Cennet Müjdesi 6 RASÛLULLÂH’IN KÂTİBİ

Ali HÜSREVOĞLU

Sabit bin Kays -radıyallâhu anh-, kürsülerde bir hatip ve at sırtında bir savaşçı olarak ne kadar kabiliyetliyse, bir kâtip olarak da o kadar başarılı idi. Mekke fethinden sonra, Abdullah bin Ales es-Sümâlî ve Mesleme bin Hârân el-Haddânî, kabilelerinden birer heyetle Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e gelmişlerdi. Müslüman olup kabileleri namına bey‘at ettikleri zaman, Hazret-i Peygamber, verecekleri zekâtı belirleyen bir belge yazdırdı. İşte bu vesikayı yazan Sâbit bin Kays bin Şemmas idi.

Eslem kabilesi heyeti, başlarında Umeyr bin Efsâ ile gelip Allah Rasûlü’ne dediler ki: “Biz Allâh’a inanıp Sen’in yoluna tâbî olduk. Bize yanında bir imtiyaz ver ve Araplar bu üstünlüğü kabul etsinler. Biz ensârın kardeşleriyiz. Sana vefa göstermek, dar ve geniş zamanda Sana yardım etmek bizim üzerimize vazifedir.”

Rasûlullah buyurdu ki:

“Allah Eslem’e selâmet versin. Ğıfâr’a ise mağfiret etsin.”

Sonra Rasûl-i Ekrem -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, Eslem ve vadinin sahilinde ve düzlüklerde yaşayıp da Müslüman olan diğer Arap kabileleri için bir vesika yazdırdı. Bu vesikada küçükbaş hayvanların zekâtının nasıl verileceği yazılı idi. Bu vesikayı kaleme alan yine Sâbit bin Kays idi.

DAİMA RASÛLULLÂH’IN HİZMETİNDE

Sâbit bin Kays, Fahr-i Kâinat Efendimiz’e her zaman ve her vesilede yakın bulunurdu. Kılıç, lisan ve kalemle görülecek bir iş için daima Allah Rasûlü’nden bir işaret beklerdi. Rasûlullâh’ın onun hakkında söylediği: “Sâbit bin Kays ne iyi kimsedir!” sözüne lâyık olmaya çalışırdı. Hazret-i Sâbit, Yemâme Savaşı’nda sahâbe arkadaşlarının en seçkinleri arasında şehid olarak Allâh’a kavuşuncaya kadar Allah yolunda her şeyini sarf etmekten geri durmadı.

SÂBİT BİN KAYS VE KUR’ÂN

Kur’ân’ın ifade gücü, Sâbit’in kalbini fethetmiş, o ilâhî kelâm, onun kulaklarını neredeyse kendinden başka her şeye kapatmış, hayata kazandırdığı güzellikler ve ilkeler onu mutluluğun zirvesine taşımıştı. Sâbit -radıyallâhu anh-, Allâh’ı râzı kılacak her şeyi yapardı. Allâh’ın gazabını çekecek her şeyden de uzak dururdu. Hazret-i Peygamber onu bu sebeple kâtiplerinden biri olarak seçmişti.

Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in meclisinde bulunmaya fevkalâde özen gösterir, O’nun sünnetini can kulağıyla dinlemeye ve dinini derinlemesine anlamaya çaba sarf eder, Allah Rasûlü’nün sohbetinin olduğu bir vakitte başka hiçbir işle uğraşmazdı. Onun, bu konudaki hassasiyeti sahâbî arkadaşları tarafından da bilinirdi. Bu sebeple geç kalsa bile ona Efendimiz’in en yakınından yer verirlerdi. Fakat bu, Hazret-i Sâbit’in başına bir hâdise getirdi. İmam Kurtubî anlatıyor:

“Abdullah bin Abbas’tan rivayet edildiğine göre Sâbit bin Kays’ın kulağında biraz ağırlık vardı -radıyallâhu anhüm ecmaîn-. Eğer Sâbit gecikecek olursa, cemaat hemen Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in yanı başında ona yer açarlardı ki, söylenenleri iyice duyup anlayabilsin.

Bir gün sabah namazının birinci rek’atı kılındıktan sonra geldi. Rasûlullah namazı bitirince herkes yerini alıp yerleşti. O kadar sıkışık oturdular ki, eğer bir kişi daha gelecek olsa ayakta dinlemeye mecbur kalacaktı. Sâbit, Peygamber Efendimiz ile kılamadığı bir rek’atı kılıp da gelince ileri geçmek için omuzlardan atlarken:

“Yer açın, yer açın!” diyordu. Herkes yol açıp Sâbit’in yaklaşmasına yardımcı oldu. Hazret-i Peygamber’e yaklaşıp da arada bir kişi kalınca Sâbit ona da:

“–Yer aç!” dediyse de adam:

“–Orada yer buldun, otur!” dedi. Sâbit öfkelenmiş olarak onun arkasına oturdu ve sordu:

“–Bu kim?”

