Sevginin Tezahürü YÂRİ DİLDEN DÜŞÜRMEMEK

Prof. Dr. Ömer ÇELİK
omercelik08@hotmail.com

Allah Teâlâ, âlemlere rahmet olarak gönderdiği Habîb-i Ekrem’ini hususî olarak seçmiş ve O’na sonsuz lütuflarda bulunmuştur. Bu ilâhî ihsanların en mühimlerinden biri de salât ü selâmdır. Bu; ümmetinin, Rasûlü’ne olan saygı, muhabbet ve tâzimini artıracak ve onunla mü’minler arasındaki kalbî irtibatı sürekli canlı tutacaktır. Rabbimiz bu konuda şöyle buyurur:

“Şüphesiz ki Allah ve melekleri, Nebiyy-i Ekremi’ne çokça salât ederler. Ey mü’minler siz de O’na salevat getirin ve tam bir teslimiyetle selâm verin.” (Ahzab, 33/56)

Salât; istiğfar, mağfiret, dua, bereket, övgü, tebrik, tâzim, namaz ve ibadet gibi mânâlara gelir. İslâm âlimleri bu kelimeye, salât edene göre farklı mânâlar vermişlerdir:

Allâh’ın bir kula salât etmesi, O’na rahmet etmesi, şan ve şerefini yücelterek tezkiye etmesi ve sevap vermesidir.

Meleklerin salât etmesi, O’nun için mağfiret talebinde bulunmaları, kadr ü kıymetini anıp yüce mertebelere erişmesi için Allâh’a niyazda bulunmalarıdır.

Mü’minlerin salâtı ise hayır dua etmeleri ve şefaat istemeleridir.

Mücâhid’e göre; Allâh’ın salâtı, kulunu başarıya ulaştırması ve koruması; meleklerin salâtı, her türlü yardımda bulunmaları; ümmetin salâtı ise her hususta Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e tâbî olup sünnetlerini aynen tatbik etmeleridir.

Rasûl-i Ekrem Efendimiz’e salât okumanın mânâsı, O’nun tâzim edilmesidir. «Yâ Rabbi Hazret-i Muhammed’in şânını yücelt» demektir. Efendimiz’in dünyada zikrinin yüceltilmesi, dininin yayılıp galip getirilmesi ve şeriatinin devamı iledir. Âhirette ise ecrinin artırılması, ümmetine şefaat etmesine izin verilmesi, Makām-ı Mahmûd’a ulaştırılarak faziletinin ebedîleştirilmesi şeklinde tahakkuk eder.

Âyette geçen «selâm» kelimesi ise selâmet, esenlik, huzur, emniyet anlamlarını ihtiva eder. Selâmın ayrıca teslim olma, itaat etme ve sulh içerisinde bulunma mânâları da bulunmaktadır.

Bu durumda biz Efendimiz’e salât ü selâm getirirken Cenâb-ı Hakk’a şöyle dua etmiş oluruz:

“Yâ Rabbî! Rasûl-i Ekrem’i-nin nâmını, şânını hem dünya hem de âhirette yüce kıl. O’nun getirdiği İslâm dinini bütün cihana yay ve bu dini dünya durdukça yaşat. O’na âhirette ümmetine şefaat etme hakkı ver ve kendisine sayısız sevaplar ihsan eyle! O’na selâmet, huzur ve emniyet bahşeyle!”

En uygun ve makbûl davranış, Peygamberimiz’in her ismi geçtikçe ve her hatırlandıkça salât ü selâm getirmektir. Efendimiz’e salât ü selâm getirmeye bizi teşvik eden pek çok sebep vardır.

