Tatlı Çile

Âdem SARAÇ

ademsarac@yyu.edu.tr

Mekke zıtlıklar ülkesi olmuştu…

Güller ve dikenler… Güzeller ve çirkinler… Müslümanlar ve müşrik¬ler… Aydınlar ve karanlıklar… İyiler ve kötüler…

Upuzun bir zıtlıklar zinciri oluş¬muştu Mekke’de.

Bunca olumsuzluklara rağmen, çok güzel şeyler de oluyordu tabiî.

Güzel’in güzelleri her gün yepyeni güzelliklere vesile oluyorlardı çünkü…

Çirkinlikler güzelliklere dönüşü¬yordu.

Dikenliklerden boy boy güller fi¬liz veriyordu.

Güllerden yeni güller oluşuyordu. Hem de rengârenk…

Her gül tek başına gül olarak kal¬mıyor, gülistan oluşturma çabasına gi¬riyordu.

Bunlardan biri de Hazret-i Ammâr bin Yâsir idi…

Yâsir, babası; Sümeyye, annesiydi onun. Bir de Abdullah adlı kardeşi var¬dı Ammâr’ın.

Mekke’de köle oğlu köle olarak doğup yetişen Ammâr, güzel ahlâkı, zekâsı ve çalışkanlığı ile çevresinde çok güzel bir yer edinmişti.

O dönem, her şeyin çığırından çıktığı bir dönemdi. Her şeyin aslı asta-rı bozulmuştu. Hem öylesine ki, neyin doğru neyin de yanlış olduğu anlaşıl¬mayacak bir hâle gelmişti.

İşte böyle bir dönemde Allah Teâlâ Hazretleri kullarına yine rahmet elini uzattı. Son Peygamber olarak Hazret-i

Muhammed Mustafâ -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’i görev-lendirdi.

Kısa süre içinde Ammâr da duydu bunu. Olayı çok merak etme¬sine rağmen, bir türlü gidip de gö¬rüşme fırsatı bulamadı.

Fakat işler öyle güzel gelişti ki, Ammâr kendini Hazret-i Erkam’ın evinin önünde buldu. Peygamber Efendimiz’in burada olduğunu öğ-renmişti. Kararlı bir edayla sağına-soluna dikkatlice baktı.

Suheyb bin Sinan da oradaydı. Birbirlerini çok severlerdi. Ona olan güveni ile sordu.

“–Burada ne yapıyorsun?”

Suheyb de dikkatli davranarak, soruya karşı soruyla cevap verdi.

“–Ya sen ne yapıyorsun bura¬da?”

“–Ben içeri gireceğim ve Hazret-i Muhammed -sallâllâhu aleyhi ve sellem- ile görüşüp O’nu dinleyeceğim. Açıkçası Müslüman olmaya geldim ben!”

“–Ben de aynı maksatla geldim buraya.”

“–Haydi öyle ise!..”

Büyük bir heyecanla beraber¬ce içeri girdiler. Peygamber Efen¬dimiz ile görüştüler. Konuştular. Hiç tereddüt etmeden Müslüman oldular.

Peygamber Efendimizle gö¬rüşmek, konuşmak; O’nunla aynı havayı teneffüs etmek bir başka havaya sokmuştu Ammâr’ı. Öyle ki, O’nun yanından ayrılmak iste¬miyordu artık. Bu yüzden akşama kadar orada kaldı. Akşam karanlı¬ğı basınca, Peygamberimiz’in isteği üzerine evine dönmek için kalkıp dışarı çıktı. Ama gönlü de aklı da orada kalmıştı…

Herhangi bir köle Ammâr olarak gitmişti oraya. Oradan da, dünya ve âhiret saadetine vesile ola¬cak bir güzellikle, Hazret-i Ammâr -radıyallâhu anh- olarak dönmüştü.

Îmanın nûru, İslâm’ın güzelliği yüzüne yansımıştı. İçini tarifsiz bir huzur kaplamıştı.

Ne yaptığının farkındaydı.

Nasıl bir yola girdiğini çok iyi biliyordu.

Îman ile beraber neyi kabul ve tasdik ettiğini, neyi reddettiğini ve neleri karşısına aldığını da biliyor¬du.

Büyük dâvânın büyük adamıy¬dı artık o…

Peygamber Efendimiz’i, Pey¬gamber olarak ilk defa Dâru’l-Erkam’da görmüştü. Kur’ân ile ilk defa orada karşılaşmış, ilk defa orada hem de en yetkili ağızdan dinlemişti.

Âyet-i kerîmeler damarlarında kan gibi dolaşmaya başlamıştı.

Tabir yerindeyse kirli-paslı gir¬miş; pırıl pırıl, tertemiz bir şekilde çıkmıştı oradan.

Bütün dikenlerden sıyrılmış, her şeyi ile Gül’e yönelmişti.

Saçından tırnağına kadar her şeyinin çok ciddî bir şekilde değiş¬tiğinin farkındaydı.

Lezzetlerin en lezzetlisini tat¬mıştı.

Huzurların en huzurlusuna can atmıştı…

Yepyeni bir hayata merhaba demişti artık…

Güzele yönelen güzelleşirdi… Güzel insan güzel işler yapardı…

Hazret-i Ammâr -radıyallâhu anh- güzel atılımlara evinden başla-yacaktı.

Evine doğru giderken, bu he¬yecan iliklerine kadar işliyordu.

«Ben Müslüman oldum!» di¬yecekti. «Allah ve Rasûlü’ne îman ettim!» diyecekti. Sonra da büyük bir heyecanla; «Sizleri de Müslü¬man olmaya davet ediyorum!» di¬yecekti…

Bu o kadar kolay mıydı peki? Evdekiler ne diyeceklerdi bu işe? Yanlış da olsa, yıllardan beri kök¬leşmiş, kemikleşmiş inançlarından ayrılabilecekler miydi?

Bütün sır ince bir hakikatte gizliydi; İslâm’ı en güzel bir şekilde yaşamak.

İslâm ile mutlu olamayan, İslâm’ın mutluluk reçetesini anlaya¬mazdı; anlayamayan da anlatamaz¬dı tabiî. Anlatmak için, önce çok iyi anlamak ve sonra da örnek bir şekil¬de yaşamak gerekiyordu.

Hazret-i Ammâr -radıyallâhu anh-, bunun tatlı çilesini çekmeye başlamıştı artık…

Biz de, İslâm’ı ciddî bir şekilde öğreneceğiz, anlayacağız, bütün ince-likleriyle yaşamaya çalışacağız, örnek olacağız ve anlatacağız inşallah…

Peygamber Efendimiz böyle buyurmuştu çünkü…

-Sallâllâhu aleyhi ve sellem…