ALLAH VE RASÛLÜ’NÜ RÂZI ETMEK

Âdem SARAÇ

ademsarac@yyu.edu.tr

“–Ehad, Ehad! Allah birdir, Allah birdir!”

Bu anlamlı ifadeler, sahâbe-i kiram -radıyallâhu anhum ecmaîn- hazretlerinin en kıdemlilerinden olan, Hazret-i Bilâl-i Habeşî -radıyallâhu anh- Efendimiz’in kimliği hâline geldi.

İslâm gülistanından şirk dikenliğine döndürmek için, akla hayale gelmedik işkencelerin her çeşidini yapan müşrikler, karşılarında destansı bir direniş sergileyen onurlu bir îman fedaîsini buldular.

En sonunda da bu mübarek sahâbînin çıplak vücuduna demirden zırh giydirip, götürerek kızgın kumlara yatırdılar. Üstte kavuran güneş, altta yakan çöl, üzerinde demir zırh ile işkencenin en dayanılmazını çeken Hazret-i Bilâl…

Günlerdir bu şekilde işkence edip, her gün yanına gelerek, putlara dönmesi için baskı yapıyorlardı. Bu yetmiyormuş gibi, her seferinde işkencenin dozunu da artırıyorlardı.

“–Pişman oldun mu ey Bilâl? Putlarımıza dönersen tatlı canını kurtarırsın. Ne diyorsun?”

“–Ehad, Ehad! Allah biridir, Allah birdir!”

“–Hâlâ mı, hâlâ mı sapıklığında ısrar ediyorsun? Yeter artık! Şimdi görürsün gününü sen. Getirin şu kaya parçasını. Getirip koyun bu pis kölenin göğsüne.”

Koca kaya parçasını yuvarlaya yuvarlayarak getirip, bu îman fedaîsinin üzerine koydular. Bir anda bütün vadi müthiş bir çığlıkla yankılandı:

“–Ehad, Ehad! Beni öldürürseniz öldürün. Ölüm korkusuyla Rahman olan Allâh’a eş ve ortak kabul etmeyeceğim. Ehad, Ehad!”

“–Ey Bilâl! Putlarımıza yeniden dönünceye kadar böyle kalacaksın; bu Baha Vadisi’nde!”

Nasipsizler kahkahalara boğulurken, Hazret-i Bilâl o destansı sabrıyla müthiş bir destan daha yazıyordu…

Tevhîd’in şeydâ bülbülü Haz-ret-i Bilâl’in işkence çektiği saatlerdeydi. Âlemlerin Sultanı ile Sıddîkların Sultanı baş başa vermiş, gelişmeleri değerlendiriyorlardı. Hazret-i Bilâl’in İslâm uğrunda çektiği cefa artık sona ermeliydi. Bu Hak âşığı hürriyetine kavuşmalıydı.

Hazret-i Ebûbekir -radıyallâhu anh- dedi ki:

“–Ey Allâh’ın Rasûlü! Bilâl, Allah ve Rasûlü aşkı ile yanıp tutuşmaktadır. Bedeninden yüzlerce kan ırmağı fışkırırken kızgın kumlarda kavrulup gitmektedir. Bunca işkenceye rağmen; «Ehad, Ehad!» diyerek, tevhîdi haykırmaktadır. İzninizle ben ona müşteri olup, zalim müşrikten satın almak istiyorum. Üstelik ne isterlerse istesinler verip alacağım.”

Ebedî hayat müjdecisi ve sonsuzluk Nebî’si şöyle cevap verdiler:

“–Ey Ebûbekir! Bu hususta ben de seninle ortağım. Onu satın al!”