“Filânca” dediler. Bunun üzerine; “Filân kadının oğlu ha!” diyerek o kişinin annesini, cahiliye dönemindeki bir kusurundan dolayı kınadı. Adam da mahcup duruma düştü. Bunun üzerine:

“Ey îman edenler! Hiçbir topluluk bir diğeriyle alay etmesin/horlamasın. Belki alay edilenler edenlerden daha iyidirler. Kadınlardan da hiçbir kimse diğer kadınları hor görmesin. Hor görülenler hor görenlerden daha iyi olabilirler. Kendinizi alay konusu olma durumuna düşürmeyin ve birbirinize onur kırıcı lâkap takmayın. Bir kimsenin îmanla tanındıktan sonra adının fâsığa çıkması ne kötü şeydir! Kim hatasından tevbe etmezse işte onlar zalimlerin ta kendileridir.” (Hucurat, 11) âyeti nâzil oldu. Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- de, ashâbı içindeki bu davranıştan memnun olmadı ve:

“–Filân kadını diline dolayan kimdir?” diye sordu. Sâbit, başı önünde:

“–Benim ey Allâh’ın Rasûlü!” diye cevap verdi. Peygamberimiz:

“–Burada bulunanların yüzlerine bir bak!” buyurdu, Sâbit bakınca:

“–Ne gördün?” diye sordu, Sâbit de:

“–Beyazı da var, siyahı da var, kırmızısı da…” deyince Hakk’ın Elçisi:

“–Sen bunlardan ancak takvâ sayesinde üstün olabilirsin.” buyurdu. Bundan sonra Allâh’ın şu yüce âyeti geldi:

“Ey insanlar! Şüpheniz olmasın ki biz sizi bir erkekle bir kadından yarattık ve birbirinizi daha iyi tanıyasınız diye toplumlara ve kabilelere böldük. Allâh’a göre sizin en şerefliniz muhakkak en müttakî olanınızdır. Allah hepinizi bilir ve nasıl deneyecekse öyle dener.” (Hucurat, 13) Sâbit bin Kays, bu âyeti işitir işitmez hemen gidip incittiği kardeşinden özür diledi.

Ashâb-ı kiram cehaletin hüküm sürdüğü bir devirden Kur’ân ve sünnetin rehberliğinde, Hazret-i Muhammed Mustafâ -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in terbiyesinde asr-ı saadete çıkıyorlardı. Sâbit -radıyallâhu anh-’ın yaşadığı hâdise gibi vak’alar hayatı düzenleyen, ahlâkı tamamlayan âyetlerin sebebi oluyordu.

Sâbit bin Kays’ın Kur’ân-ı Kerim ile başka bir hâtırası da fıkhî bir meselenin temeli oldu:

Sâbit’in hanımı onun bazı hâllerini sevmiyordu. Hazret-i Peygamber’e gidip ondan şikâyette bulundu. Sâbit’in, bazı davranışlarını gözden geçirmesini istiyordu. Çünkü bu şartlarda aile hayatının sürdürülmesini imkânsız görüyordu. Mesele hakkında Abdullah bin Abbas -radıyallâhu anhümâ- şu bilgiyi veriyor: Sâbit’in hanımı Rasûlullâh’a gelip:

“–Yâ Rasûlâllah! Sâbit’in ne bir huyundan şikâyetçiyim, ne de dininden. Fakat tahammülüm bitti, onu çekemiyorum.” dedi.

Hazret-i Peygamber, kararında ısrarcı olacağı anlaşılan kadına:

“–(Sâbit’in sana mehir olarak verdiği) bahçesini ona geri verir misin?” diye sordu, O da:

“–Veririm.” dedi. Peygamber Efendimiz, Sâbit’e karısından sadece bahçesini alıp daha fazla bir şey istememesini emretti. Bunun üzerine Allah Teâlâ:

“Boşama sırasında eşinize daha önce vermiş olduğunuz mehirden herhangi bir miktar geri almanız size asla helâl olmaz; Fakat Allâh’ın koyduğu hudutlarda durmayacaklarından endişe etmeleri hâli bunun dışındadır. Şayet siz de onlar gibi, onların Allâh’ın koyduğu hudutlarda duramayacaklarından (evlilik hukukuna riayet edemeyeceklerinden) endişe ederseniz, bu durumda kadının, ayrılmak için meşrû çerçevede hakkından bir şey vermesinde, her ikisi için de bir vebal yoktur.” (Bakara, 229) âyetini indirdi. Sâbit, Allâh’ın ve Rasûlü’nün emrini derhâl yerine getirdi ve eşi kendisinden ayrıldı.

Sabit bin Kays’ın Kur’ân ile daha başka hâtıraları da vardır. Sâbit’in, îmânı kökleşmiş, takvâ ehli, Allah’tan çok korkan ve O’ndan çok hayâ eden, Kur’ân âyetlerinden çok etkilenen, daima Hakk’a yönelen ve O’nu hiç unutmayan, huşû dolu bir kalbe ve hassas davranışlara sahip bir mü’min hâline gelmesi, onun hayatının merkezine Kur’ân’ı yerleştirmiş olmasından kaynaklanıyordu.