YAHYA KEMAL’İN GAZELİNİ TERBΑ

MÜRİD (Mustafa TAHRALI)

Gülsitân-ı aşk nesîmi bûy-i cânandan geçer,
Mâh-ı gurbet pâ-be-pâ meh-rûy-i cânandan geçer,
Bir hıyâbandır ki hasret kûy-i cânandan geçer,
Her geçen cânâna peyvest olmadan candan geçer.

Tâ elestten yağdırır bârân-ı mestî ebr-i aşk,
Bitmeyen hengâmesin, tâ haşre dek ey devr-i aşk,
Cümle lezzetten lezîz iksîrsin ey zehr-i aşk,
Zevki derdinden alan her rûh dermandan geçer.

Aşk, râhın nâr imiş hiç sâlikin dönmez geri,
Câm-ı Cem’çün verdiler hep tövbesiz cân u seri,
Meyve-i memnû’dan tadmak günâhından beri,
Kârbân-ı aşk bitmez bir beyâbandan geçer.

Zehr olur hecrinde her bir cür’a kim nûş eylese,
Hem-nişîn eyler, kamîsin tutsa ber-dûş eylese,
Pîr olur Ya’kūb bir savt-ı ceres gûş eylese,
Mahfe-i Yûsuf sanır vâdî-i Ken’an’dan geçer.

Hem giriftâr-ı garâmız hem şikâr-ı gül-cemâl,
Söylemek olmaz Mürîd, efsûn imiş zevk-ı visâl,
Dinlemekçün mâcerâ-yı hecri nâyından Kemâl,
Mevkib-i yâran civâr-ı beytü’l-ahzandan geçer.

Bûy: Koku.
Nesîm: Sabâ rüzgârı.
Mâh: Ay.
Pâ-be-pâ: Adım adım.
Meh-rûy-i cânan: Sevgilinin ay yüzü, cemali.
Hıyâban: İki tarafı ağaçlı yol.
Kûy-i cânan: Sevgilinin memleketi.
Peyvest: Kavuşan.
Bârân-ı mestî: Sarhoşluk yağmuru.
Hengâme: Gürültü-patırtı, savaş.
Ebr-i aşk: Aşk bulutu.
Râh: Yol.
Nâr: Ateş.
Sâlik: Yola koyulan, müntesip.
Câm-ı Cem: İlâhî aşk şarabı.
Ser: Baş.
Meyve-i memnû’: Yasak meyve. Hazret-i Âdem ve Havvâ’nın cennetten çıkarılmasına sebep olan yasak ağaç.
Beyâban: Çöl.
Kârbân-ı aşk: Aşk kervanı.
Cür’a: Yudum.
Nûş eylemek: İçmek.
Hem-nişîn: Beraber oturup kalkan arkadaş.
Kamîs: Gömlek.
Ber-dûş eylemek: Omuzlamak.
Pîr olmak: Yaşlanmak.
Savt-ı ceres: Çıngırak sesi.
Mahfe-i Yûsuf: Hazret-i Yûsuf’un binmiş olduğu deve mahmili.
Giriftâr-ı garam: Aşka tutulmuş.
Şikâr-ı gül-cemal: Gül yüzlü, gül güzelliğindeki sevgilinin avı.
Efsûn: Büyü.
Zevk-ı visal: Kavuşma zevki.
Mâcerâ-yı hecr: Ayrılık macerası.
Nây: Ney.
Mevkib-i yâran: Heyet hâlinde yürüyen dostlar.
Beytü’l-ahzan: Hüzünler evi. Hazret-i Yakub’un hânesi.

Vezni: fâilâtün / fâilâtün / fâilâtün / fâilün