Facialarıyla EMEVÎLER DÖNEMİ III (661-750)

Ahmet MERAL

MEDİNE VE MEKKE’DE YEZİD’E MUHALEFETİN BASTIRILMASI:

HARRE SAVAŞI

Kerbelâ Faciası başta Mekke ve Medine olmak üzere bütün İslâm dünyasında Emevîlere karşı itimat buhranı oluşturmuş ve bu yönetimin meşruiyetini tartışılır hâle getirmişti.

Özellikle Peygamber kenti Medine’de Yezid’e ve onun şahsında Emevî yönetimine karşı giderek derin bir nefret dalgası oluştu. İçinde Medine’nin ileri gelenlerinin de bulunduğu geniş bir kitle, Yezid’e ve onun otoritesine karşı çıkarak ayaklandı. Ayaklanmanın büyümesi üzerine Yezid, Numan bin Beşir’i halkı ikna etmesi için Medine’ye gönderdi. Fakat Numan’ın çabaları sonuçsuz kaldı. Bu arada isyancılar Medine’de bulunan Emevîleri Mervan’ın evinde kuşatma altına alarak isyanın siyasî boyutunu ileri bir noktaya taşıdılar. Bu gelişme üzerine Yezid, Müslim bin Ukbe’yi 12 bin kişilik bir orduyla Medine üzerine gönderdi. İtaat altına girmeyen Medine ileri gelenleri birer birer öldürüldüler. Halkın mal ve canına karşı acımasız ve hunharca bir tutum izlendi. Savunmasız birçok masum insan öldürüldü, şehir üç gün süreyle yağma edildi. Sonuçta halk, Yezid’e zorla biat etmeye davet edilerek itaat altına alındı. (683 Ağustos)

MEKKE KUŞATMASI

Yezid iktidarı, tarihe zorbalığın hâkim olduğu karanlık bir dönem olarak geçti. Yezid iktidarının cinayetler zincirinin önemli bir halkası da Mekke’ye yapılan saldırı ve bu saldırıda Beytullâh’ın mancınıklarla dövülmesi hâdisesidir. Yezid, Emevî iktidarının zulümlerinden dolayı sarsılan devlet otoritesini tekrar sağlamak amacıyla Mekke’ye Husayn bin Numeyr’i göndermişti. Mekkeliler ise Yezid’e karşı Abdullah bin Zübeyr’in etrafında kenetlenmişlerdi. Müslümanların en kutsî mekânı olan Kâbe bu saldırıda büyük tahribata uğradı. Ancak Yezid’in ölüm haberinin Mekke’ye ulaşması üzerine bu vahşî saldırı da sona erdi. Nitekim Husayn bin Numeyr kuşatmayı kaldırarak ordusuyla birlikte Şam’a geri döndü. Bazı kaynaklarda kuşatmayı gerçekleştiren komutanın Abdullah bin Zübeyr ile uzlaşma yolu aradığı, hattâ onu Şam’a çağırarak kendisine halîfelik teklif ettiği, Zübeyr’in ise bu teklifi reddettiği rivayet edilmektedir.

Şüphesiz, başta Kerbelâ Faciası olmak üzere Medine ve Mekke’de meydana gelen bu olaylar da Emevîlere karşı nefretin giderek artmasına hattâ halk tarafından lânetlenmesine yol açmıştı.

YEZİD’İN ÖLÜMÜ

680-683 yılları arasında akıl almaz cinayetlerin yaşandığı bir dönemde halîfelik yapan Yezid, Şam’da ânî bir şekilde öldü. Yezid, zulüm, haksızlık ve Peygamber hâtırasına saygısızlık konularında İslâm tarihine kara bir leke olarak geçti. Ancak yönetiminin tüm ehliyetsizliğine, Müslüman ileri gelenleri cebir ve tehditle sindirmesine, acımasızca gerçekleştirdiği siyasî katliamlarına rağmen henüz bu büyük fitnenin ulaşmadığı sınırlarda İslâmiyet’in yayılışı tüm ihtişam ve sürati ile devam etmekteydi.

