FETHETMEK VE ZAPTETMEK*

Sadettin KAPLAN

sadettinkaplan@gmail.com

Yakar Ağustos güneşi…

Rengi, kuşluk vaktinde ana sütü gibi ağ’olur…

Mızrakların ucuna meneviştir, yalın kılıçlara zağ olur…

Bir kez tutuşmaya görsün süngümüzün ucunda; yakar karanlıkları, zulmete çerâğ olur…

***

Derin bir uykudadır Süphan Dağı…

Ilık bir meltem, ılgıt ılgıt dağıtır karanlığı. Apak duvağının üstüne Süphan’ın, günün ilk çıngısı düşer. Sonra…

Sonra, güneşin ilk dilimi aydınlanır Süphan’ın burcunda hilâl gibi…

Mahzundur çehresi Süphan’ın. Yüzünde özge bir ifade vardır; melâl gibi…

***

Güneşin ilk ışıkları inince Malazgirt Ovası’na; kurt yaylaya çekildi, kuş yuvasına…

Şahittir Süphan, şahittir cümle cihan…

İki orduya kaldı o koskoca meydan…

Bir yanda mağrur imparatoru vardı Bizans’ın, öbür yanda Alparslan!..

Malazgirt Ovası’nda, cümle «esbâb-ı cefâ»sıyla kapkaranlık bir cihandı Romen Diyojen; iki yürek gibi çarpıyordu Süphan’ın eteklerinde cümle cihan…

Kementler yağlıydı, kılıçlar zağlıydı, gönüller Fettah olan Allâh’a bağlıydı…

Terk etmesin diye «asâkir-i kefere» siperleri, ayaklarından birbirlerine «giriftar»dı…

Kırk batmanlık gülleler atan mancınıklar, seyyar kulelerde uluyup uğuldayan çanlar vardı…

Haçlı ordusunda, bir türlü dinmeyen galeyanlar vardı…

Donmuştu Süphan Dağı’nın burcunda Ağustos güneşi!

Alparslan ordusunda, kibre ve zulme düşman Allâh’a îman vardı…

Birleşmişti onca yürek bir gayede; tek yumruk olmuştu onca yiğit, Malazgirt Ovası’nda bir tek Alparslan vardı!..

Sarınmıştı kefenine Alparslan, altında ceylân gibi bir küheylân vardı…

Bir avucunda ölümü sıkıyordu serçe gibi, öbür avucunda cihan vardı…

Ansızın bir tekbîr sesi yükseldi Arş-ı Âlâ’ya; akıl almaz bir zelzele indi ovaya…

Sene 1071, aylardan Ağustos, günlerden Cuma.

Kükremiş dalgalar kalktı hücuma…

Burcunda Süphan’ın, Ağustos güneşi donmuş bir ateşti.

Tekbîr alan yiğitlerin tek biri tüm cihana eşti!..

Aydınlandı etrafı kaplayan zulmet, nur indi ovaya atların yelesinde. Ezan sesleri muştuladı Bilâl’i ve haç saygıyla selamladı hilâli…

***

Şahittir Süphan, şahittir cihan…

Dokuz asırdan beri Malazgirt Ovası’nda Alparslan vardır…

Dokuz asırdan beri Süphan Dağı’nın koyaklarında yankılanan ezan vardır…

Ve Alparslan yiğitlerinde bin kez şehid olmak için çağlayan heyecan vardır, güç vardır, îman vardır…

Bir kez doğdu ya Süphan’ın burcunda Ağustos güneşi; cihan batıncaya dek batmayacak… Adaletle aydınlanan, sevgi ile yıkanan Ağustos güneşi; gâh bir mızrağın ucunda, gâh bir süngünün ışıltısında, gâh bir minare aleminde, gâh bir âlimin kaleminde hep parladı ve hep parlayacak… Tarihin karanlık sayfalarında birer şimşek aydınlığıyla çakıp, sönmeyen bir meş’ale olarak elden ele ulaşıp, hep yanacaktır… Ve asırlarca sürecek bir koşuda; gâh Mohaç Ovası’nda, gâh Ponza Kalesi’nde, gâh Kıbrıs Adası’nda gökyüzüne asılı bir «Zafer Güneşi» olarak kalacaktır Ağustos güneşi…

