Nur Yüzlü, Nur Bakışlı, Gül Tebessümlü Zat… RÜYAYLA GELEN HİDAYET

Âdem SARAÇ

ademsarac@yyu.edu.tr

İlk Müslümanlardan ve ilk örnek şahsiyetlerden güzîde bir sîmâ; Hazret-i Hâlid bin Saîd…

Kabilesi ve çevresi çok geniş, zengin, şerefli ve Mekke’nin en önde gelen liderlerinden Ebû Uhayha künyeli Saîd İbnü’l-Âs’ın oğlu olarak dünyaya gelen Hâlid; bolluk ve refah içinde yetişip büyümüş, 25-30 yaşına kadar bu rahatlık içinde gelmişti…

Aile efradı başta olmak üzere bütün kabilesi tarafından çok sevilen Hâlid bin Saîd, ticaretle uğraşıyor, servetine servet katıyordu. Evinde de çok rahat ve huzurluydu. Çok iyi anlaştığı sevgili eşi Ümeyme ile geleceğe dair güzel plânlar yapıyorlardı.

Günler, İslâm güneşinin kâinatı aydınlatmaya henüz başladığı günlerdi. İslâm nûru ile nurlanıp Müslüman olanların sayısı 5-10 kişi kadardı daha…

Hâlid’in hayatı, gördüğü müthiş bir rüya ile tamamen değişiverdi…

Hâlid rüyasında, hiç tanımadığı birileri tarafından korkunç bir uçurumun kenarına getirilir. Aşağıda da dağlardan daha büyük, nerede ise her tarafı kuşatmış, müthiş bir şekilde yanan bir ateş görür. Alevler nerede ise onu da çekip içine alacak gibi! Korkuyla geriye doğru çekilerek, oradan kaçmaya çalışır. Fakat o anda babası belirir ve Hâlid’i tutup o korkunç ateşe atmak ister. Babasının ateşe doğru itmesiyle, nerede ise dağlardan büyük alevlerin içine düşecek gibi olur. Ne kadar çırpınsa da babasından kurtulamaz. Büyük bir korku ve dehşet içinde iken, alevlerin ortasına düşeceği sırada, biri tarafından tutulur. Tutulup geriye doğru çekilir. Kendisini kimin tuttuğunu ve o korkunç alevlerden kurtarmaya çalıştığını merak eden Hâlid, o hengâme esnasında dönüp bakar. Nur yüzlü, nur bakışlı, gül tebessümlü; baştan ayağa nurdan bir âbide ile karşılaşır. Babası itip alevlerin içine atmaya çalışırken, nur yüzlü zat da tutup geriye doğru çekerek kurtarmaya çalışır. Nur yüzlü, nur bakışlı, gül tebessümlü güzel zat galip gelir ve Hâlid’i kurtarır. Fakat babası, ateşe atmak için hâlâ diretmektedir… Feryat ederek uyandığında hanımı da korkuyla fırlar:

“–Ne oldu Hâlid?”

“–Çok, ama çok korkunç bir rüya gördüm Ümeyme. Korkunç bir uçurum, korkunç bir ateş ve beni o ateşe atmak isteyen babam!”

“–Sen ne diyorsun Hâlid?”

“–Tam atılacaktım ki, biri tutup kurtardı beni.”

“–Kurtaran kimdi peki, tanıyabildin mi?”

“–Nur yüzlü, nur bakışlı, gül tebessümlü; güzel mi güzel, tatlı mı tatlı; insana güven veren ulu bir zat!”

“–Korkunç rüyan güzel bitmiş baksana. Öyle bir güzelliği görmek için, böyle bir şey görmen gerekiyormuş demek.”

“–Vallâhi bu rüya hem korkunç hem güzeldir. Herhâlde hak ve gerçek bir rüya olsa gerek. Gidip bunun tabirini öğreneceğim.”