Nitekim bu dönemde Kuzey Afrika’da fetihler devam etmiş, Ukbe bin Nâfî adlı komutan İslâm devletinin faaliyet alanını Atlas Okyanusu’nun sahillerine kadar genişletmeyi başarmıştır. Ukbe’nin okyanus sahilinde dile getirdiği; “Allâh’ım, eğer şu deniz önüme çıkmasaydı Sen’in rızan için devam eder, geri dönmezdim!” sözleri, Müslümanların fütuhatta ne kadar kararlı olduğunu gösteren bir belge olarak tarih kitaplarına geçmiştir.

SİYASÎ İSTİKRARIN YENİDEN TESİSİ VE ABDÜLMELİK BİN MERVAN DÖNEMİ

Welhausen’in de ifade ettiği gibi, Yezid’in ölümüyle beraber Emevî iktidarı tüm İslâm coğrafyasında çökme eğilimine girmiştir. Kendisinden sonra oğlu II. Muâviye halîfe olduysa da, onun hilâfeti ancak üç ay sürmüştür. Kaynaklar II. Muâviye’nin babasından farklı olarak oldukça dürüst bir kişiliğe sahip olduğunda birleşmektedir. Ancak babasının dönemindeki eşi-menendi olmayan cinayet ve haksızlıklar, o iş başına geldiğinde hâlâ İslâm toplumunun hâfızasında tazeliğini korumaya devam etmekteydi.

Hazret-i Hüseyin’in şehadetinin ardından Emevîlere olan muhalefet Mekke ve Hicaz bölgesinde büyük itibarı olan Abdullah bin Zübeyr’in etrafında toparlanmıştı. Abdullah, Yezid’in ölümünden sonra halîfeliğini ilân etmiş ve halktan açıktan açığa biat almaya başlamıştı. Hicaz bölgesi ona itaat ettiği gibi, Mısır ve Yemen de bağlılıklarını bildirmişti. Emevîlerin karargâhı olarak bilinen Suriye’deki bazı kabileler bile tavırlarını Abdullah bin Zübeyr’den yana koymuşlardı. Emevîler otoritelerini Irak ve Horasan’da da kaybetmişlerdi. Tam bir siyasî kriz yaşanmaktaydı.

Yaklaşık altı ay süren bu karmaşa ve karışıklıklardan sonra halîfelik görevi Mervan bin Hakem’e verildi. Onun yönetime gelmesiyle beraber kriz ortamından çıkıldı, düzen ve istikrar yeniden sağlandı. Mervan’ın hilâfetiyle beraber iktidar, hanedanın içinde el değiştirmiş ve Emevîlerin Mervânîler kolu iş başına gelmiş oldu.

Mervan, öncelikle Suriye’deki karışıklıkları ortadan kaldırdı. Peşinden, Haccac ve babası sayesinde Mısır’ı Emevîler adına yeniden itaat altına almayı başardı. Medine ve Irak üzerine ordular gönderdi. Ancak Medine’ye gönderilen Emevî ordusu Abdullah bin Zübeyr’in kuvvetleri tarafından bozguna uğratıldı. Irak üzerine gönderilen birlikler ise Mervan’ın ölüm haberi üzerine daha yolda iken geri döndüler. Mervan’ın 685 yılında ölmesi üzerine, oğlu ve Emevîlerin en güçlü hükümdarı olan Abdülmelik’in iktidar dönemi başladı. Abdülmelik ilk iş olarak Ubeydullah bin Ziyad komutasında bir ordu hazırlayarak Irak üzerine gönderdi. Bu ordu yolda Hazret-i Hüseyin’in Kerbelâ’da şehid olmasından kendilerini sorumlu tutan ve bu sebeple Emevîlerden intikam almak üzere yola çıkmış olan «Tevvabûn» adlı toplulukla karşılaştı. Şam ordusu, kendilerine direnen fakat ciddî bir askerî hazırlıkları olmayan bu müttakî insanları hunharca kılıçtan geçirdi.

