Boynu bükük ve yaşlı gözlerle haklarını gasp ettiği kişileri arayıp helâllik dilemek üzere yollara koyulur. Bir gün mallarını gasp ettiği bir Yahudi’ye gidip affını ister. Yahudi’ye gün doğmuştur! Müslümanı ezmek için fırsat kolladığı için hakkını helâl etmek için olmadık bir şeyi şart koşar:

“Şu karşıdaki tepeyi dümdüz etmedikçe ben sana hakkımı helâl etmem!” der. Ama Fudayl âhiret hesabını düşündüğünden bu imkânsız görünen işe girişir. Günlerce çalışır yorgunluktan bîtap duruma gelir ve tepe düzelmek bilmez. Ama sadakat ve hüsnüniyeti Rabbimiz çok sevdiği için bir müddet sonra o mıntıkada şiddetli bir rüzgâr eser ve tepe dümdüz olur.

Rivayete göre Fudayl’ın sohbetleri o derece cezbedicidir ki çevreden akın akın gelenler arasında Abbasî Halîfesi Hârun Reşid de vardır. Gün gelir Ebû Ali Fudayl bin İyaz İmâm-ı Âzam Ebû Hanife Hazretleri’nin seçkin bir talebesi olur ve hadis rivayet edecek güzel bir mertebeye yükselir.

Demek ki mü’min, Allâh’ı unutacak ve unutturacak her türlü gaflet ve dalâletten uzak durmaya gayret gösterecektir ki şeytan ve adamları onu istilâ etmesin.

Rabbim kalbe kasavet, gaflet perdesi çeken her türlü illetten, cehalet ve dünya sarhoşluğundan cümlemizi muhafaza buyursun.

Kalplerimizden Allah korkusunu eksik etmesin. Âmîn.

*Keşfü’l-Mahcup, Tezkiretü’l-Evliyâ.