KEMALPAŞAZADE -I

Prof. Dr. Nihat ÖZTOPRAK

noztoprak@marmara.edu.tr

16. yüzyılın ilk dönem ünlü şair, âlim ve devlet adamlarından Kemalpaşazade (öl. 940/1534) henüz sipahi olduğu bir sırada Sultan Bâyezid (1481-1512) ile birlikte bir sefere katıldı. Sefer esnasında dönemin mevkî sahibi kişilerinden olan Halid Paşanın oğlu İbrahim Paşa meclisindeydi. Mecliste büyük komutanlardan Evrenos oğullarından Ahmed Paşa da bulunuyordu. Tam o sırada eski elbiseli, pejmürde hâlde biri çıkageldi ve komutanları aşarak başköşeye oturdu. Kemalpaşazade şaşkınlık içinde olanları anlamaya çalışıyordu. Nice büyük komutanları aşıp başköşeye oturan bu şahıs kimdi ve niçin kimse ona mânî olmamıştı. Merakını yenemedi ve yanındakine eğilerek,

“–Böyle bir komutanın önüne geçip oturan da kim?” diye sordu. Cevap olarak kendisine;

“–Filibe Medresesi müderrisi Molla Lütfi’dir.” dediler. Kemalpaşazade’nin merakı gitmedi. Bu adamı başköşeye oturtan, nice büyük komutanların saygısına yol açan sebep neydi? Ona göre, çeşitli başarılar elde etmiş yüksek rütbeli bir komutandan daha fazla saygıya lâyık biri olamazdı. Acaba bu saygı, maaşı yüksek olduğu için miydi? Maaşını sordu;

“–Otuz dirhem.” dediler.

“–Nasıl olur da mansıbı bu kadar düşük olan bu kişi o komutanların önüne geçip oturabilir? diye sormaktan kendini alamadı. Yanındakiler;

“–O âlimdir. Ulemâ, ilmi için saygı görür. Aksine komutanlar da râzı olmazdı.” dediler.

Bu olanlardan sonra Kemalpaşazade kendi kendine; «Askerlik güzel ve seviyeli bir meslek, ama ben askerlikte bu komutanın seviyesine erişemeyeceğim. Fakat ilimle meşgul olursam şu âlimin derecesine erişebilirim, demek ki gerçek pâye ilimde imiş.» dedi ve o günden sonra ilim yoluna koyuldu.1 Çünkü askerlikte yükseltmeler başkalarının elinde olduğu hâlde ilimde rütbe şahsın kendisindedir. İnsan kendi gayretleriyle ilimde yüksek rütbelere ulaşabilir.

Nitekim Kemalpaşazade bu hâdiseden sonra askerlikten ayrılıp kendisini ilme verdi. İlk hocalarından biri yukarıdaki kıssada adı geçen ve Kemalpaşazade’nin ilim yoluna intisabına vesile olan Molla Lütfi oldu.

Kemalpaşazade, genç yaşta Kur’ân ve lügat ezberledi; sarf, nahiv, mantık gibi temel bilgileri edinip Arapça ve Farsça öğrendi; tefsir ve hadis dersleri aldı. Dönemin tanınmış hocalarından dersler aldı. Farklı alanlarda üstat olan hocaların derslerini takip ederek çağının her türlü bilgisini öğrenmek istiyordu. Öyle de oldu. Zamanında müfti’l-enâm, İbn-i Sînâ-yı Rum, müfti’s-sakaleyn (ins ü cinnin müftüsü) olarak tanındı. Tefsir, fıkıh, hadis, tarih, lügat gibi birçok konuda Türkçe, Arapça ve Farsça olmak üzere 200’ün üzerinde eser verdi. Mülâzım, müderris, kadı ve kazaskerlik görevlerinden sonra Zenbilli Ali Efendinin vefatı üzerine 932/1525-1526’da Şeyhülislâm oldu.

Eserlerinden Tevârîh-i Âl-i Osman’ı, Yusuf ve Zeliha’sı, Dekā-yıku’l-Hakāyık’ı, Gülistan’a nazire olarak kaleme aldığı Farsça Nigâristan’ı tanınmıştır.

Osmanlı ulemâsı arasında ilmî kudretinden dolayı kendisine «muallim-i evvel»; Ebussuûd’a da «muallim-i sânî» denmiştir.

