Osmanlı Kadın Şairleri Anlamak İçin MERDANE GAYRET LÂZIM!

Âsım UÇAROK

Tanınmış bir hanım yazarımız, Amasyalı şaireler; Zeyneb, Mihrî ve Hubbî Hatunlar üzerine bir yazı kaleme almış.1 Yazıya Osmanlı’da yaygın eğitimin günümüz kadar gelişmiş olmadığı, sanatın bizâtihî elit olduğu, Zeyneb Hanım’ın o zamanki edebiyat algısına hâkim eril eğilimlerin bir basıncı (?) altında kabul görmek için erkekler gibi yazdığı gibi “tespit”lerle başlayan yazar, ardından tanıttığı şairelerin eserlerinden ve onları nasıl anladığından birkaç misal vermiş.

İyi ki de vermiş.

Böylece kanaatlerinin yanlışlığının, bilgilerinin temelsizliğinden kaynaklandığını anlamamıza ve rahatlamamıza yardımcı olmuş.

İşte Zeyneb Hanım’dan verilen misalden bir-iki beyit:

Keşfet nikābını yeri göğü münevver et
Bu âlem-i anâsırı firdevs-i enver et

Yazarımız bu beyte şöyle bir açıklama getirmiş:

“Aç yüzünün örtüsünü yeri göğü aydınlat. Âlemin unsurlarını nurlu cennet kıl.”

Âlem-i anâsır, unsurlar âlemi demektir. Âlemin unsurları değil. Malûm Farsça izafet Türkçeden biraz farklı. Burada kadîm âlem anlayışına telmih var. Dünyanın toprak, ateş, hava ve su unsurlarından meydana geldiği anlayışına.

Bir başka beyit:

Hattun berât yazdı sabâya dedi ki tez
Var mülket-i Hıtây ile Çîn’i musahhar et!

Anlamak için dîvan edebiyatının istiâre ve telmih dünyasını bilmeyi gerektiren bu beyti yazarımız şöyle okumuş (veya bulduğu yerden almış):

Hattın berat yazdı sabbabe dedi ki tez
Var mülket-i Hata’yla Çin’i musahhar et.

Ve okuyucusuna da şöyle açıklamış:

“Yüzündeki tüyler, sabah yeline ferman yazdırdı ve dedi ki: Çabuk git Hatay ile Çin ülkelerini zaptet.”

Açıklamada sabah yeli ifadesi geçtiği hâlde metinde sabbabe ucûbesinin yer alması, şiirin metninin başka yerden, açıklamasının başka yerden alındığının ispatı. Hatay ile Hıtay arasındaki fark ise binlerce kilometre!

Aynı gazelin makta‘ beytini de buluyoruz:

Zeyneb, ko meyl-i ziynet-i dünyâya zen gibi,
Merdâne vâr sâde-dil ol, terk-i zîver et.

Günümüzün gelişmiş yaygın eğitim imkânlarıyla kendini geliştirmiş yazarımız bu beyti yazarken dil kelimesini atlamış. Buna rağmen açıklamada yine naklettiği “forum” kaynağının hatalarını yansıtarak bu kez dili, lisan mânâsında zannetmiş:

“Sade ol, dilini sadeleştir.”

Hâlbuki yazarımız Zeyneb Hatun’un merdane tarzı hakkında hükümler veriyordu. Burada şairemizin merdanelikten neyi kastettiğinin anlaşılmadığı ise ortada. Zeyneb Hatun, erkek hâkimiyetindeki edebiyat dünyasına yaranmak için değil; insan var olduğundan beri var olan kadının süs merakına bir kadın olarak tenkit getirmek için, kendine kadınlar gibi dünya ziynetine meyli bırakmayı ve erkekler gibi süsü terk edip, temiz, saf bir gönle sahip olmayı telkin ediyor. Süslü, makyajlı, imaj hastası erkeklere çeşitli sıfatların geliştirildiği dünyamıza oldukça uzak değil mi?

Nasıl olmalıydı? Osmanlı şaireleri; «Bir elimde cımbız, bir elimde ayna; umurumda mı ki bu dünya!» şarkıları mı yazmalıydılar? Acaba aynı yazarımız, devrimci işçi marşları döşenen sosyalist kadın şairlerin erkekleşmeleri için aynı bakış açısıyla yorumlar kaleme alabilir mi? Yoksa o kadınları, sosyal meselelere duyarlılık kazanan kadınlar diye över mi?