Her şeyden önce Rabbimiz, salât ederek O’nu rahmet, rızâ ve hoşnutluğu ile yüceltmiş ve bize de böyle yapmamızı emretmiştir. Allah Rasûlü’ne selâm verdiğimiz yerlerden birisi de namazda okuduğumuz tahiyyattır. Her gün namaz kılarken tahiyyatta Rasûlullâh’ı bizzat karşımızdaymış gibi tahayyül ederek O’na «es-Selâmü aleyke eyyühe’n-Nebiyyü ve rahmetullâhi ve berakâtüh» dememiz istenmiştir. Hâlid-i Bağdâdî Hazretleri bu hususta şu açıklamayı yapmaktadır:

Namazda her bir rüknü edâ ederken kalbinde Nebiyy-i Ekrem -sallallâhu aleyhi ve sellem-’i, O’nun mükerrem şahsiyetini hazır bulundur ve «es-selâmü aleyke eyyühe’n-Nebiyyü» de! Böyle yaparsan selâmın O’na ulaşır O da sana daha üstünü ile mukabelede bulunur.

Bütün melekler Peygamberi-miz’e dua ve istiğfar ederek hürmetlerini arz ederken, salevat getiren kul da, bizzat Allah Teâlâ ve meleklerin yapmış olduğu bir fiile iştirak etmektedir. Allâh’ın kendi zâtına izâfe ettiği bir fiile iştirak ediyor olmak dahî salevât-ı şerîfe getirmenin ehemmiyetine ait kâfî bir delil sayılabilir.

Ayrıca bizi karanlıktan aydınlığa çıkarmasına ve hidayeti göstermesine karşılık -her ne kadar O’na olan borcumuzu tam olarak ödememiz mümkün olmasa da- Efendimiz’e olan minnet ve şükran hislerimizin bir ifadesidir.

Salât ü selâm getirmek, Rasûlullah -sallallâhu aleyhi ve sellem-’in rûhâniyetiyle irtibat kurmayı ve O’nun nûrundan istifade etmeyi temin eder. Kulun bu salevatlardan elde edeceği mükâfat ise ihlâsı ve Allah Rasûlü’ne olan muhabbeti derecesindedir.

Salât ü selâm, Fahr-i Kâinat Efendimiz’e mânen yakınlaştıran, böylece Allâh’ın rızâsını elde eden kulun mertebesini yükselten müessir vasıtalardan biridir. Efendimiz’in rûhâniyetine yaklaşmak ve O’nunla beraber olabilmek dünya ve âhirette elde edilebilecek en büyük saadet ve bahtiyarlıktır. Bu bahtiyarlığa erişebilmenin yolu Peygamberimiz’in muhabbet ve rızâsını kazandıracak davranışları sergilemektir. Bunun anahtarı ise O’na bolca salât ü selâm getirmektir. Nitekim Fahr-i Kâinat Efendimiz, salât ve selâmların kıyâmet gününde kendisine yakınlık vesilesi olduğunu şöyle ifade etmiştir:

“Kıyâmet gününde insanların bana en yakın olanı, bana en çok salât ü selâm getirendir.” (Tirmizî, Vitir, 21)

Salât ve selâm, mü’minler için her konuda numûne-i imtisal olan Rasûlullah Efendimiz’in kalbî, hissî ve fikrî bakımdan bizimle beraber olmasına, O’nun mânevî dünyasından bizim gönül âlemimize feyiz ve bereketin akmasına vesiledir. Dolayısıyla ilâhî feyz ve bereketi kalbe nakşedebilmek, Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in rûhâniyetinden hisseler alabilmek ve O’nunla râbıtayı güçlendirmek için bütün zaman ve mekânlarda, hususiyle seher vakitlerinde salevât-ı şerîfe getirmenin pek büyük bir ehemmiyeti vardır.

Salât ü selâm okuyan kimse, Allah ve Rasûlü’nün muhabbetini diğer sevgilere tercih ettiğinden, kötü huylardan kurtulur ve O’nun ahlâkıyla ahlâklanır. Nebiyy-i Ekrem’e olan muhabbeti arttığı gibi, Efendimiz’in de o kimseye teveccühü katlanarak artar.

