Değer Veren Değer Görür BENİMSEYEN BENİMSENİR

Âdem SARAÇ
ademsarac@yyu.edu.tr

Tercihini yapmıştı o… Zorlu bir tercihti. Ama doğru yapmıştı tercihini…

Babalar Sultanı ile Anneler Sultanı, «Baba» ve «Anne» olmuşlardı küçük Zeyd’e…

Hâle ile Hind kardeşler de «Abla» ve «Abi» olmuşlardı.

Güzel aileydi bu aile… Bu aile, gerçekten çok güzel bir aileydi… Aile güzel olunca, fertleri de güzel oluyordu.

Güzel ailenin güzel fertleri ile beraberdi işte.

Güzeller içinde olan herkes güzelleşiyordu anlaşılan. Zeyd de bu güzel ailenin güzel bir ferdi olup çıkmıştı…

Zeyd için bütün sıkıntılar bitmiş, her günü birbirinden güzel geçen, yepyeni güzel günler başlamıştı.

Benimsemişti çünkü…

Benimseyince, benimsenmişti…

Ne iş verilirse verilsin; «Benim işim!» diyerek yapıyordu. «Benim görevim!» diyordu. «Bu işi ben yapmalıyım, bu benim vazifem!» şuuruyla hareket ediyordu.

Böyle olunca da, işini çok güzel ve yerli yerince yapıyor, bundan da sonsuz bir haz duyuyordu.

Eve de sahip çıkmıştı… «Benim evim!» diye düşünüyordu artık. Bundan dolayı elinden geldiği kadar ev işlerinde bile, aile fertlerine yardım etmeye çalışıyordu.

Aile fertlerine; «Benim ailem!» diye bakıyor, her birine gereken değeri veriyordu…

Benim işim, benim görevim, benim ailem, benim evim… derken, her birini ciddî bir şekilde benimsemişti.

Bundan dolayı, bu seçkin aile tarafından da benimsenmişti…

Benimseyen benimsenirdi öyle ya…

Seçkinlerle seçkinliğe yükselmişti…

Tercihini doğru yapan Zeyd, örnekler örneği aile içinde, örnekler örneği bir hayat yaşamaya başladı.

Öylesine mutluydu ki, yıllar saniye gibi geliyordu sanki. Kutlu ailenin mutlu ferdi olarak, her geçen günü daha bir güzellikle yaşıyordu.

Güzel ahlâkı, tutarlı davranışları ve anlamlı konuşmalarıyla, kısa sürede çok güzel bir çevre edindi.

Doğru sözlüydü. Dürüst ve güvenilir bir kişiliğe sahipti. Yalan nedir bilmezdi. Kötü söz söylemez, kimsenin kalbini kırmazdı.

Emîn (güvenilir) bir ailenin, emîn bir ferdi olan Zeyd, her geçen gün daha da olgunlaşıyordu.

Basit bir köle, çaresiz bir sığıntı olarak girdiği bu evin, en sevilen ferdi olmuştu.

Anneler Sultanı Hazret-i Hatice -radıyallâhu anhâ- anneyi o kadar çok seviyordu ki, bunu hiçbir şey ifade edemezdi.

«Canım annem!» diyordu ona. «Hanım annem!» diyordu. «Hatice annem!» diyordu ona. «Sevgili annem!» diyordu.

Peygamber Efendimiz’e karşı sevgisi ise, her şeyinin üstündeydi…

O’nu ifade etmekte güçlük çekiyordu. «İnsanüstü bir insan!» gözüyle bakıyordu O’na. «Baba üstü bir baba!» gözüyle bakıyordu…

Ve bir gün şöyle dökmüştü içini:

“Sen’i o kadar çok seviyorum ki, benim bu sevgimi ifade edecek bir kelime bulamıyorum. Ne desem, nasıl hitap etsem bilemiyorum. Ama çok sevdiğimi biliyorum. Hem öyle ki, Sen’sizliğe asla tahammül edemem. Sen benim için; içeceğim sudan da, yiyeceğim yemekten de öndesin. Hattâ teneffüs ettiğim havadan da öndesin. Canımdan da öndesin desem, beni kınamazsın değil mi? Yemin ediyorum ki, Sen’i çok seviyorum. «Canını ver» desen, hiç tereddüt etmeden veririm. Hem de seve seve…”

Sonra da Anneler Sultanı’na dönen Zeyd, bütün samimiyeti ile şunları söyledi:

“Siz’i bir başka seviyorum, O’nu bir başka aşkla. Siz ikiniz, hayat kaynağımsınız benim. Annemden önce tuttuğum Annem; babamdan önce tuttuğum Babam’sınız. Yemin ederim ki, Siz’leri çok seviyorum; hem de çok… Canımı versem, yine de haklarınızı ödeyemem sizin. Siz bana canımdan da öndesiniz artık… Bu can Siz’inle can olur. Siz olmazsanız ben de olmam, olamam artık… Basit bir köle parçası iken, hiçbir çocuğun elde edemeyeceklerini verdiniz bana. Önce Sen; «Anne» oldun bana. Bu yetmiyormuş gibi, şimdi de O; «Baba» oldu… Hind; «Abi», Hâle; «Abla» oldu…

Anneler Sultanı da bu samimî itirafa eklemede bulundu…

“Sen de şirin bir evlât oldun bize yavrum. Unutma ki, sevgiler de, değerler de karşılıklıdır. Sevdin, sevildin. Değer verdin, değer gördün.”

Kurtulduğuna sevinen Zeyd, kurtuluşun ardından yeni bir kurtuluşun daha geleceğini nereden bilecekti? Gerçek kurtuluş o olacaktı. Ama bunu şimdiden bilemezdi.

İlk Müslümanları sayarken; «Âzadlı kölelerden Zeyd bin Hârise» deriz ya. İşte o Zeyd, bu Zeyd’dir.

Küçük köle Zeyd, İslâm geldiğinde 24-25 yaşında olgun bir genç olup, Müslüman kütüğünün birinci sırasında yerini alacak kadar üstünler üstünü bir şerefe erecekti…

Müslüman olarak, ümmet kütüğünün birincileri arasında yerini alacak, yine O can Peygamber’e can atacaktı…

Gerçek kurtuluş, îmân etmekteydi çünkü… İslâm’daydı gerçek kurtuluş… Müslüman olmak, kurtulmak demekti. Müslüman olmak, başkalarını da kurtarma gayretine girmek demekti…

Allah ve Rasûlü’nü sevmekti kurtulmak… Kur’ân ve sünnet yoluna girmekti…

İslâm’ı bir bütün olarak yaşamaktı…

Peygamber Efendimiz böyle buyuruyordu çünkü…

-Sallâllâhu aleyhi ve sellem…-