Bu rüyanın etkisini üzerinden atamayan Hâlid, sabahı zor etti. Güvenebildiği birine rüyasını anlatıp yorumlatmak için, acele ile evinden çıktı. Ara sokaktan geçip ana yola çıkınca Hazret-i Ebûbekir -radıyallâhu anh- ile karşılaştı. Onu çok iyi tanıyor, güveniyor ve çok da seviyordu. Selâmlaşıp bir kenara çekerek rüyasını anlattı. Hazret-i Ebûbekir’in güzel yüzü ışıl ışıl parıldadı:

“–Korkunç değil, uyarıcı bir rüya görmüşsün. Hakkında hayırlı olur inşallah. O gördüğün; «Nur yüzlü, nur bakışlı, gül tebessümlü; güzel mi güzel, tatlı mı tatlı; insana güven veren ulu zat» Allâh Teâlâ’nın en son Peygamber’i Hazret-i Muhammed Mustafâ -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’dir. Hemen git, O’na tâbî ol! Sen, O’na tâbî olacak, İslâm dinine girecek ve O’nunla birlikte bulunacaksın. O da seni, rüyada gördüğün üzere cehenneme girmekten kurtaracaktır. Haydi ey Hâlid, durma! Hemen O’na git; O’na! Rasûlullâh’a git!”

“–Hemen gidiyorum ey Ebû-bekir, hemen!”

Rüyasının etkisinin yanında, Hazret-i Ebûbekir’in söyledikleri ile hâlden hâle giren Hâlid bin Saîd, bir başka havayı teneffüs eder olmuştu. Gönül dünyasıyla beraber iç âleminde de bir başka başkalaşma başlamıştı. Vakit kaybetmek istemiyordu artık. Bir an önce saadetin kollarına atılacaktı. Hazret-i Ebûbekir’e, Rasûlullâh’ın nerede olduğunu sordu. Yerini öğrenir öğrenmez, hemen o yana yöneldi.

Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in bulunduğu yere varınca, bir an durup nefes tazeledi. Tarifi imkânsız bir atmosferin içine girmişti… Mübarek huzura varınca, nurdan bir âbide ile karşılaştı. O’na bakarken, o ilginç rüyayı yeniden görür gibi oldu. Gayr-i ihtiyârî mırıldandı;

“Nur yüzlü, nur bakışlı, gül tebessümlü; güzel mi güzel, tatlı mı tatlı; insana güven veren ulu bir zat!”

Peygamberler Sultanı kendisine doğru dönüp gülleri bile kıskandıracak bir güzellikte tebessüm edince, daha fazla dayanamadı:

“–Yâ Muhammed -sallâllâhu aleyhi ve sellem-! Sen insanları nelere davet ediyorsun?”

Hâlid’in yaşadıklarını biliyormuş gibi bakarak, daha içten tebessüm eden Peygamber Efendimiz, tane tane konuştu:

“–Ben, insanları, eşi ve benzeri olmayan bir tek Allâh’a îman etmeye; benim de O’nun kulu ve Rasûlü olduğuma inanmaya davet ediyorum!”

“–Ben, şahâdet ederim ki, Allah’tan başka ilâh yoktur! Ve yine şahâdet ederim ki, Sen de, O’nun Rasûlü’sün!”

Kelime-i şahâdet ile İslâm dairesine giren Hâlid bin Saîd, yeniden doğmuştu âdeta. İçini öyle bir huzur kaplamıştı ki, bu bir anlık değişikliğe kendisi bile şaşırıp kalmıştı. O sadece Hâlid değil, Hazret-i Hâlid -radıyallâhu anh- olmuştu artık.

Peygamber Efendimiz’in mübarek nurlu yüzü daha bir nurlanmış, gül tebessümü daha bir güzelleşmişti. İslâm ile kurtuluşa eren herkes O’nu çok memnun ediyordu. Bundan dolayı Hâlid’in Müslüman oluşuna da çok sevindi.

Hazret-i Hâlid bin Saîd -radıyallâhu anh-, bu eşsiz zâtın karşısında kendisini yenilerken:

“Seni rüyamda gördüm yâ Rasûlâllah!” demek için can atmasına rağmen, bir türlü söyleyemedi bunu. Fakat o derin ve anlamlı bakışlarından anladığı kadarıyla, rüyasından haberli gibiydi. Allâh’ın Rasûlü idi O. «Rabbim haberdar etmiştir.» diye düşündü.

“Nur yüzlü, nur bakışlı, gül tebessümlü; güzel mi güzel, tatlı mı tatlı; insana güven veren ulu bir zat!” olan Peygamberimiz’i rüyamızda görmek arzusuyla…

-Sallâllâhu aleyhi ve sellem-…