Bir misal de Mihrî’nin gazelinden. Yazıda yanlış olarak şöyle yazılmış:

Taliim şa’d oldu yâhut kadre erdim galiba
Kim mahallem içre gördüm gice doğmuş Müşteri.

Açıklaması ise şöyle:

“Talihim şâd oldu ya da kadre erdim galiba. Ki mahallemde geceleyin Müşteri yıldızının doğduğunu gördüm.”

Tâliin şâd değil sa‘d olması gerektiğini, kadre ermekte hem nûra ermek hem de kıymete ermek mânâlarıyla tevriye yapıldığını, beyitte geçen kelimenin mahalle değil, mahal olduğunu ve bunun da tevriyeli bir söyleyiş olduğunu söylersek Mihrî Hanım’a ve onu yetiştiren «elit» çevreye vefa göstermiş oluruz. Tabiî Müşterî’nin, bugünün Jüpiter’i olduğunu, beyitte bilhassa onun zikredilmesinin, bu yıldızın ilm-i ahkâm-i nücum’da sa‘d-ı ekber/büyük şanslılık mânâsından kaynaklandığını da kaydetmek gerek.

Yazarımız burada okuyamadığı mahal kelimesini bir başka yerde «edebiyat mahalleri» şeklinde bir terkip içinde kullanmış. O da herhâlde «edebiyat mahfilleri» olacaktır.

Hubbî Hatun’dan da bir beyit:

Kuhl-i candur Hubbiyâ hâk-i rehi gāzîlerün
Buldılar Hak’dan atâ bî-hadd u pâyan gāziler.

Yazarımızın açıklaması:

“Hubbî’nin hayat esansıdır gazilerin ayak tozları. Eriştiler Hak’tan ihsan edilen hadsiz Tanrı vergilerinin en son hududuna, gaziler.”

Hayır, ayak ile esansı bir araya getirip zevkimizi bulandıran, şaire Hubbî Hatun değil. O, gāzîlerin yollarının tozunu, can gözüne sürme etmiştir. İkinci mısrada da gāzîlerin Hak’tan sonsuz ve sınırsız ihsan bulduklarını söylüyor sadece.

Netice;

İnternete mîrî mal gibi yayılmış Nazan BEKİROĞLU’nun makalesinden, birkaç forum ve gazete naklinden kaynak belirtmeden aktarılan fikirler, yazarın kendi okumalarının neticesi bir fikirmiş gibi sunulmuş.

Aslî kaynaklardan yararlanılmış gibi göstermek için konulan eser adları ise, yazarın sirkatini haykırmış: Âşık Çelebi’nin; Meşâiru’ş-Şuarâ’sı, Meşâhir-uş Şuarâ; Mehmed Zihni Efendinin; Meşâhiru’n-Nisâ’sı Meşâhurinnisa olmuş.2

Aslında klâsik şiirimizin günümüze naklinde ve anlaşılmasında akademik (!) çalışmalarda bile pek çok hataya rastlıyoruz. Fakat onlara hazin bir gülümsemeyle gülüp geçerken bu yazıyı tenkit etmeye girişmemizin sebebi; bu yazarın, dindar muhitten olmasına rağmen kendi medeniyetinin şiirine müsteşrik bir batılının yaklaşımıyla, yetersiz ve hatalı bilgiyle; ama bol bol peşin fikirle ve en kötüsü üstünkörü yaklaşmasını yadırgamamızdır.

Başörtüsü mücadelesinin de sembol isimlerinden olan yazarımızın aynı yaklaşımlarla meselâ bir Can DÜNDAR’ın; geleneğimizde fazla kadın şair yetişmediği, kadının yüreğini açmasına izin verilmediği iddiasını; götürüp kadının başını açmasına da izin verilmediğine bağlayan yorumunu3 da okumalı ve mâzîyi karalayan, feminist bir dünya görüşüyle aynı çizgiye düşmemeli değil miydi?

Bunun için gayret gerekiyor.

Cinsiyet mânâsıyla değil, şairelerimizin anladığı mânâsıyla merdane bir gayret.

Bunu da medeniyetimiz hak ediyor.

1 Mostar dergisinin Haziran 2008 sayısının 60-62. sayfaları arasındaki yazının «yazıcısının» adını zikretmeyelim.
2 «Bir dergide hele bir medeniyet-kültür dergisinde editör ne iş yapar?» sorusunu da buraya iliştirelim.
3 http://www.candundar.com.tr/index.php?Did=2585