Türkçemiz Sesleniyor: CANKURTARAN YOK MU?

İsmet HİSARİZADE

Dil, bir milletin kendini ifade etme aracıdır. Onun için milletler, dillerini oluştururken kültürleriyle, gelenekleriyle, inançlarıyla âhengi korumaya büyük özen göstermişlerdir. Bir insanın kendisini nasıl ifade ettiği çok önemlidir. Kendinizi ifade ederken kullandığınız kelimeler, sizin kişiliğinizin bir yansıması olarak kabul edilebilir. Hazret-i Ali’nin şu sözü zannederim konuyu çok iyi açıklamaktadır:

«İnsan, dilinin altında saklıdır.» Sizce de öyle değil mi? Dilinizin altında sakladığınız «sizi» karşınızdaki insanlara en iyi şekilde anlatmalısınız. Yoksa sürekli; «Yanlış anlaşıldım» türü yakınmalar dilinizden hiç düşmeyecektir.

Güzel Türkçemiz; İstanbul’un efendiliğini, Doğu Anadolu’nun dobralığını, Karadeniz’in sinirliliğini, Ege’nin efeliğini, Akdeniz’in sakinliğini ve Orta Anadolu’nun mertliğini köklü tarihimizden süzülerek gelen en nadide kelimelerle bizlere sunmaktadır. Ancak bizler bugün her nedense bu köklü kelimeleri bırakıp, Avrupa’dan dilimize girmeye çalışan garip kelimeleri kullanma gayretindeyiz. Teknolojik yeniliklerle beraber dilimize giren televizyon, telefon gibi artık biraz da Türkçeleşmiş kelimelerin kullanılmasına bir diyeceğimiz yoktur. Ancak dilimizde çok güzel karşılıkları olduğu hâlde sadece ve sadece «özenti» sebebiyle kullandığımız yabancı kökenli kelimeler, dilimizde yozlaşmaya yol açmaktadır.

Örnek verecek olursak, sevinirken neden; «Yaşasın!» demiyoruz da; «Oley!» diyoruz? «Tamam mı?» kelimesinin neyini beğenmiyoruz da; «Okey mi?» diyoruz. Çarşı-pazardaki işyerlerimizin isimleri insana; «Burası Türkiye mi?» sorusunu sorduracak türden. Hospital, carpetland, cafe ilh…

Bu kötü örnekleri daha da çoğaltabiliriz. Gençlerimiz ve çocuklarımız hiçbir dil hassasiyeti taşımayan, tek amaçları daha fazla seyredilmek olan televizyon dizilerinin esareti altında inim inim inlemektedir. Sonra da ne konuştuğu belli olmayan, karşısındaki insanla anlaşamayan, derdini anlatamayan zavallı nesiller ortaya çıkıyor.

Kendini anlatamayan insanlar ne yapar? Bu sorunun cevabını doktorlarımız çok açık bir şekilde veriyor: Şiddete başvurur. O hâlde, okullarımızdaki şiddetin en önemli sebeplerinden biri de; «Bozuk Türkçe kullanımıdır.» diyebiliriz. Ama bugün okullarımızdaki şiddeti önlemeye çalışan uzmanlarımız hiç bu konu üzerinde durmamaktadırlar. Meselenin çözümü yanlış yerlerde aranmaktadır. Hâl böyle olunca problem çözülmemekte, aksine kartopu gibi daha da büyümektedir.

Hâdisenin bir de ders başarısı yönü bulunmaktadır. Türkçeyi iyi kullanamayan öğrencilerimizin diğer derslerde de başarılı olmaları mümkün değildir. Matematikte, fen ve teknolojide, sosyal bilgilerde ve diğer tüm derslerde başarılı olmanın ön şartı Türkçenin iyi kullanılmasıdır. O hâlde, bu iki büyük problemi çözebilmenin en önemli şartı, güzel Türkçemizi iyi öğrenmek ve iyi kullanmaktır. Peki, bunu nasıl yapacağız? Okullardaki Türkçe dersine önem vermenin yanı sıra Türkçemizi iyi kullanan yazarların kitaplarını okumak bize çok yardımcı olacaktır.

Haydi gelin, bundan böyle güzel Türkçemizden kaybedilmeye çalışılmış kelimelerimizden birine hayat verelim. İlk olarak «cankurtaran» kelimesini kurtaralım. «Cankurtaran» gibi mükemmel kurgulanmış, mis gibi Türkçe kokan bir kelimemiz var. Ama nedense «ambulans» gibi söylenmesi çok zor bir yabancı kelime, hastalarımızın canını kurtaran araçların üzerine yazılıyor. Bunu anlamakta çok, ama çok zorlanıyorum. Bunun için ne mi yapabiliriz? Önce kendi aramızda «cankurtaran» kelimesini kullanırız. Sonra da Sağlık Bakanlığına, televizyon ve gazetelere elektronik postalar göndererek, telefon ederek «cankurtaran» kelimesinin kullanılmasını sağlayabiliriz.

Sakın; «Bir kişiden ne olur?» demeyin. Bizim tepkimiz durgun suya atılan taşın dalgalar oluşturması gibi dalga dalga büyüyecektir. Acele edin daha kurtarılacak çok kelimemiz var.

Türkçemiz size sesleniyor, duyuyor musunuz?

«Cankurtaran yok mu?»