CENNETÜ’L-BAKÎ’DA BİR VUSLAT SABAHI

M. Ali EŞMELİ

TAZİYE

Ramazan-ı Şerif’in 26’sıydı. Cuma sabahıydı. Hazret-i Peygamber’in cennet bahçesinde sabah namazı için saf tuttuk. Aşk kafilelerinin sıra sıra dizilişi ile fecrin nurlu ufukları iç içe kaynaşmıştı. Ruhlar meleklerle sohbet hâlindeydi. Kimi gönüller de hakikî dost ile.

Duadan sonra «Cennetü’l-Bakî»a geçtik. Hava henüz karanlıktı. Fakat oradaki fecrin vuslat koridorlarında bir alışveriş başlamıştı. Farklı bir geliş-gidiş hâlindeydi mübarek kabristanlık. Biz toprağın üzerinde semâdan doğmaya başlayan güne adım atarken toprağın altına henüz yeni girenler de vuslat semâlarından doğan ebediyet gününe kanat çırpmaktaydı.

Dolayısıyla Hazret-i Peygamber’in hemen yakınındaki bu cennet mezarlığa, bir taraftan yeni mevtaları defnedecek olanların telâşları; diğer taraftan da yeni vuslat düğünlerinin sükûneti hâkimdi. İki âlemin tek bir noktada bu denli kesiştiğine ilk defa o iki kapılı mukaddes mekânda şahit oluyordum. İki farklı sabahın aynı anda yaşandığı cennet mekânda.

Gönlüm burada hissettiklerinin teksifi içerisindeyken eller üzerinde bir kayık gibi akan bir tabut, geceden hazırlanmış bir vuslat odasına indirildi. İçinde Dr. Dursun Ağabey vardı. Değişik his ve ilham yoğunluğu arasında dudaklarımız Kur’ân okudu. Sonra o içeride kaldı, biz dışarıda.

Rûhum, toprağın altında o sabahki kadar dolaşmış mıdır, bilemiyorum. Ama orada yatanlar, sanki toprağın üzerinde dolaşıyorlardı. Biz gölge olarak gezerken onlar hakikat olarak geziyorlardı âdeta.

Elimdeki kâğıda tek bir not düşebildim:

İşte vuslat!

İşte cennet düğünü!

Allah Dr. Dursun Ağabey’e rahmet eylesin! Bizleri de o mübarek mekânlarda yapılacak sessiz vuslat düğünleri ile Hazret-i Peygamber’e vâsıl ve iki cihanda da yüce şefaatini hepimiz için hâsıl eylesin!

Âmîn!..