Rasûlullah Efendimiz’e getirilen salevat, mü’mini Allâh’ın rahmet ve bereketine nâil eder. Efendimiz bu konuda şöyle buyurmuştur:

“Kim bana bir defa salât getirirse, Allah o kimseye on defa salât eder, on hatası silinir ve on derece yükseltilir.” (Nesâî, Sehv, 55)

Salevat getirmenin diğer bir faydası da dua ve yakarışların Arş-ı Âlâ’ya yükselmesine vesile olmasıdır. Bu sebeple namazdan sonra veya diğer zamanlarda Allâh’a dua edecek kimse, «el-Hamdü lillâhi Rabbi’l-âlemîn ve’s-salâtü ve’s-selâmü alâ seyyidinâ Muhammedin ve âlihî ve sahbihî ecmaîn» veya buna benzer bir hamdele ve salvele ile başlamalıdır. Nitekim bir defasında Rasûl-i Ekrem Efendimiz sahâbîlerden birinin Allâh’a hamd ve Rasûlü’ne salât getirerek duaya başladığını gördüğünde, onu takdir ederek; “Ey namaz kılan zat! Dua et, (duana hamdele ve salvele ile başladığın müddetçe) duan kabul olunur.” buyurmuştur. (Tirmizî, Deavât 65)

Ömer bin Hattab -radıyallâhu anh- şöyle demiştir; “Yaptığın dua yerle gök arasında durur. Peygamberine salevat getirmedikçe hiçbir duan Allah katına yükselmez.” (Tirmizî, Vitr, 21)

Ebûbekir -radıyallâhu anh- salevât-ı şerîfenin fazileti ile alâkalı olarak şöyle demiştir:

“Rasûlullâh’a salevat getirmek günahları, suyun ateşi söndürmesinden daha çabuk yok eder. O’na selâm göndermek pek çok köle âzad etmekten daha faziletlidir. O’nu sevmek ise riyâzat ve mücâhededen, Allah yolunda kılıç sallamaktan daha üstündür. (Bağdadî, VII, 161)

Salevât-ı şerîfeye devam etmek insanın mânevî dünyasına âhenk kazandırır, tefekkürünü lüzumsuz şeylerden arındırır. Nitekim salevat getirmenin unutulan bir şeyin kolayca hatırlanmasına yardımcı olduğu müşahede edilmiştir. Özellikle Kur’ân-ı Kerîm’i hıfzeden kimseler bunu birçok defa tecrübe etmişlerdir.

Rasûl-i Ekrem Efendimiz’e gönülden getirilen salât ve selâmlar, hem Cenâb-ı Hakk’ın hoşnutluğuna vesile olup karşılık bulmakta, hem de Efendimiz tarafından mukabele görmektedir. Bunun en canlı misali Hazret-i Hubeyb’in şehâdeti esnasında yaşanmıştır:

Müşriklere esir düşen Hubeyb -radıyallâhu anh-’ın şehid edilmeden evvel bir tek arzusu vardı; Rasûlullah Efendimiz’e muhabbetle selâm göndermek!.. Lâkin yanında selâmını gönderebileceği bir tek Müslüman bile yoktu. Gözlerini mahzun bir şekilde semâya kaldırdı ve ilticâ hâlinde: “Allâhım! Burada selâmımı Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e ulaştıracak kimse yok. O’na selâmımı Sen ulaştır!” dedi. O sırada ashâbıyla Medine’de oturmakta olan Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- etrafındakilerin duyacağı şekilde:

“Ve aleyhisselâm” buyurdu. Ashâb-ı kiram hayretle;

“–Yâ Rasûlâllah! Kimin selâmına karşılık verdiniz?” diye sorunca:

“–Kardeşiniz Hubeyb’in selâmına.” buyurdu. (Buhârî, Megāzî, 10; Vâkıdî, Megāzî, I, 360-361)

Aşk ve muhabbet, iki kalp arasında kurulan mânevî bir bağdır. Bu bağın tezahürü ise sevenin, sevdiğini hiçbir zaman gönlünden ve dilinden düşürmemesidir. Sevgiliyi hatırlatan her söz, zaman ve mekân kaydı olmaksızın sevenin gönlünü ürpertir, O’na olan iştiyakı canlı tutar. Dolayısıyla mü’minler de salât ü selâm getirmek sûretiyle Efendimiz’in ruhâniyetini kendileri ile birlikte hissedecekler ve Efendimiz’in güzel ahlâkından nasip alacaklardır.