Hazret-i Ebûbekir -radıyallâhu anh- mesajların en açık, en net ve en büyüğünü veriyor bize. Sadece: «Vah vah!» deyip yakınmıyor. «Neden kimse sahip çıkmıyor?» deyip başkalarını suçlamıyor. «Biz ne yapabiliriz ki?» diye, çevresiyle sadece konuşmuyor. Bizzat icraat yapıyor. Fedakârlıkların en büyüğünü yaparak, bize de; «Yapmanız gerekeni hemen yapın!» dercesine, fiilî ders veriyor…

Hiçbir insanın dayanamayacağı işkenceler altında kıvranan Hazret-i Bilâl -radıyallâhu anh- sadece; «Ehah Ehad!» diyordu. Üçüncü kelimesi yoktu artık. Daha doğrusu Allah ve Rasûlü’nden başka her şeyi silip atmıştı gönlünden ve gözünden. Allah ve Rasûlü vardı sadece. Var olma gayesi uğruna çoktan ölümü göze almıştı.

Hazret-i Ebûbekir işkence yerine vardığında, onu Hazret-i Bilâl’in zor duyulan; «Ehad Ehad!» direnişi ve zalim müşriklerin işkenceleri karşıladı. İnsanlıklarını bile yitirmiş bu insan müsveddelerine çıkıştı:

“–Bu garip insana niye bu kadar işkence ediyorsunuz? Bu ne haset, bu ne kin? Allah’tan korkmaz mısınız hiç?”

“–Sana ne oluyor? O benim kölemdir. İstediğimi yaparım.”

“–Masum ve mazlum bir adama işkence etmek reva mı?”

“–Unutma ki senin yüzünden azap çekiyor o. Onun ahlâkını bozan sensin!”

“–Hayır, onun ahlâkını bozmadım. Ebedî saadete kavuşabilmesi için doğru yolu gösterdim sadece. Hidayetine vesile oldum. Onu sizin zulmünüzden kurtarmadıkça bir yere gitmem.”

“–Ben de onun yakasını bırakacak değilim. Ya tekrar eski dinine dönecek, ya da böylece ölecek!”

“–O asla sizin bâtıl dininize dönmeyecek!”

“–Onu ya öldürürüm, ya da benim dinime döner!”

“–Ben onu artık senin zulmünden kurtaracağım! Sen o gülün kadrini bilmiyorsun. Satın almak istiyorum onu.”

Hazret-i Ebûbekir -radıyallâhu anh- o kâfirin hırsı taşıncaya, hırslı ve kinli kalbi râzı oluncaya kadar para verdiği gibi, bir de üste îman etmeyen bir kölesini vererek Hazret-i Bilâl’i satın aldı. Üzerine konan koca kaya parçasını itip düşürdü yere. Bağlı olduğu yerden çözüp zoraki kaldırarak bağrına bastı… Sonra da bin bir güçlükle Peygamber Efendimiz’in yanına götürdü.

Hazret-i Bilâl -radıyallâhu anh-, Peygamberler Sultanı’nın mübarek gül yüzünü görünce, kendinden geçti. Allâh’ın Sevgilisi onu kucakladı. O artık gökler dolusu saadete kavuşmuştu.

Kâinatın Efendisi, Hazret-i Ebûbekir’e döndü:

“–Ey Ebûbekir! Sana demedik mi ki bu ihsana beni de ortak et!” buyurunca, Hazret-i Ebûbekir gözyaşlarıyla cevap verdi:

“–Ey Allâh’ın Rasûlü! Biz ikimiz de Sen’in yoluna kurbanız. Ben onu Sen’in rızan için âzâd ettim. Yeter ki Sen bana: «Râzı oldum!» de… Allah ve Rasûlü’nün râzı olması her şeyin üstündedir.”

Peygamber Efendimiz -sallâllâ-hu aleyhi ve sellem- cennet sabahları gibi gülümsedi…

Allah ve Rasûlü’nü râzı etmek, dünya ve âhiret saadeti kazanmak demekti. Müslüman olarak her birimizin en büyük hedefi bu olmalı.

Peygamber Efendimiz böyle buyuruyor çünkü…

-Sallâllâhu aleyhi ve sellem…-