RASÛLULLÂH’IN ASHABLA İLETİŞİMİ

Aynur TUTKUN

aytutkun@gmail.com

Mekke’nin fethini müteakip, müşrik kabilelerin İslâm’ı yok etmek için son kez silâha başvurdukları Huneyn Gazvesi Müslümanların zaferiyle neticelenmiş ve çok yüklü miktarda ganimet elde edilmişti. Ganimetler beşe bölündü. Bir hissesi «beytülmâl»e ayrıldı, kalanı mücahidlere paylaştırıldı. Bu beşte birlik hisse, Rasûlullâh’ın tasarrufundaydı. Rasûlullah, bu paydan Mekke’nin fethinden sonra Müslüman olan kalbi İslâm’a ısındırılmak istenen «müellefe-i kulûb»a kendi paylarından başka da vererek bol bol ihsanda bulundu.

Ensardan bazı gençler bu duruma çok içerledi.

“Cenâb-ı Hak, Rasûlü’ne hayır ihsan buyursun, artık kendi kavmine kavuştu. Henüz kılıçlarımızdan Kureyş kanı damlarken, bizi bırakıp bütün ganimeti onlara verdi. Savaş gibi zor işler olunca biz çağrılıyoruz, ganimete ise başkaları…” (Buhârî, 5/106) şeklinde sûizanda bulunmaya ve dedikodu yapmaya başladılar. Hâlbuki Rasûlullah «müellefe-i kulûb» için çok kıymetli olan dünya malı hususunda cömertçe bir davranışta bulunarak onları İslâm’a ısındırmayı arzulamıştı. Üstelik mücahidlerin hakkı kendilerine dağıtıldığından hiçbir haksızlık da söz konusu edilemezdi.

Ensardan Sa‘d bin Ubâde bu durumu Rasûlullâh’a iletti. Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- de hemen ensarın toplanmasını emretti. Herkes toplanmıştı. Allâh’ın elçisi; kelime-i şahâdet getirip Allâh’a hamd ettikten sonra hüzünlü hitabesine başladı:

“–Ey ensar cemaati! Siz yolunu şaşırmış müşriklerdiniz. Allah size, benimle doğru yolu göstermedi mi? Siz tefrikaya düşmüş, birbirinize düşman olmuştunuz. Allah, benim hicretimle sizi kaynaştırmadı mı? Siz fakir idiniz. Cenâb-ı Hak, benim aranıza gelmemle sizi refaha kavuşturmadı mı?”

Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- sordukça ensar:

“–Bütün minnet (borcumuz), Allah ve Rasûlü’ne, bütün minnet (borcumuz) Allah ve Rasûlü’ne!” diye cevap verdiler. (Buhârî, 5/104)

Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- devamla:

“–Ey ensar! Bu ne sözdür ki tarafınızdan söylenmiş, bana kadar ulaşmıştır?” buyurdu. Ensarın ileri gelenleri:

“–Ey Allâh’ın Rasûlü, bizim büyüklerimizden hiçbiri, sizi üzecek hiçbir söz söylememiştir. Yalnız bazı gençlerimiz, bu sözleri söylemişlerdir.” dediler.

Bunun üzerine Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:

“–Kureyş’ten bazı kimselere dünyalık verdim, bunlar küfür ve şirk zamanına yakın olduklarından kalplerini İslâm’a ısındırmak istedim. Ey ensar! Herkes aldığı mallarla, koyun ve develerle evlerine dönerken, siz de Peygamberiniz’le dönmeye râzı olmaz mısınız? Allâh’a yemin ederim ki, sizin Peygamber’le Medine’ye dönmeniz, onların ganimet mallarıyla evlerine gitmesinden çok daha hayırlıdır!” buyurdu.

Ensar yaşlı gözlerle:

“–Râzıyız yâ Rasûlâllah, biz yalnız Sen’inle dönmek isteriz!” diye heyecanla cevap verdi. (Buhârî, 5/104-105)

Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- ile ashâbı arasındaki bir mesele ne kadar da güzel hallolmuştu! Ashâbın gençleri Rasûlullâh’ın bu davranışını baştan anlayamamıştı ve kötü yorumlarda bulunmuştu. Çünkü onlar da insandılar, bazen nefsin fısıltılarına kulak verebiliyorlardı.

Fakat bu konu bir dedikodu olarak aralarında kalmadı. Aralarından basîret sahibi birisi bunu O’na ulaştırdı. Zira bir peygamberin yaptığı her işte bir hikmet vardı. Ve burası insan ilişkilerine çok güzel bir örnek teşkil ediyordu:

Karşımızdaki hakkında asla kötü düşünmemeliydik. Varsa bir kötü düşüncemiz, bunun yanlış olduğunu ispatlamak için mutlaka o kişiyle yüzleşmeliydik. Böyle davrandığımız takdirde karşımızdakinin davranışının ne kadar masumâne olduğunu görebilirdik. Yok, eğer nefsî davranıyor idiyse karşımızdaki, bu kez de ona; «yaptıklarının farkındayım» mesajını verebilirdik!

Gerçi karşımızdakinin hakkımızda kötü düşünmesine de fırsat vermemeliydik. Hani bir gece karanlıkta Rasûlullah hanımıyla yürüyüş yaparken, yanlarından hızla geçen sahâbîlere; yanındakinin hanımı Safiyye -radıyallâhu anhâ- olduğuna dair açıklama yapıyordu! “Ben bir peygamberim, hakkımda kötü düşünemezler.” demiyordu. Burada böyle bir davranışta bulunurken açıklama yapmamasının bir hikmeti ise mutlaka vardı.

Sonra Rasûlullah ne kadar da güzel karşıladı onları. Öfkelenmedi, bağırıp-çağırmadı; “Siz, ne cür’etle beni yargılarsınız?” demedi, alay da etmedi, sırtını da dönmedi, küsmedi de onlara…

“Hakkımda söylediklerinizi duydum.” dedi, onları niçin topladığını açıkladı. Bizim, çocuklarımıza, öğrencilerimize, emrimiz altındakilere yaptığımız gibi yapmadı yani.

Sorular sordu onlara kendisini anlatabilmek için, onlar da tasdik etti. Sorulara cevap vermek için düşünürken, gerçekleri daha iyi görme fırsatı buldular, O’nun ne demek istediğini ve dahî hatalarını anladılar.

Sonra iki taraf da kırılmadan, küsüşmeden birbirlerine daha bir kuvvetle sarılarak bu olayı sükûnetle bitirdiler. Rasûl-i Ekrem -sallâllâhu aleyhi ve sellem- ne kadar da güzel halletmişti meseleyi. Aleyhte görünen bir hâdiseyi lehlerine dönüştürmüştü.

“İnsan insana” güzel ilişkiler kurabilmek için O’nu örnek alabildikten sonra iletişim tekniklerini, NLP’yi bilmeye hiç de ihtiyaç yok!

Ne dersiniz ey Muhammed ümmeti?