Halil İbrahim Amcanın Kararı HANGİMİZ ERKEK BELLİ OLSUN!

İrfan ÖZTÜRK

Öğle paydosu sebebiyle sınıftan çıkıp öğretmen odasına geçtiğimde odamda oturup bizi bekleyen birisinin olduğunu gördüm. Yabancı değildi; öğrencilerimden birinin babası ve çok sevdiğimiz Halil İbrahim Amca idi. Halil İbrahim Amca, istikamet ehli, güzel ahlâka sahip, çevresinde de sevgi ve saygı toplamış güzel bir insandı. Hemen her Çarşamba, pazar için Pamukova’ya gelince Kur’ân kursumuza uğrar ve bilmediği, merak ettiği şeyleri sorar, öğrenir ve «Allah râzı olsun, çok istifade ettik.» diyerek ayrılırdı.

Ziyaretlerini ya öğle paydosunda veya akşam ders bitiminde yapardı. Neden başka zaman gelmediğini sorduğumda:

“–Hocam, ders esnasında gelir de, sizi meşgul edersem, öğrencilerin hakkını çiğnemiş olurum. İnd-i ilâhîde mes’ul olmamak için böyle yapıyorum.” derdi.

O gün aramızda şöyle bir konuşma geçti:

“–Halil İbrahim Amca, her gelişinizde bir şeyler sorarsınız, bugün soracağınız şeyler varsa sorun, çünkü vakit geçiyor, ders saati yaklaşıyor.”

“–Muhterem hocam, bugün çok önemli bir şeyi soracağım, epeydir kafamı karıştıran bir konu. Bugün size sakalın hükmünü soracağım, çünkü Müslüman olmamıza rağmen başta ben olmak üzere birçoğumuzun sakalı yoktur. İslâm’da bunun hükmü nedir, hocam?”

“–Halil Amca, bakın önümde İslâm İlmihâli var. Ali Fikri Yavuz Hoca tarafından hazırlanmış, sorduğunuz soruya o kitaptan cevap vereyim. 521 ilâ 524. sayfaları arasında bu mevzuu ele almış. Buyurun beraber okuyalım:

“İnsanları en güzel biçimde yaratan Allah Teâlâ Hazretleri, peygamberleri aracılığı ile kulluk vazifelerini onlara öğrettiği gibi, kılık ve kıyafetlerini de tayin etmiş ve bildirmiştir. Yaratılış icabı ve hikmetleri gereği olarak insanların bedenlerinde saç, sakal ve diğer kılları yaratmıştır. Bunlardan bir kısmının giderilmesini veya kısaltılmasını, bir kısmının da kesilmeyerek uzatılmasını, peygamberleri tebliğ etmişler ve uyarmışlardır. Cenâb-ı Hak, Haşr Sûresi’nin 7. âyet-i kerîmesinde meâlen şöyle buyurur: «Peygamber, size neyi getirip verdi ise onu kabul edin, alın ve sizi yasakladığı şeyden de sakının.» Ve yine Mâide Sûresi’nin 9. âyetinde: «Allâh’a ve Peygamber’e itaat edin (emirlerini dinleyin ve yasaklarından kaçının).» buyurmaktadır. O hâlde saç, sakal ve diğer kıllar hakkında Peygamber Efendimiz’den sahih olarak nakledilen emir ve yasakların bir kısmını görelim ve kabul edelim:

1. Hazret-i Âişe-radıyallâhu anhâ-’dan rivayet edildiğine göre Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuştur:

«On şey var ki, bunlar daha önceki peygamberlerin de sünnetlerindendir: Bıyıkları kısaltmak, sakalları kendi hâline bırakmak (uzatmak), misvak kullanmak (dişleri misvakla fırçalamak), burnuna su çekip sümkürmek, tırnakları kesip kısaltmak, parmakları (boğumlarını ve aralarını) yıkamak, koltukları yolmak, kasıkları tıraş etmek, büyük abdest sonunda su ile taharet etmek, ağza su verip çalkalamak.» (Müslim, Kitâbu’t-Tahâret, hadis no: 361; Tirmizî, hadis no: 2758)

2. İbn-i Ömer -radıyallâhu anhümâ-’dan rivayet edildiğine göre Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuştur:

«Bıyıkları yalın yapın (çok kısaltın), sakalları ise bırakın.» (Tirmizî, hadis no: 2764) ve yine İbn-i Ömer şöyle buyurmuştur:

«Biz bıyıkları yalın yapmakla ve sakalları bırakmakla emrolunduk.» (Tirmizî, hadis no: 2765)

3. İbn-i Ömer-radıyallâhu anhü-mâ-’dan rivayet edildiğine göre Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuştur:

«Müşriklere muhalefet edin, (onlar gibi yapmayın). Bıyıkları yalın yapın, sakalları çoğaltın.» (Müslim, hadis no: 259)

4. Ebû Hüreyre -radıyallâhu anh-’tan rivayet edildiğine göre Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuştur:

«Bıyıkları kesin ve sakalları bırakın. Böylece Mecûsîlere muhalefet edin.» (Müslim, hadis no: 260)

5. İmam Buhârî de Kitâbu’l-Libâs bölümünde şu hadîs-i şerîfi nakletmektedir:

«Bıyıkları temizlemede aşırı gidin ve sakalları bırakın.»

SAKALIN HÜKMÜ

Sakal, hadîs-i şerifte buyurulduğu gibi, yaratılış icabı erkeklerde bulunması gereken ve daha önceki peygamberlerin de sünneti olan bir kılıktır. Nitekim Kur’ân-ı Kerîm’in Tâ-hâ Sûresi 94. âyet-i kerîmesinde Hazret-i Harun, kardeşi Hazret-i Musa’ya hitaben: «Sakalımdan ve saçımdan tutma!» demiş olmakla, o devirdeki peygamber ve ümmetlerinde sakalın mevcut olduğu gerçeği Allâh’ın kitabından da anlaşılmaktadır.

