MEDÎNE’YE…

TÂLÎ (Mustafa Asım KÜÇÜKAŞCI)

Yesrib’di ismi, sıtması meşhurdu önceden,
Gönderdi Can Tabîbi’ni, Mevlâ, Medîne’ye…
Kardeş çekişmesindeki mağdurdu önceden,
Gönderdi Gül Habîbi’ni Mevlâ Medîne’ye…

Birden değişti tâlihi, nur yağdı her yere,
Artık bir ismi Taybe’dir, unvan münevvere…
Cân Ahmed’in mekânıdır, elbet, mutahhara…
Yağmakta nûr yağmuru hâlâ Medîne’ye…

Her zerresiyle aşk ile Kur’ân’ı dinledi,
Ev ev, sokak sokak yüce vahyin müşâhidi.
Sıddîk Ebûbekir, Ömer, Osman cem eyledi;
Ettirdi Hak, kitâbını imlâ Medîne’ye…

Taşlıklar ortasında mübârek, temiz ova,
Âhirzamanda dîn için, îmân için yuva…
Hendek gününde düşmanı, hattâ kovar hava,
Sokmaz Hüda, inançsızı aslā Medîne’ye…

Ensâr isimli ehli ki kalkandır Ahmed’e,
Hem tertemiz sıfatlı sedeftir Muhammed’e,
Yanmaz mı yandı hepsi, bu eşsiz mesâfede,
Pervâneler uçuştu, muallâ Medîne’ye…

Gözler ufukta baksana herkes ayaktadır,
Duymaz mısın Bilâl’i? Akisler kulaktadır,
Hakk’ın cemâli -durmadı hiç- yansımaktadır,
Peygamberî feyizle mücellâ Medîne’ye…

Gül’den uzakta her yeri gurbet görenleri,
Bâbüsselâm’da aşk u muhabbet derenleri,
Bağrında defnedilmeye müştâk erenleri,
Cezbeyliyor o Gül nefes illâ Medîne’ye…

Birkaç adımda Mekke’yi tâ Kuds’ü yokladı,
Ensârının güzîdesi Eyyûb’u yolladı,
Kostantiniyye şehrini aşkıyla bağladı,
Âlemler üstü fahra musallâ Medîne’ye…

Mey’ûsa, mübtelâya tebessümlü çehredir,
Tâlî, bu beldenin tozu bin derde çâredir,
Mecnûnun iştiyâkı ezelden bu şehredir,
Gökten sunuldu Hayme-i Leylâ, Medîne’ye…

Vezni: mef’ûlü / fâilâtü / mefâîlü / fâilün