Bir özge güneştir Ağustos güneşi. Var mıdır bilinmez başka göklerde eşi?.. Oysa bizim tarihimizin aydınlık gökyüzünde başka parlamaktadır bu güneş… Ağustos ayı, zafer ayımız olarak tarihteki şanlı yerini almıştır. Önemsiz saydıklarımız bir yana, Ağustos ayında kazandığımız zaferler bir tesbih gibi diziliverir hemencecik belleklere…

1 Ağustos 1571 : Kıbrıs’ın fethi.

5 Ağustos 1552 : Ponza Zaferi.

11 Ağustos 1473 : Otlukbeli Zaferi.

15 Ağustos 1551 : Trablusgarp’ın fethi.

16 Ağustos 1071 : Alparslan’ın Kars’ı fethi.

20 Ağustos 1453 : Barbaros’un Nis’i fethi.

22 Ağustos 1534 : Tunus’un fethi.

23 Ağustos 1514 : Çaldıran Zaferi.

24 Ağustos 1516 ; Mercidabık Zaferi.

26 Ağustos 1071 : Malazgirt Zaferi.

30 Ağustos 1922 : Büyük Zafer…

***

Yazımızın başlığını, özellikle «FETHETMEK VE ZAPTETMEK» olarak seçtik. İşgal ile fethin arasındaki farkı bilmek gerekir. Mensubu olmakla onur duyduğumuz asil milletimizin törelerinde ve yüce dinimizin emirlerinde zulüm ile işgal yoktur…

Zaptetmek; bir bakıma tutmak, tutsak etmek, bağlamak, her türlü güç kullanılarak karşıdakini kudretine râm etmek, zulmetmek demektir. Oysa;

Fethetmek; aydınlatmak, arındırmak, özellikle de açmak demektir…

Zaptetmek ve işgal etmek; zorla ve güç kullanarak, kırıp dökerek, zulmedip zayıf düşürerek ele geçirmektir. İşgalde merhamet, adalet ve insanlığa hizmet yoktur.

Başkenti, dört asır boyunca necip milletimizin dilinde takdir ve özlemle; “Ana gibi yâr, Bağdat gibi diyâr olmaz.” ifadesiyle ün kazanan Irak fethedilmişti. Dört asır boyunca adaletle, hizmetle, himmetle imar ve ihya edilen Irak; ne acıdır ki bugün zaptedilmiştir, işgal altındadır…

Zaptetmek; bağlamak, kapatmak, üzerine kapanmak demektir. Onda korku, vahşet, şiddet ve hiddet söz konusudur. Hâlbuki fethetmek ağartmaktır, aydınlatmaktır, açmaktır… Fatih Sultan Mehmed Han, İstanbul’u fethederken, yeni bir çağı açmıştır… Fetihte hizmet, himmet, merhamet ve adalet vardır…

Atalarımız, yalçın kayaların burcunda yükselen sarp kaleleri, aşılmaz dağları, yenilmez orduları elbette büyük bir askerî dehâ, tükenmez bir sabır, yıkılmaz bir azim ve sarsılmaz bir îmanla zaptetmişlerdir. Ancak, oralarda yaşayanların da gönüllerini fethetmişlerdir…

Askerin zaptettiği yere, bilge yöneticiler zulmü değil ilmi götürmüşlerdir. Karşılarındakilere hiddet değil, hizmet sunmuşlardır… Öyle olmasaydı, altı asır boyunca cami, havra ve kilise yan yana; yetmiş iki millet el ele, gönül gönüle yaşayabilirler miydi?..

***

Şahit ol ey tarih!..

Aman dileyene, hiçbir dönemde kalkmadı kılıcımız. Düşene, tekme vuranlardan değiliz. Ordular kurmuşuz, devletler kurmuşuz, bilirsin ey koca tarih!.. Ama hak etmediğimiz sofraya bağdaş kuranlardan değiliz…

Diktir duruşumuz zulmün ve haksızlığın karşısında. Lâkin, Hakk’ın karşısında boyun buranlardanız… Düşmana karşı en aşılmaz kaledir kara bağrımız, zulmün karşısına hisar gibi duranlardanız… Ölümü tuğ gibi takıp da sarıklarımıza, korkunun zincirini tekbîr ile kıranlardanız… Bin sabr ile helva eyledik ham koruğu. «Destûr!» deyuben; «Menzil-i Maksûd»a varanlardanız…

* Zamanın Zembereği, Sadettin KAPLAN, Mârifet Yayınları, İstanbul 1995.