Müteaddit hadîs-i şeriflerde sakalların tabiî hâlleri üzere terk edilmesi ve uzatılması emredilmektedir. Kısaltılması konusunda herhangi bir cevaz görülmemektedir. Zaten yaratılışta sakal esas kabul edildiğine göre kökünden tıraş edilmesi diye meşrû bir hâl düşünülemez. Asırlar boyunca her devirdeki İslâm âlimleri ile bütün mü’minler bu tabiî hâli benimsemişler ve kendilerinde uygulamışlardır. Milyonların yanında birkaç kişinin bunu kendine uygulamaması asıl hükmü hiçbir zaman değiştiremez.

Sakalların kendi hâline bırakılıp uzatılmasına dair olan Hazret-i Peygamber’in emirlerini, bazı âlimler vacip ve bazıları da mendup kabul etmişlerdir. Fakat sakalların kökünden tıraş edilişini tecviz eden olmamıştır. Ancak İslâm’da itidal ve orta hâl, dengeli durum makbul olduğuna göre, aşırı derecede ve biçimsiz bir şekilde sakalları sarkıtmak da hoş karşılanmamaktadır.

Kitaptan Halil İbrahim Amcanın sorusunun cevabını böylece okuduktan sonra sordum:

“–Evet, beraberce sorunuzun cevabını öğrendik, her okuma ve öğrenme faaliyeti hayatımıza tatbik etmek içindir. Emirse yapmak, yasaksa terk etmek için. O hâlde sizden başlayalım, mademki şimdiye kadar sakal bırakamamışsınız, şimdi hemen duasını yapayım, sakalı bırakmış olarak eve göndereyim.”

“–Hocam, olur mu hiç? Hatundan müsaade almadan, bunu yapamam.”

“–Sakal bırakmak için, böyle bir izne ihtiyaç mı var?!.”

“–Olmaz hocam, hatuna sormam lâzım.”

“–Pekiyi, fazla zorlamayayım ama hatun; «olur» derse sakal bırakacak mısın?”

“–Tabiî, nefsime de kabul ettirebilirsem inşallah…» dedi ve Halil İbrahim Amca müsaade alıp köyüne döndü.

Aradan iki hafta geçti.

Yine bir öğle paydosunda beni odamda ziyaret etti. Ben kapıdan girer girmez:

“–Hocam, sakalımın duasını yap!” diye ellerini kaldırdı.

Ben:

“–Hayrola İbrahim Amca, bir anlat bakalım on beş gün içinde sana ne oldu böyle?”

“–Hocam, hiç sormayın. Sizden ayrılıp eve varınca hatuna olup bitenleri anlattım ve:

«Hatun, ne diyorsun, sakal bırakayım mı?» deyince hatun cevaben:

«Efendi, efendi… Allah senden râzı olsun. Hocamın sözünü dinle ve şu sakalını bırak da evde hangimizin erkek olduğu belli olsun.» dedi.

Hocam, hatunun cevabından çok etkilendim, hemen duayı yapın!”

Halil İbrahim Amcanın sakal duasını yaptık, gözyaşları içinde; «Âmîn!» deyişini ve istiğrak hâline girişini hiç unutamam.

Şimdi Halil İbrahim Amca, köyünde dindar bir hayat içinde mütevazı bir şekilde hayatını sürdürmektedir. Kendisine Cenâb-ı Hak’tan sâlih amellerle dolu uzun bir ömür, merhûme refîkasına/hanımına da mağfiret ve rahmetler niyaz ederiz.

Ey kardeş! Sen de Allah Rasûlü’nün hayat nizamını ölçü olarak al, sünnetlerine tâbî ol, onun yolundan hiçbir zaman ayrılma. Bak kardeş, sana yaşanmış çarpıcı bir örnek daha vereyim ibret al ve kendine gel:

İslâm’ı aşkla yaşamaya gayret eden bir delikanlı, genç yaşta sakalını bıraktı. Sünneti uygulamanın gayreti içinde olan bu genç; evlenme çağına gelince, kendisi de aynı vasıflarda olan genç bir kıza talip oldu. Bir aracı bularak evlenme teklifini sundu. Kız, delikanlının İslâmî hassasiyetlerini sordu, soruşturdu. Sakallı olduğunu duyunca, teklifi kabul edemeyeceğini söyledi.

Delikanlı, kızın bu tavrına çok şaşırdı ve bir mânâ veremedi. Aracı birkaç defa gidip geldi fakat kızın kararı kesindi. Sakalını kesmediği müddetçe delikanlıyla evlenmeyeceğini söylüyordu.

Delikanlı düşünüp taşındı ve aracıya şunları söyledi:

“Git, o kıza söyle; benimle evlenmeyi kabul ederse sakalımı keserim.” dedi. Hattâ sakalını kesip bir kısmını kıza gönderdi. Kız, kesilen sakalları görünce ağladı; aracılık yapan hacı anneye şöyle dedi:

“O delikanlıya söyle! Bir kadın için sünnet olan sakalını kesip çöp sepetine atan kişi ile asla evlenmem!..”

Ey kardeş! Sen de Allâh’ın ve Rasûlullâh’ın emir ve yasaklarını dikkate al, ömür boyu istikametten ayrılma!

Pergelin sabit ucu hep şeriat olmalı,
Diğer ucu pergelin, kalplerde yol bulmalı.
Pergelin sabit ucu, kayarsa şeriattan
Ortada bir şey kalmaz, haktan ve hakikattan.
(Gülzâr-ı İrfan)