Kemalpaşazade’den bahseden kaynaklar onun dinî bilgilerde söz sahibi, zeki, çabuk kavrayan, hâfızası güçlü, muhakeme kabiliyeti yüksek, münazarayı seven, hoşsohbet ve nüktedan biri olduğunu haber verirler. Aşağıdaki kıssalar onun bu hâllerine şahittir:

MEVLÂNÂ’NIN VATANI

Âşık Çelebi’nin naklettiğine göre Mısır Seferi esnasında Yavuz Sultan Selim’le (1512-1520) birlikte Karaman’dan geçiyorlardı. O sırada şiddetli fırtına vardı. Kalkan tozlar ve cisimler döne döne göğe yükseliyordu. Padişah ona bu şiddetli fırtınaların, kasırgaların sebebini sordu. Kemalpaşazade hemen şu nükteli cevabı verdi:

“Hünkârım! Karaman ülkesinin payitahtı, Mevlânâ’nın irşad vatanı olan Konya’dır. Taşı-toprağı da Mevlevîdir. Bundan dolayı sürekli semâ etmektedirler.2

SÖNMEKTE OLAN MUM ALEVİ

Mısır’da Osmanlı ordusu galip gelmiş Kahire’ye girilmişti. Fakat sokak çatışmaları sürüyordu. Sultan Selim, Kemalpaşazade’ye bunun sebebini sordu. Cevap âlimâne ve şairâne idi:

“Padişahım! Bu durum sönmekte olan mumun alevinin parlamasına, inip-çıkmasına benzer. Mum sönmek üzeredir.” der. Bu cevap padişahın içini ferahlatmıştır.

NEMÜZ KALDI BİZİM MÜLK-İ ARAB’DA

Mısır Seferi başarıyla tamamlanmış ve Osmanlı düzeni bölgede yerleştirilmişti. Gerek Mısır’a giderken gerekse orada, Kemalpaşazade ordu içinde askerin dinî işlerine bakar, dertleriyle ilgilenirdi. Bu arada sultana kitap tercüme ediyor ve sık sık bir araya gelip sohbet ediyorlardı. Kemalpaşazade’nin engin bilgisi, kıvrak zekâsı, çalışkanlığı, sosyal kişiliği sultanın hoşuna gidiyordu. Zaman böyle akıp giderken askerler ve idareciler Mısır’ın çok farklı sıcak çöl ikliminden sıkılmaya başladılar. Anadolu’nun suyunu, havasını, taşını-toprağını yâd edip hasret duymaya başladılar. Ancak bu duygularını sultana söyleyemiyorlardı. İstediler ki biri durumu sultana iletsin. Akıllara Kemalpaşazade geldi. Teklif ettiler o da kabul etti. Lâkin böyle bir konu, uygun bir zaman ve zemin oluşmadan o celâlli sultana söylenemezdi.

Bir gün birlikte gezerken sultan ona:

“–İlde ne söz gelici var?” diye sordu. Kemalpaşazade beklediği fırsatın geldiğini düşünerek,

“–Sultanım askerlerin Nil’den davarlarını suluyorlardı, onlardan birinin şu türküyü söylediğini duydum:

Nemüz kaldı bizim mülk-i Arab’da?

Nice biz dururuz Şâm u Haleb’de?

Cihan halkı kamu ayş u tarabda

Gel ahi gidelüm Rûm illerine

Bunu duyan Yavuz, askerlerin Anadolu’yu özlediklerini anlayarak,

“–Artık burada kalmaya gerek kalmadı, emrediniz göçelim.” dedi.

Yolda yine sohbet esnasında Kemalpaşazade’ye;

“–Tokatlı Molla Lütfi, hocanızmış. İlmi, irfanı yüksek, değerli, dört başı mâmur bir ilim adamı iken katline sebep ne oldu?” diye sordu. İbn-i Kemal onun âlim, kâmil, sâlih bir kişi olduğunu, ancak zamanla düşmanlarının çoğaldığını, haset edip katline sebep olduklarını söyledi.

Sultan duyduklarına üzüldü ve sözü biraz değiştirmek istedi.

“–Molla Lütfi ilminin ve vakarının yanında şaka yapmayı çok seven biri imiş. Öyle şakalar yaparmış ki işitenler gerçek zannederlermiş. Siz de üstadınız gibi gerçek intibâını veren şakalar yapar mısınız?” dedi.

Kemalpaşazade şu cevabı verdi:

“–Biz geçen gün sıramızı savdık, şimdi sıra padişahımız hazretlerindedir.”

Koca sultan;

“–Yoksa o geçen günkü yeniçeriler ağzından söylenen türkü öyle bir şaka mıydı? Onların ağzından siz mi uydurdunuz.” dedi. Paşazade de;

“–Evet, doğrusu padişahımızın buyurdukları gibidir.” dedi.3

1 M. Ali Yekta SARAÇ, Şeyhülislâm Kemalpaşazade, Şûle Yay., İstanbul 1999, s. 16-17. Şakāyık-ı Nu’mâniye ve diğer bazı kaynaklarda sözü edilen bu hâdise için, Hüseyin Hüsamettin gibi bazıları çeşitli sebepler ileri sürerek «efsane» iddiasında bulunurlar. Biz efsane de olsa bu kıssanın güzel bir hisse barındırdığını düşünerek bunu okuyucularla paylaşmak istedik.
2 Tunca KORTANTAMER, Temmuzda Kar Satmak, Phoenix Yay., Ankara 2007, s. 191-192.
3 Ahmet UĞUR, İbn-i Kemal, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yay., İzmir 1987,
s. 95-96.