Cennet Müjdesi 3 KUR’ÂN’LA METHEDİLEN ÎSAR TABLOSU

Ali HÜSREVOĞLU

Sâbit bin Kays, sözünü seçerek ve dinleyene hissettirerek konuşurdu. Gür sesli idi. Beklenmedik bir durum için cevabı ve yorumu hazırdı. Meyve dolu bir ağacın dalları onları toplamak isteyen için nasıl sarkmışsa, kelimeler ve anlamlar da Sâbit için öyle hazırdı. Bütün bunlara ilâve olarak sînesinde sarsılmaz bir kalbi, İslâm düşmanlarına sıyrılmış bir kılıcı vardı. O, en güçlü Müslüman süvarilerden biri idi. Dilini ve kılıcını İslâm’ı ve Müslümanları savunmaya adamıştı. Bedir Savaşı hariç Rasûlullâh’ın katıldığı bütün savaşlara katıldı.

Uhud günü gelince savaşın en hararetli alanlarına daldı. Kılıcını ve canını Allah yoluna vakfetti. Uhud Savaşı’ndan sonra Rasûlullâh’a daha yakın yaşadı ve O’nun bulunduğu hiçbir meclisten ve hâdiseden uzak kalmadı.

Bu dönemde yaşanan hâdiselerden biri de Benî Nadîr Gazvesi’dir.

Medine’de Müslümanlardan başka, Yahudi kabileler ve Müslüman görünen münafıklar da yaşıyorlardı. Münafık ve Yahudiler, Medine’de güçlenmekte olan Allah Rasûlü’ne kin besliyorlardı. Çok fazla bir zaman geçmemişti ki Benî Nadîr Yahudileri Rasûlullâh’a karşı besledikleri kin ve düşmanlığı açığa vurdular. Varlık Nûru’na bir suikast düzenlemeyi kararlaştırdılar ve bir gece bunu uygulamaya koyuldular. Evlerden birinin damının üzerinden O’nun başına büyük bir taş yuvarlama teşebbüsünde bulundular. Fakat Allah, onların tuzaklarını ayaklarına doladı ve Rasûlü’nü bu hain saldırıdan korudu.

Bu suikast üzerine Rasûl-i Ekrem -sallâllâhu aleyhi ve sellem- hicretin dördüncü yılı Rebîulevvel ayında Benî Nadîr’in yurdunu muhasara etti, mağlûp olan bu hıyanet ehli kabileyi yaptıklarının cezası olarak Medine’den sürgün etti. Onların bir kısmı Hayber’e, bir kısmı da Şam’a gitti. Mallarından götüremedikleri de savaşsız, ganimet olarak Allah Rasûlü’ne kalmış oldu. Fahr-i Kâinat Efendimiz Allâh’ın kendisine tevdî ettiği salâhiyet dâhilinde bu ganimetleri, Mekke’deki mallarını terk edip Medine’ye hicret etmiş ve bu sebeple fakir düşmüş muhacirler arasında taksim etmek, zaten Medine’de malları bulunan ensara pay vermemek istiyordu.

Âlemlere Rahmet Efendimiz, ensarın böyle bir işe ne diyeceğini öğrenmek ve onların gönül hoşnutluğunu almak için o sırada yanında bulunan Sâbit bin Kays -radıyallâhu anh-’ı gönderip bütün ensarı huzuruna davet etti. Hepsi geldiler. Rasûlullah, Allâh’a hamd ü senâ ile söze başladıktan sonra ensarın muhacirlere gösterdiği fedakârlığı, samimiyeti, onları evlerinde misafir edip barındırmalarını ve ihtiyaçları bulunduğu hâlde kardeşlerini kendilerine tercih etmelerini takdirle anıp buyurdu ki:

“Eğer isterseniz Allâh’ın bana Nadîroğulları’ndan nasip ettiği ganimeti sizlerle muhacirler arasında taksim edebilirim. Fakat biliyorsunuz ki, şu ana kadar muhacirler hâlâ sizin evlerinizde misafirdirler ve mallarınıza ortaktırlar. İsterseniz bu ganimeti sadece onlara vereyim ve sizin evlerinizden çıkıp kendilerine ev-bark edinsinler.”

