Gel Fakat; DEĞİŞMEYE GEL!

Ali Rıza BUL

İnsanoğluna bu dünyada, dağların bile taşıyamayacağı kadar büyük bir emanet yüklendi. İnsan, kendisine verilen yüksek kabiliyetler nispetinde büyük olan bu emaneti taşımaya, bu vazifeyi îfâya memur oldu.

Nedir bu emanet, nedir bu vazife?

Bu vazife; «Oku!» emrine itaat ederek ilâhî kitabı ve ilâhî sanatı okumak, öğrenmek, öğrendiklerini hayata geçirmektir.

Mahlûkatın korktuğu, hiçbirinin kabul edemediği bu vazifeyi insan kabul etti. Biz üstlendik bu emaneti. Fakat insan cehaleti yüzünden, kendi kendine zulmü yüzünden unutuyor vazifesini.

Kendini kitap ve sünnet hamuruyla yoğurmuş, şahsiyetleri dünyaya ışık tutan ve bu âlemdeki vazifesinin farkında olan büyük insanlar her zaman; insanlara vazifelerini hatırlatmak için; «Gel!» çağrısında bulunmuşlardır.

Sadece Mevlânâ değildir, insanlığı aydınlığa, ümide, dosta davet eden. İşte dünden bugüne; «Gel!» çağrısında bulunan ateş gönüllü birkaç davetçi:

Bu dünyâya kalmayalım fânîdir aldanmayalım
Bir iken ayrılmayalım gel dosta gidelim gönül
Ölüm haberi gelmeden ecel yakamız almadan
Azrâil hamle kılmadan gel dosta gidelim gönül
(Yunus Emre)

Ey hevâsına tapan tövbeye gel tövbeye,
Hakk’a tap Hak’tan utan tövbeye gel tövbeye
(Eşrefoğlu Rûmî)

Gel ey Peygamber’in fevka’l-beşer fıtratta evlâdı,
Uyansın, gel ki, mızrabınla Şark’ın dalgın eb‘adı.
(Mehmed Âkif)

Gel, dünya mundar kafes!
Gel, gırtlakta son nefes!
Gel, Arş’ı arayan ses!
O’nun ümmetinden ol! (Necip Fazıl)

Onlar hem kendi gönüllerine, hem çağlarına hem yarınlara seslendiler «Gel!» diye. Çünkü unutuyor insan vazifesini. Sık sık çağrılması gerekiyor, davet gerekiyor.

Onlar bize öğretiyorlar ki, çağırmamız gereken sadece nefsimiz değil. Başkalarını da çağıracağız; «Gel!» diyeceğiz. Ayırım yapmadan herkesi davet edeceğiz.

İyiliği tavsiye etmek, kötülükten alıkoymak zaten şiarımız değil mi? Kardeşlerine; «Gel!» demedikleri için kötüleriyle birlikte «iyi»leri de helâk edilmedi mi Ashâb-ı Sebt’in?..

Fakat davetimizi yaparsak, çıkmaz sokaklarda «Durun!» diye haykırıp, Hakk’ın dosdoğru yoluna doğru «Gelin canlar!» diye seslenebilirsek, işte o zaman yüklendiğimiz vazifeyi îfâ etmiş olmanın huzurunu yaşarız. İnsanları ilâhî aşka çağıran Mevlânâ, ölüme işte bu huzurla gülümseyerek gitti.

Çünkü vazifesinin hakkını veren, vazifeyi veren zâtın yanına korkusuz bir şekilde, selâmetle yüz akıyla gider. Ama vazifesini yapmayan utana-sıkıla, yüzü yerde gider.

Öteden beri Mevlânâ’nın sözünü yanlış yorumlayanlar olmuştur. Mevlânâ; «Ne olursan ol gel!» derken; «Gel de öyle kal!» dememektedir elbette. Yoksa çağırmanın, davetin ne mânâsı kalır?

Hazret-i Mevlânâ da, diğer irfan yolcuları ve millet sevdalıları da insanı vazifesine çağırmaktadır.

“Gelin değişin, gelin düzelin, gelin kendinizi, hayatınızı bir gözden geçirin!” çağrısıdır bu. “Gelin ve çağrıldığınız, geldiğiniz yolda, o yolun icap ettirdiği hasletlerle güzelleşin ve gitmeyin bir daha burada kalın!” davetidir.

Günahkâr, arınmak için; cahil, öğrenmek için; zayıf, güçlenmek için; ham, pişmek için; boş, dolmak için; tembel, gayret kuşağını kuşanmak için; hasta, iyileşmek için; ölü, hayat bulmak için çağrılır…

Aksi takdirde bu gelişlerin hiçbir anlamı kalmaz. Toprağa düşen tohum öylece kalmamalı, filiz vermeli. Sonra o da ellerini uzatmış; «Gel!» diyen bir çınar olup, tohum saçmaya koyulmalı. Aksi hâlde toprağa dikilmiş değil gömülmüş demektir! Kim çürüsün diye toprağa tohum saçar!

Öyle yürekten; «Gel!» diyecek ki diyen; ateşe koşan pervaneler gibi gelecek, işiten! Gelecek ve dönüşecek. Tırtıl, kelebek olacak… Toprak altın olacak… Tıpkı peygambere gelen cahiliye devri bedevîlerinin birer pınara dönüşmesi gibi. Tıpkı kızını gözünü kırpmadan toprağa gömen Ömer’in, Dicle kenarındaki kuzuyu düşünen Hazret-i Ömer’e dönüşmesi gibi.

Bir mıknatıs gibidir; «Gel!» diyen, çağıran. Ancak içindeki çekme, çağırma gücü nispetinde icabet edilir ona. Gelen de kısa sürede mıknatıs olur, o da başlar çağırmaya…

Ey insan!

Gel ama kendini düzeltmeye niyet ederek gel. Bir güle dönüşmeye gel. Yağmur yüklü bir bulut olmaya, hem dolmaya hem doyurmaya gel. Yoksa gelişin sana yaramadığı gibi, başka geleceklere de engel teşkil etmesin!

Eğer içinde düzelme niyeti yoksa önce insafa gel, hizaya gel, kendine gel! Ondan sonra gel!.. Ama mutlaka gel!..

Uzak kalma vazifenden…