Maksat İstifade İse; İKİ ÇİFT SÖZ YETER

Ahmet ZİYLAN

İnsanlar konuşa konuşa anlaşır demişler. Konuşmak ve dinlemek en mühim insanî ihtiyaçlarımızdan. İnsan; doğru bildiğini anlatacak, ihtiyacı olan insan da dinleyecek.

Eğitimin en mühim vasıtası bu. Dersler, vaazlar, hutbeler, konferanslar, seminerler bunun için.

Fakat insanın dinleme kapasitesi mahdut. Dinlediklerini anlama, hâfızasına nakşetme ve dinlediği sözden etkilenip onu hayatına geçirmede de kapasite sınırlı. Sözün tabiatı su gibi… Susayınca bir yudum, bilemediniz bir bardak kâfî. Fazlası yorar, bıktırır, bezdirir.

Behlül Dânâ’nın bu konuda güzel bir menkıbesi var.

Behlül Dânâ, malûm, Harun Reşid’in kardeşi… Meczup görüntüsüyle büyük hikmetler anlatan bir zat; aynı zamanda halkın çok sevdiği bir âlim.

Bir gün Bağdat’ta haber salınmış, ilân edilmiş:

Behlül Dânâ şehrin en büyük camisinde vaaz edecek.

Halk bu hikmetli vaizi, derin âlimi dinlemek için camiyi lebalep doldurmuş. Cami Bağdat halkının yoğun ilgisinden dolmuş taşmış. Vaaz olacak, Behlül Dânâ sohbet edecek diye beklemişler. Fakat namaz yaklaştığı hâlde ne gelen var ne giden… Namaz vakti iyice yaklaşmışken bir de bakmışlar Behlül Dânâ omzunda bir su terazisi, bir tarafında bir kova su, öbür tarafında bir kova su, camiye girmiş. Safları yara yara hayretli bakışlar arasında geçmiş mihrap tarafına, başlamış vaazına:

“–Şu kova, dünyadır ey cemaat, şu kova da âhiret!”

Bir tarafa biraz eğilmiş:

“–Şimdi ben dünyaya eğildim” demiş. Behlül o tarafa eğilince diğer tarafındaki kovadan su dökülmüş, bunun üzerine;

“–İşte âhiret nasibimizi zâyî ettik!” demiş.

Bu sefer öbür tarafa eğilmiş, diğer kovadan su dökülmüş;

“–Bu sefer de âhirete eğildim, dünyayı ziyan ettik!” dedikten sonra, kovaları dengeye getirmiş ve eklemiş:

«İşte hayat imtihanı bu! Dünya ile âhireti böylece dengede tutabilirsen mesele yok. İkisini de ziyan etmezsin. Ama bir tarafa eğilirsen diğerini yitirirsin!» demiş. Bütün vaaz bundan ibaret olmuş. Fakat herkes Behlül’ün vermek istediği mesajı anlamış. Kısa ve öz olduğu için, herkesin aklında da kalmış.

Uzatıldıkça sözün tesiri azalıyor. Fakat; «iki çift söz» derler ya öylesi insanın aklından hiç çıkmıyor. İşte Behlül Dânâ Hazretleri de, insanlara iki çift söz söylemiş, bakın tâ bize kadar gelmiş.

Şimdi, bir vaazdan çıkanlar:

“–Vaiz efendi çok güzel vaaz etti.” diyorlar.

“–Peki, ne söyledi?” diye sorulsa;

“–Çok güzel konuştu, öyle güzel vaaz etti ki bal aktı ağzından…” şeklindeki yorumlardan başka bir cevap gelmiyor. Çünkü hatıra gelmiyor. Söz söylemekte mühim olan; verilmek istenen mesajı, muhatabın zihnine unutulmayacak şekilde işlemek, nakşetmek.

Söz uzadıkça zihnin onu tutması zorlaşır, bırakır ucunu. Hiçbir şey kalmaz.

Behlül Dânâ’nın vaazı misali bir hâdise de bizim başımızdan geçti.

İstanbul’a yeni geldiğimde; kitapçı Sahaflar Şeyhi Muzaffer ÖZAK’ın, Beyazıt’ın kenarında bitpazarında bir camide yaptığı vaazlara ara sıra giderdim. Bilhassa kış günlerinde öyle zamanlar oldu ki camiden çıkıp Beyazıt Camii’ne geldiğimde ikindi ezanı okunmaya başlardı. Yani öyle uzun vaaz ederdi. Ama onu bilenler gelirdi. Hiç sıkılmaz, sonuna kadar dinlerdiniz. Çok tatlı vaaz ederdi. Allah rahmet eylesin.

Antep’ten Şahabeddin adlı bir ortağımız vardı. İstanbul’a gelince;

“İstanbul’a geldik, beni iyi bir vaize götür. Cuma namazımızı orada edâ edelim. Kulağımızın pası silinsin.” diye rica etti. Ben de onu aldım Muzaffer Hocanın vaaz ettiği camiye götürdüm. Fakat o gün Muzaffer Hoca yoktu. Bir hoca efendi hutbeye çıktı. Sonunda da:

“–Peygamberimizi seviyorsunuz değil mi? Seviyorsunuz tabiî… Allah’ı seviyorsunuz değil mi? Seviyorsunuz tabiî, sevmeseydiniz buraya gelmezdiniz. Seviyorsunuz ki Cuma günü namaza geldiniz. Peygamber de sevdiğini şefaatinden mahrum etmez. Kaygısız olun.” dedi. Hutbeyi bitirdi.

Çıktıktan sonra bizim ortak Şahabeddin dedi ki:

“–Sen bizi çok tatlı bir vaaza getirecektin. Buna mı getirdin?”

Ben cevaben dedim ki:

“Muzaffer hocanın uzun, tatlı vaazlarından dinleseydin belki çok haz alırdın ama aklında hiçbir şey kalmazdı. Fakat bu vaizi dinledin. Onun tek sözü olan; Peygamber Efendimiz’in kendisini seveni şefaatinden mahrum etmeyeceğini unutmazsın.” dedim. Birkaç cümleyle bitirdi çünkü.

Bu vaaz da Behlül Dânâ’nınki gibi kısa idi. Onu da ne kadar zaman geçti unutmuyoruz.

Sadece vaazda değil; eğitimde, iş dünyasında, baba-oğul, eş-dost arasındaki nasihat konuşmalarında da bu kurala dikkat etmek lâzım. Pek çok insan konuşmaya başlayınca nerede duracağını bilemiyor. Plânsız, daldan dala konuştukça konuşuyor. Söz uzadıkça tesiri ve akılda kalıcılığı kayboluyor. Az fakat öz kelâm ise bir ömür zihne yerleşiyor.

Sözüm tesirli olsun diyenler bunu akıldan çıkarmamalı…