Bunun üzerine ensarın büyükleri Sa‘d bin Ubâde ve Sa‘d bin Muaz -Allah ikisinden de râzı olsun- dediler ki:

“Yâ Rasulâllah, bu ganimeti yalnızca muhacir kardeşlerimiz arasında taksim edin, aynı zamanda da bizim evlerimizde kalmaya devam etsinler.” Ensar da hep bir ağızdan:

“Yaptığın taksime râzıyız ve irademizi Sana teslim ediyoruz ey Allâh’ın Rasûlü!” dediler.

Bunun üzerine Rasûl-i Ekrem Efendimiz:

“Ey Rabbimiz, ensara da, ensarın çocuklarına/soylarına da rahmetinle muamele et.” diye dua buyurdular.

Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Allâh’ın kendisine lütfettiği ganimeti, “Allah’tan fazlını ve rızâsını isteyen ve Allâh’a ve Rasûlü’ne yardım ederken yurtlarından çıkarılan ve mallarından edilen fakir muhacirlere…” (Haşr, 8) böylece taksim etmiş oldu.

Medineli Müslümanlar bu taksimde muhacir kardeşlerine verilenlere karşı içlerinde hiçbir sıkıntı, hiçbir çekememezlik duymadılar. Onları kendilerine tercih ettiler. Allah Teâlâ bu taksimle muhacirleri de yeniden bir takım imkânlara kavuşturdu.

Sâbit bin Kays -radıyallâhu anh- bu Benî Nadîr Gazvesi’nde îsâr yani kardeşini kendine tercih konusunda örnek gösterilecek bir davranış sergiledi. Hâdise şöyledir:

Bir adam, -aleyhissalâtü ves-selâm- Efendimiz’e gelerek:

“Yâ Rasûlâllah, çok acıktım, tükendim!” dedi.

Rasûlullah hanımlarına haber gönderdi, evlerinde yiyecek bir şey olup olmadığını sordu. Hiçbir şey bulunamamıştı. Çevresindekilere dedi ki:

“İçinizde şu insanı bu gece misafir edecek kimse yok mu ki Allah da o kişiye başka bir ikramda bulunsun?”

Sâbit bin Kays kalkıp:

“Bu kardeşi ben misafir ederim yâ Rasûlâllah!” dedi. Onu evine götürdü. Eşine dedi ki:

“–Bu, Rasûlullâh’ın misafiridir. Sakın evde olan bir şeyi yarını düşünerek, ondan saklamayasın!” Kadıncağız dedi ki:

“–Vallâhi evde çocuklara yetecek kadardan fazla bir şey yok!” Sâbit dedi ki:

“–Çocuklar akşam bir şey isterlerse onları uyut, gel. Kandili de söndür. Bu gece, ziyanı yok, aç kalalım.” Hanımı, Sâbit’in dediğini aynen yaptı. Sâbit ertesi gün Rasûlullâh’ı görmeye gittiğinde ona buyurdu ki:

“Allah bu işi beğendi. Filân beyin ve filân hanımın yaptığına güldü. (hoşnutluk gösterdi).” Bu hâdise üzerine; “Kendi dayanılmaz ihtiyaçları olduğu hâlde onlar başkalarını kendilerine tercih ederler.” (Haşr, 9) mealindeki âyet nâzil olmuştur.

Böylece Sâbit bin Kays ve eşi îsâr konusunda en harika ve en doğru örneği sergilemiş oldular ki, Allah bu candan davranışı kitabında methetti. Rasûlullah’tan gelen sahih hadiste: “Sadakanın en üstünü az (bir mal)a sahip olanın verdiğidir.” buyurulmuştur. Görüldüğü gibi Sâbit’in makamı gerçekten yüce ve şerefli bir makamdır ki infak ettiği şeye kendisinin, kendisinden de öte çocuklarının ihtiyacı olduğu hâlde başkasını tercih etmeyi başarmıştır.

(Devam edecek.)