Emevîlere yönelen nefret seli bu defa Muhtar Ebû Ubeyd es-Sakafî ile Kûfe’de ortaya çıktı. Ehlibeyt sevgisini istismar ederek Şiîlerin desteğini alan bu hareket, kısa sürede Kûfe’yi ele geçirdi. Bu gelişme, Irak’ta etkili olmaya çalışan diğer muhalif Abdullah bin Zübeyr’in de harekete geçmesine yol açtı. Nitekim Abdullah Irak’ta gittikçe güçlenen Muhtar tehlikesini bertaraf etmek üzere Kardeşi Mus‘ab’ı Basra valiliğine atadı. Mus‘ab, ordusuyla Kûfe üzerine yürüyerek Muhtar’a bağlı kuvvetleri dağıtmayı başardı. Muhtar’ı da yakalayarak idam ettirdi. Bu gelişmeleri Şam’da büyük bir memnuniyetle izleyen Abdülmelik, rakiplerinin yıpranarak güç kaybetmesini kolluyor, saldırı için de uygun bir zamanı bekliyordu. Nitekim bir süre sonra «Hâricî» saldırılarıyla güç kaybeden Mus‘ab’ın üzerine yürüdü. Onu mağlûp ederek Kûfe ve Basra’ya girdi. Ardından bu bölgelerde Emevî hâkimiyetini yeniden tesis etti. Ancak Hâricîler potansiyel bir güç olarak varlık ve faaliyetlerini daha uzun bir müddet korumaya devam ettiler.

HACCAC BİN YUSUF’UN VALİLİĞE GETİRİLMESİ

Emevîlere sadâkatinden dolayı kendisine «Küleyb (Köpek Yavrusu)» lâkabı verilen, uygulamalarındaki acımasız tavırlarından dolayı da «Zâlim» sıfatıyla anılan Haccac, devlet hizmetine Mervan döneminde girmişti. Ancak yıldızı Halîfe Abdülmelik döneminde parlamış ve devletin siyasî istikrarının sağlanmasında çok önemli bir rol üstlenmiştir. Hicaz’daki Abdullah bin Zübeyr hâkimiyetini yıkmakta gösterdiği şiddet, kendisine İslâm tarihinde çok kötü bir ün kazandırmıştır. Pervasız bir saldırganlıkla Mekke’yi kuşatma altına almış, hac mevsiminde Kâbe’yi mancınıklarla taşa tutturmuş, Abdullâh’ın kahramanca direncini kırarak onu şehid etmiştir. Bununla da kalmamış, başını kestirerek Mekkelilere gözdağı vermek amacıyla halka teşhir etmiştir.

Abdullah bin Zübeyr’in saf dışı bırakılıp Mekke ve Medine’nin itaat altına alınmasıyla hâkimiyet mücadelesi Emevîlerin galibiyetiyle sonuçlanmış oldu. Haccac bu kritik başarısının ardından Hicaz dışında Irak valiliği ile de görevlendirildi. Onun bir türlü tam itaat altına alınamayan bu bölgede nasıl bir yönetim tarzı uygulayacağı, Kûfe camiinde yaptığı şu tarihî hutbesiyle ortaya çıktı:

“Benim durumumu, şöhretimi hepiniz bilirsiniz. Ben; dünyanın sıcağını, soğuğunu görmüş bir kişiyim. Ben; kötülüğü sahibine yüklerim, kişileri yaptıklarına göre sorguya çeker, kat kat cezalandırırım. Karşımda; kesim ve devşirme zamanı gelmiş olgun başlar görüyorum, kanlara bulanacak sarık ve sakallara bakıyorum.

Ey Irak halkı! Siz, elde ettiğiniz nimetlerin değerini bilmeyip nankörlük ettiniz. Halîfe oklarını yaydı, birer birer yokladı, en sağlamı, en güçlüsü olarak beni buldu, buraya vali yaptı, sizin boğazınıza attı. Çünkü bozguncu, bölücü, nifak ve şikak ehlisiniz. Çoktandır azdınız, azgınlığı âdet ettiniz. Sözüme inanın, doğru yolda yürüyün! Size aşağılanma tadını tattırırım, derinizi yüzerim, sizi odun gibi keserim, ben dediğimi yaparım! Ben, cemiyet ve toplu davranışlar istemem! Herkes, kendi işiyle-gücüyle uğraşsın! Çirkeflikten, dedikodudan vazgeçin, doğru yoldan ayrılırsanız vallâhi boynunuzu vururum, karılarınızı dul, çocuklarınızı öksüz bırakırım! Mühelleb’in yanından kaçıp geldiğinizi öğrendim, üç güne dek onun yanına dönmeyenlerin boyunlarını vuracağım, evlerini yağma edeceğim.”1

Kûfe halkını bu şekilde tehdit ettikten sonra Basra’ya gitti. Orada da böyle bir nutuk attı. Basra’da ve Kûfe’de küçük bahanelerle buraların ileri gelenlerini öldürterek halka gözdağı verdi. Hâricîler üzerine üst üste kuvvetler göndererek onları askerî baskı altına aldırdı, yakaladıklarını tereddüt etmeden öldürdü. Ancak Hâricîler inanılmaz bir direniş gösterdiler. Haccac amansız bir takiple Irak dışına kaçarak oralarda hâkimiyet oluşturmaya çalışan grupları Midyat, Nusaybin, Rey gibi şehirlerde veya bulduğu her yerde tenkil etmekten geri durmadı. Haccac’ın bu zulmü, Emevî iktidarını gayrimeşru görerek iktidarın ehlibeyte iadesini isteyen ulemâya da ulaştı.2

Nitekim Basra’nın en önemli ilim adamlarından İmam Şâbî bin Şurahbil, yoğun baskı ve işkencelerden sonra inzivaya çekilmek şartıyla canını zor kurtarabildi. Tâbiîn döneminin ünlü fakihlerinden Said bin Cübeyr ise Haccac’ın zulmünden korunmak amacıyla Mekke’de derviş hayatını seçtiği hâlde yine de yakalanarak idam edilmekten kurtulamadı.

Abdülmelik döneminin en önemli gelişmelerinden biri de büyük çaplı fetihlerin yeniden başlatılmasıdır. Bu amaçla Kuzey Afrika, Anadolu ve Hindistan istikametinde yeni fetih hareketlerine girişildi. İslam orduları batıda Atlas Okyanusu’na kadar olan bölgelerdeki üstünlüğünü pekiştirerek tam bir hâkimiyete dönüştürdü. Öte yandan Anadolu içlerine yönelen fetih ve gaza hareketleri aynı dönemde tüm hız ve ihtişamıyla devam ettirildi. Ayrıca Ermenistan’ın İslâm hâkimiyetine alınması da bu dönemde gerçekleştirildi.

Abdülmelik, Arapçayı resmî dil olarak kabul etti. Oysa devletin kayıtları Suriye’de Rumca, İran’da ise Farsça tutulmaktaydı. Halîfe Abdülmelik, bu teşebbüsüyle devlete Arap karakteri kazandırmış oldu.

Abdülmelik dönemini önemli kılan bir diğer gelişme de gerçekleştirdiği para reformudur. İlk İslâm sikkesi bastırılarak İslâm dünyasının para konusunda Bizans’a bağlı olmaktan kurtarılması sağlandı.

1 Neşet ÇAĞATAY İslâm Tarihi
2 S. Çelik; Emevî Devlet Otoritesinin Tesisi, Haccac bin Yusuf es-Sakafî’nin Fonksiyoner Rolü